Erdoğan demiş ki; “İş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkekle eşit konuma getiremezsiniz”. Peki neden öyle demiş olabilir sizce; “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır.”
Ve Erdoğan devamla; “Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız. Komünist rejimlerde olduğu gibi. Eline ver kazmayı, küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer. Anadolu’da geçmişte böyle yapılmadı mı? Sırtına yüklediler küfeleri, o gariban analarımız ne çileler çekti, kamburları çıktı, iki büklüm o tarlalarda neler çektiler. Böyle mi devam etsin bu iş? Erkek de kahvede pişbirik oynasın, zar atsın. Onun için eşitlikten ziyade eşdeğer kavramını, adalet kavramını bu meselede en önemli kriter olarak görmek zorundayız. Dinimiz kadına annelik makamını vermiş, bir makam daha vermiş: cenneti ayaklarının altına sermiş. Babanın ayaklarını altına koymamış” diyerek cennetlik kadının ve anneliğin önemine vurgu yapmış.
Erdoğan yukarıdaki sözleri 24 Kasım’da geleneksel “1. Uluslararası Kadın ve Aile Zirvesinde” söylemiş. Aynı zirvedeki açış konuşmasında Erdoğan kendi doğrularına devam ederek; “Ben hukuk arıyorum, hukuk. Yasa benim için önemli değil. Adil yöneticiler arıyorum, adil yargıçlar arıyorum” dedikten sonra bir de Hazreti Ömer’den (Konfüçyüs’den de olabilirmiş) alıntı yapıp, “yasalar ne kadar kötü olursa olsun eğer adil bir sultanın elindeyse oradan güzel bir netice doğar. Yasalar ne kadar iyi olursa olsun eğer zalim bir sultanın elindeyse oradan zulüm doğar” değerlendirmesi ve iki kelimelik özetlemeyle soruna noktayı koyuyor; “mesele bu”.
Erdoğan’ın doğruları içinde fıtrat / cennet / eşitlikten ziyade eşdeğer olmak / sultanlık kavramları önemli yer tutuyor. Ayrıca fıtrat, cennetle de bağlantılı.
Fıtrat kadınlar için söz konusu olduğu gibi, maden işçileri için de söz konusu. Çünkü maden işçiliği ölümlü kaza/cinayetleri fıtratın sonucu. Hele bu ölümler birkaç işçinin kaza sonucu sessizce ölmesi gibi değil de, çok sayıda madencinin (güzel) ölümü şeklinde gerçekleşiyorsa, işte o zaman cennetin kapıları da açılıyor onlara. Çünkü iş cinayeti sonucu ölen çok sayıdaki işçinin ölü bedenleri bir bakan nezaretinde oluşan ekipler tarafından aranırken, Bakanlar Kurulu kararıyla da şehit ilan edilecekleri için, artık onlar da mekanı cennet olanlardan oluveriyorlar.
Burada maden işçisiyle, anne olan bir kadının eşitliğinden söz edilebilir mi? Bebeğini emziren o narin kadın nasıl bir maden işçisi olabilir? Olamaz. Fakat iş cinayetiyle ölen çok sayıdaki maden işçisiyle anne olarak ölmüş kadınların eşdeğer olmaları mümkün. Çünkü hem annelerin hem de toplu olarak öldükleri için şehit ilan edilen maden işçilerinin ölüm sonrası mekanları cennet olacak. Dolayısıyla bu dünyada ne yapıp, nasıl yaşadığın değil, öldükten sonra nereye gideceğin önemli diyor Erdoğan’ın doğruları. Buna kadınlarla, fıtratlarında ölüm olan işlerde çalışan yoksul köylüler ve mavi yakalı işçiler de katılıyor ki; Erdoğan ve Erdoğan’ın partisi seçimlerde en çok oyu alan ve de hep kazanan olabiliyor son beş-on yıldır.
Çünkü mesele, sultanın adaleti. Yasaların iyi ya da kötü oluşu değil. Bilindiği gibi yasalar kötü olsa bile sultan adilse, hukuk adil işler. İşte bunun en güzel örneği de Bakanlar Kurulu’nun toplu işçi ölümleri sonrası yayımladığı “şehit kararnameleri” değil mi?
26 Kasım Çarşamba günü Erdoğan, “4. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası”nda yaptığı konuşmada; “Bizim medeniyetimizde bizim millet ve medeniyet ruhumuzda esnaf, sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi temin eden polistir. Gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir. Gerektiğinde de şefkatli bir ağabeydir, kardeştir. Taksici, şoför deyip geçemezsiniz. Mahallenin ağabeyidir, mahallenin bekçisidir. Bakkal, kasap, manav, terzi deyip geçemezsiniz. O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın, semtimizin vicdanıdır. Çok açık söylüyorum; esnafı çıkarıp aldığınızda Türkiye tarihinde geriye hiçbir şey kalmaz” diyerek, bir sanayi öncesi toplumunu anlatıyordu. Ama Erdoğan; istikrara vurgu yapıp, “yere sağlam bastık”larını belirterek Şura üzerinden Türkiye’ye kendi doğruları üzerinden mesaj verirken, dünün değil bugün ve yarının toplumunu tanımlarken, Erdoğan’lı 21’inci yüzyıl Türkiye’si için konuşuyor.
‘Erdoğan doğruları’ konuşmaları yeni başlamadı. Yeni olan, söz konusu Erdoğan doğrularının içerik ve sunumlarıyla Yeni bir Türkiye’yi tarif ediyor oluşu. Sanayi öncesi toplumun kurumlarıyla post-endüstriyel dönemde sürekli yinelenerek tüm topluma ezberletilmeye çalışılan Erdoğan’ın doğrularıüzerine kurulu Türkiye, Yeni bir Türkiye olmaktan çok sultanlı / fıtratlı / eşitlik karşıtı eşdeğerli kavramlarıyla eski Osmanlı özlemlerini anımsatıyor insana.
Erdoğan’ın doğruları sadece Erdoğan’ın doğruları olarak eskiyi anımsatma düzeyinde kalsa neyse. Sorun; Erdoğan’ın doğrularının doğru olmadığının Türkiye’de her gün biraz daha fazla insan tarafından anlaşılmaya başlamasıyla başlıyor galiba Erdoğan açısından.
Zaman, küçük zik-zaklar dışında denize akan nehirler gibidir. Geriye akmaz. Nehrin aynı sularında iki kez yıkanılamayacağı gibi, nehri ulaştığı denizden kaynağına doğru akıtmak da olası değil. Ama denizden buharlaşan sular nehrin kaynağına yağmur olarak yağsa, kaynaktan denize ulaşan su ile kaynağa yağan yağmur suyunun aynı su olmadığını Erdoğan da, eminim, biliyordur. Ama asıl önemli olan toplumun ve Erdoğan’ın birbirlerinin neler bildiklerini doğru ve eksiksiz olarak birbirlerine aktarmayı becerebilmeleri.
Bakalım nehir; denize zik-zaklı mı, yoksa zik-zak yapmadan mı akıp, ulaşacak? (ST/HK)
* Bu yazıda Recep Tayyip Erdoğan’ın tırnak içinde verilen sözlerine ilişkin alıntılar Cumhuriyet, Hürriyet, Taraf gazetelerinde yer alan haberlerden yapılmış aktarmalar olup, üç gazete verilen haberlerin doğruluğunun kontrolü açısından kullanılmıştır.