Tanınmış düşünür ve psikanalist Slavoj Žižek, Jacques Lacan’ın psikanalitik kuramlarından hareketle geliştirdiği bir analizinde iki tane temel ırkçı kurgu tanımlar.
Bunlardan birincisi diğer etnik grubun “bizim sahip olduğumuz bazı hazlara göz diktiği, onları elimizden almak istediği” kurgusudur.
Diğer grup bizim sahip olduğumuz hazları arzulamakta, onları bizden çalmak istemektedir. Bu kurgunun örneklerine daha zengin ülkelere yerleşen göçmenler hakkında üretilen ırkçı düşüncelerde rastlamak olasıdır.
Žižek’in tanımladığı ikinci ırkçı kurgu ise diğer etnik grubun “garip hazlarının” olduğu yönündedir. “Onlar bizden farklı, bize yabancı biçimlerde haz alırlar” düşüncesi bu algının esasını oluşturur.
Žižek’in ırkçılık konusunda yaptığı bu çözümlemeler yalnızca ırkçılık değil başka ötekileştirme söylemleri için de geçerlidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci ötekileştirici kurgu, kendini muhafazakâr “çoğunluğun” lideri olarak algılayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına özgürlük talepleri ile çıkan bir başka toplum kesimine karşı bakışının ve kendi muhafazakâr kitlesini yönlendirme çabasının bazı özelliklerinin anlaşılabilmesinde önemli olanaklar sunmaktadır.
Son haftalarda ortaya çıkan tablo, Başbakan Erdoğan’ın koyu muhafazakâr geçmişinin içerdiği -esasen içermek zorunda olduğu- dindar olmayan ötekileri algılayıp/tanımlama biçim ve içeriğinin artık zapt edilemez, bastırılamaz hale geldiğini bize gösteriyor.
Tahminim odur ki Başbakan Erdoğan’ın bu algı ve kurguları hiçbir zaman değişmedi ama 28 Şubat döneminin baskıları ve yarattığı çaresizlik duyguları nedeniyle bir benlikten ayrılma/ayrı-tutulma konumuna sürüklendi. Yani zihninin merkezinden uzaklaştırıldı fakat sanki zihninin bir köşesindeki bulutların içerisine çekilerek varlığını korudu.
Suflaj makineleri bozulduğunda ya da kendini saldırı/aşağılanma altında hissettiği zamanlarda bu algı ve kurgular bulutlar içerisinden çıkarak bir an kendilerini gösterip geriye dönüp durdular.
İnsanın hakiki benliğini oluşturan temel taşlara çok uzak özellikler taşıyan bir benlik ile hayatına ve ilişkilerine uzun süre devam edebilmesi pek mümkün gözükmüyor.
Bunun olabilmesi için ya insan kendisini belirgin bir tehdit altında hissetmeli ve bu nedenle kendi hakiki saklamak zorunda kalmalı, ya da tam tersine kendisini çok değerli hissettirecek şeyler olmaya devam ettiği için gerçek benliğinin bazı özelliklerini ötede tutmak için gerekli enerjiyi kendinde bulabilmelidir.
Başbakan Erdoğan özellikle 2011 seçimlerinden sonra kendini çok başarılı -usta- olarak görmeye ve güvende hissetmeye başladı. Bu iyi algının getirdiği fazlasıyla yüksek düzeyde bir özgüven ve özdeğer hissiyatının yol açtığı olduğu bazı hakiki benliğini açığa vurma epizotları ortaya çıkmış olsa da bunlar bir şekilde kontrol altına alınıyordu.
Başbakan’ın gerçek benliğinin belirgin bir biçimde katı muhafazakâr yanlarını keskin, fütursuz, çok otoriter, ezici ve aşağılayıcı bir biçimde ortaya koyması esasen dış politikada yaşanan aşağılayıcı darbelerin hemen ardından gelmiştir. Kendi kendisine atfettiği Ortadoğu’nun güçlü ülkesinin büyük lideri olma durumunun aldığı hasarın Erdoğan’ın fazlasıyla şişmiş değerlilik duygularına büyük bir darbe indirdiği anlaşılıyor.
Bu darbenin iki ana sonucu olduğunu görmek mümkündür.
Birinci sonuç; büyük bir enerji harcayarak gözden uzakta tuttuğu benliğinin belirgin bir katılığı olan muhafazakâr taraflarının -duvarları yıkılmış bir barajın suları gibi- bütün bir benliği esir alması olmuştur.
İkincisi ise, dış politikada yaşananlar nedeniyle hissettiği aşağılanma hissinin getirdiği bir incinmenin sonucunda daha da şiddetlenmiş bir şekle bürünen, onun görüşlerini ve dayatmaya çalıştığı yaşam tarzını kabul etmek istemeyen toplum kesimlerine karşı giriştiği onları aşağılamaya yönelik saldırıdır.
Sanki Başbakan başkalarını aşağılayarak aslında kendisinin hissettiği aşağılanmayı hafifletmeye çalışmaktadır. Ahmet İnsel'in haysiyet ayaklanması olarak nitelediği Gezi olaylarının kıvılcımını esasen Erdoğan’ın son zamanlarda yaşadığı kendi haysiyet incinmesinin neden olduğu aşırı saldırganlık ateşlemiştir.
