Taksim Gezi Parkı’nda başlayarak ülke çapına yayılan direnişe, Erdoğan’ın verdiği “Biz 76 milyonun efendisi değil, hizmetkarıyız” yanıtı, onun art arda gerçekleştirdiği konuşmalarda kullandığı tek olumlu cümleydi.
Başbakanın her fırsatta dillendirdiği “iktidara efendi değil hizmetkar olmaya geldik” sözünün, çoğunlukçu iktidar eleştirileri göz önünde tutularak yeniden formüle edilmiş hali olan bu ifade içinde irdelenmeye değer düşünceler barındırıyor. İfade öncelikle “efendi”lere yönelik katı bir tutumun göstergesidir. Erdoğan’ın sürdürdüğü politikalar düşünüldüğünde elbette kast edilen ekonomik sistemin sahipleri değil, muhafazakar liberal ideolojinin kendisine hedef seçtiği Cumhuriyet’in laik önderleridir.
Erdoğan esas olarak, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte başlayan ve kuldan vatandaşa, teokratik yapıdan da laik ulus devlete gitmeyi öngören toplum mühendisliği projesini eleştirerek ve bu projeyi tepeden inme şekilde yürüten Kemalist iktidar ile ardıllarını halka “efendilik” etmekle suçlamaktadır.
Toplum mühendisliğinin zaten modernleşmeye içkin bir durum olduğu göz ardı edilerek yöneltilen bu eleştiri, Cumhuriyet ile birlikte gelen toplumsal değişimleri herhangi bir ihtiyaç olmaksızın topluma zorla dayatılan ve toplumun asıl değerlerini oluşturan gelenek ve inançları yok etmeye yönelik girişimler olarak görmektedir.
Erdoğan iktidara geldikleri günden bu yana, bu “efendi” olmadıklarını ilan ederek halka kendileri “hizmetkar” olarak takdim etmiş, ürettikleri her politikayı ve gerçekleştirdikleri her projeyi halkın “emirleri” doğrultusunda geliştirdiklerini düşündüren bir dil benimsemişti. “Halka rağmen halk için” politika yapmak yerine halk istediği için, halkın istediği şekilde politika üretmek olarak açıklanabilecek bu söylem AKP’nin son on yıldır sağladığı toplumsal desteğin en önemli kurucularından biridir. Ancak eğitim sistemine, aile planlamasına, cinsiyet eşitliğine, kamuya açık alanların düzenlenmesine, yeni anayasa sürecine ve genel olarak tüm hak ve özgürlük taleplerine karşı Erdoğan’ın yürütmekte olduğu politikalar düşünüldüğünde, on yıllık iktidarın ardından beklentinin yerini hayal kırıklığına bıraktığı açıktır.
Erdoğan’ın sandıktan çıkan AKP oyları doğrultusunda çoğunlukçu bir yaklaşım içine girerek, geçmişin halk ve vatandaş ayrımını andırır şekilde muhafazakar kitlelerle muhalifleri karşı karşıya getiren ifadeler benimsemesi, halkın taleplerini ancak popülist amaçlarla ve kendi istekleri ile örtüştüğü ölçüde gözettiğini gösteriyor. Kitlelerde demokrasi beklentisi oluşmasını sağlayan “hizmetkarlık” söylemi, gerçekte halkın hizmetinde bir iktidar algısından çok dini otoritenin kullandığı meşruluk algısı ile örtüşür nitelikte. Hizmetkarlığın değilse de hizmet edilenin değiştiği bu yönetim algısı otokrasilerin tamamını belirleyen meşruluk zeminini oluşturuyor. Bizim politik tarihimizin önemli bir bölümünde hüküm kuran bu algı, tek tanrılı dinlerin hepsinde olduğu gibi İslamiyet’te de tek gerçek hükümdarın “Allah” olması ile açıklanabilir. Dolayısıyla, yeryüzündeki bütün iktidar sahipleri sadece onun görevlendirdiği hizmetkarlardan ibarettir. İktidar sahiplerinin görevi, halkın istediğini yapmaktan çok halkı “Hak yolu”na taşımaktır. “Halka hizmet hakka hizmettir.”
Bu noktada açıklanması gereken ise kitleleri akıl yoluna sevk etmeye çalışanlar ile “Hak yolu”na ulaştırmaya çalışanlar arasındaki farktır. Bilindiği gibi, Aydınlama ile birlikte insanların akıllarını ve gözlem yeteneklerini kullanarak doğayı ve toplumu yönlendirebileceğine yönelik inanç pekişerek nesnel dünyayı bilimsel yöntemlerle bilebilme olanağına kavuşmuş eğitimli kişilerin toplum yönetimine egemen olması ve toplumun geliştirmesi gerektiği savunulmaya başlanmıştır. Esas olarak piyasa ekonomisinin rasyonel zemininin toplumda yerleştirilmesi olarak görülebilecek bu toplumsal değişim; modern devletin oluşumu ve devletten ayrı, bilimsel olarak tanımlanabilir bir nesne olarak toplumun keşfedilmesi sayesinde kolaylıkla gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte toplum; geleneklere, tarihsel rastlantılara göre değil; bilinçli, rasyonel, bilimsel ölçütlere göre tasarlanan bir proje dahilinde yönetilmeye başlanmış, insanın kendi kendini mükemmelleştirilmesine duyulan Aydınlanma inancı toplum mühendisliği ile toplumun “ilerlemesi” hedefine dönüşmüştür.
Modernleşme ile birlikte; insanlık tarihinde toplum ilk kez rasyonel bir şekilde değiştirilmek istenmiş olsa da, sanıldığının aksine kitlelerin hayatlarını belirlemek adına ortaya konan ilk iradi değişim çabası bu değil. Tarih; etkisi, değişimi hedefleyen iktidarın büyüklüğü ve gücüyle orantılı olarak farklılaşan pek çok ideal toplum yaratma girişimine sahne olmuş; Antik Yunan’dan günümüze dek; dinin, geleneklerin yahut aklın gerekleri ile şekillendirilen pek çok ütopya ortaya atılmıştır.
Postmodern düşünce içinde vurgulandığı gibi ütopyalar yani ideal toplum modelleri sadece Aydınlanma'nın ürünü değildir. Tek tanrılı dinlerin tamamı gerçekte belli bir ideal toplum düzenine yönelik bir inancın göstergesidir. Örneğin, ortaçağ Hristiyan inancının kurucu düşünürü olarak kabul edilen Augustinus, dinin gerekleri yerine getirilerek oluşturulacak ideal toplum düzenini, yazdığı “Tanrı Devlet” ütopyasında açıklamıştı. Dolayısıyla, din aracılığıyla meşruluk kazanan iktidarlar da, rasyonel yani akıl çerçevesinde meşruluk kazanan iktidarlar da toplumu değiştirmek için projeler ortaya koyabilmekte, üstelik bu projeleri gerçekleştirirken toplumsal talepleri ve toplumsal desteği göz ardı ederek baskı ve zora başvurabilmektedirler. Toplum yeniden düzenlenirken kullanılan bilgi ve kavramlar, rasyonel açıklamalarla desteklenebileceği gibi dini açıklamalarla da desteklenebilir.
Toplumun nasıl ve ne şekilde düzenlenip yönetileceğine ilişkin şüphesiz pek çok düşünce ortaya atılabilir. Belli bir toplumda, düzene ilişkin düşüncelerin çokluğu ve çeşitliliği demokrasinin varlığının ve ölçüsünün en önemli göstergesidir. İktidarın halkın hizmetinde olması yani halkın egemenliği ise toplumun dinin, aklın, ya da piyasa sisteminin gerekleri yerine toplumsal ihtiyaç ve beklentiler doğrultusunda yönetilmesine; toplumsal düzenlemelerin bireylerin farklılıklarına ve düşüncelerine saygı gösterilerek örülecek tartışma ortamları içinde oluşturulmasına bağlıdır. Bir topluma istedikleri değişimleri dayatan; bakış açıklarının haklılıklarından ve düşüncelerini uygulamaya geçirmek için gerekli iktidara sahip olduklarından emin, gerçekleştirmeye çalıştıkları değişimlerin sadece temel değil aynı zamanda geri alınamaz yapıda olduğunu düşünen; değişimlerin ikna, tartışma veya seçenekler sunma yoluyla değil sadece emirler yoluyla sağlanabileceğine inananlar; ortaya koydukları toplum projeleri ve saikleri değişse bile bir ve aynıdır. Sonuçta, toplumu düzenlemek ve toplumsal değişim sağlamak için gerçekleştirilen tüm projeler halkın beklenti ve ihtiyaçlarını görmezden geldiği ölçüde “halka rağmen” gerçekleştirilir ve neticede karşısında halkı bulur. Hizmetinde olunanın “Hak” ya da “akıl” olması halkın üzerinde kurulan baskıyı da “efendilik” sıfatını da değiştirmez.
Taksim direnişi ile başlayan dönüşüm; toplumsal düzenin halkın belirlediği toplumsal kurallar ekseninde oluşturulduğu yeni bir dönemin habercisi. İktidarın baskıcı müdahaleleri olmaksızın sokaklarda kurulan yeni düzenin içerdiği; duyarlılık, çeşitlik ve dayanışma kitlelerin ne yol gösterilmeye ne de iyi ve doğru konusunda yönlendirilmeye ihtiyaçları olduğunun göstergesidir.
“Hizmetkarlık” söyleminin aksine şimdiye kadar toplumsal tepki ve taleplerin görmezden gelinmesi, halkın kimi zaman “göbeğini kaşıyan adam” kimi zaman “çapulcu” yerine konması her yaştan ve her dünya görüşünden insanın hak ve özgürlüklerini aramak için sokaklara dökülmesine ve geri çekilmemesine neden oldu. Bu nedenle, Başbakanın yaptığı gibi halk için halka rağmen yapılanların öneminin ve güzelliğinin açıklanması, halkın çeşitli kesimlerini karşı karşıya getirerek toplumsal mücadelenin küçümsenmeye çalışılması direnişin sonlandırılmasını sağlayamaz. Toplumsal mücadele, iktidarın sarsacak şekilde mizahtan ürerken ve adım adım “hizmetkarsız ve efendisiz” yeni bir toplumsal düzen oluşurken, Başbakan'ın mevcut söylemleri ancak dayandığı meşruluk zemininin tamamen çökmesine neden olabilir. (CA/HK)
* Fotoğraf: Evrim Aydın / AA