Başbakan’ın kibirli bir davranış içine girdiği özellikle son yıllarda birçok insanın işaret ettiği bir durumdu. Kendisini gördüğü yüksek yerden biraz aşağısını ima eden, onu hafif de olsa eleştiren hiçbir düşüncenin etrafında barınmasının mümkün olmadığı, çevresindekilerin onu bu nedenle yalnızca pohpohladıkları, artık herkesin tahmin ettiği bir durum haline gelmişti.
Televizyon programlarına çıktığında yalnızca onu yüceltecek sorular ona soruluyor, gazeteciler eleştiriye katlanamayan bir babaya çocukların davrandığına benzer bir biçimde ona davranıyorlardı.
Kibirle ilgili sorunlardan bir tanesi onu gerçekler karşısında korumanın güçlüğü ve kibirli kişinin ondan beklenmeyecek bir biçimde kırılgan olmasıdır.
Gezi olayları Erdoğan’ın belirgin muhafazakâr özellikler taşıyan hakiki benliğinin saldırgan ve aşağılayıcı bir biçimde olmak üzere fazlasıyla ortaya çıkması ile tetiklenmiştir.
Aynı zamanda olayların kendisi de Başbakan’ın bu hakiki benliği daha da kristalize bir biçimde ifade etmesine yol açmıştır. Artık mış gibi yapmanın imkânı kalmamıştır ve ayaklanan kitleler de kendilerini Erdoğan’ın karşısında daha berrak bir biçimde konumlandırmışlardır.
Başbakan’ın belirgin bir biçimde muhafazakâr olan hakiki benliğinin iki özelliği bu bağlamda önem kazanmaktadır.
Bunlardan biri bu dünya görüşünün özü itibariyle dünyayı/insanları iki ayrı uçta algılama eğilimidir. Bu algı ve kurguya göre insanlar ya kötü ve ahlaksız, ya da iyi ve ahlaklıdırlar. Dinsizler ve yeterince dindar olmayanlar kötü ve yoz insanlardır; kötü şeyler yaparlar ve tehlikelidirler. Dünya kabaca meleksi iyiler ve şeytanın kontrolündeki kötüler olarak ikiye bölünmüştür.
Bu benliğin –birinci ile yakından ilişkili- ikinci bir özelliği de çok katı bir süperegonun dikte ettiği ilke ve ahlak kurallarını içinde barındırmasıdır. Otoriter ve hatta sadistik bir ahlakçılık içeren bu süperego esneklik içermez, hükmedici ve toptancıdır. Kendini ahlaki anlamda fazlasıyla haklı gördüğü içindir ki her türlü tahakküm ve hatta eziyeti de meşru görebilir.
Bu iki benlik özelliğinin kesiştiği yerde ikiye bölünen dünyada neler olduğunu son aylarda Başbakan’dan işittik. Bu dünyada masum tam buğday ekmekleri ve inşallah kurtulacağımız beyaz ekmekler; çakı gibi bir dindar gençlik ve insanda iğrenme duyguları uyandıran kafası kıyak bir gençlik; en az üç çocuk yapan uysal anneler ve canavarca duygularla kürtaj yaptıran kadınlar; alkolü ağzına sürmeyen nur yüzlü dindarlar ve tiksinilesi ayyaşlar bulunmaktadır.
Başbakan’ın benliğinin bu dünyayı iki uca bölen kurguları ülkenin insanlarını da ikiye bölmeye başlamıştır.
Bu dünya ve insan algısı ancak dış dünyada da bunun izdüşümlerini ve kanıtlarını bularak sürdürülebilir. İşte burada Slavoj Žižek’in işaret ettiği kurguların, yani ötekiler olarak konumlandırılan insanların haz alma biçimleri konusundaki kurguların, onları olumsuzlamak için ne kadar temel önemde olduğunu saptamak önemlidir.
Antikapitalist Müslümanlar hareketinden İhsan Eliaçık’ın, Başbakan’ın Gezi Parkı olayları sırasında yaptığı konuşmalar vesilesiyle 16 Haziran 2013 tarihinde yaptığı şu saptama Slavoj Žižek’in bu çözümlemesine çok uygun bir örnek oluşturuyor: “Muhafazakâr gariban kafası: Dış güçler düğmeye bastı, şu an viskilerini yudumlayarak "Güzeeel" diye yanlarındaki mankenlerden makas alıyorlar.”
Erdoğan’ın köken aldığı Milli Görüş çizgisinin bir bakanının alevileri rencide edici bazı ifadeleri zihinlerde hala tazedir.
Recep Tayyip Erdoğan hakiki benliğine kesin dönüş yapmıştır. Kimileri Başbakan’ın kesin bir biçimde yalanlandığı halde tekrar tekrar “camide içki içtiler” diye tutturmasını hesaplı bir kandırma olarak görüyorlar.
Kanımca bu bir kandırma değildir. Bu sözler Başbakan’ın hakiki benliğinin sahip olduğu dünya görüşünün su gibi, hava gibi ihtiyaç duyduğu bir kanıt; bu türden bir dünya tahayyülünün dış dünyada olması arzulanan izdüşümüdür.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şimdiye kadar hiç olmadığı kadar samimidir. Geçen hafta söylediği "bu Tayyip Erdoğan değişmez" sözü hakiki benliğinin bir manifestosudur. (TFO/AS)
* Dr. Timur F. Oğuz, Psikiyatri uzmanı, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu.