Farkettim ki, bianet'te ifade özgürlüğüyle ilgili siyasi tavırlarına en çok tepki duyduğum ve bugüne kadar yazdığım çok az sayıda yorum yazılarında dilime doladığım yetkililerden biriymiş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Nasıl olmasın? Medya patronlarının, köşe yazarlarını nasıl satın alması gerektiğinden daha başka hangi ülkenin, hangi yetkilisi bu kadar iyi dem vurabilir?
Aslında haber ve yazılarda belirli bir konu, kişi ve siyaset dağılımı gözetmemeye çalışmışımdır. Erdoğan her grup toplantısında ve her resmi ziyaretinde aynı tehditleri tekrarlayınca bunu gerçekleştirmek pek mümkün olmuyor. Dayanamayıp, bu dağılımı uzunca bir süre göz ardı etmişiz...
Yazanın maaşını sen veriyorsun. O vakit?
Son konuşmasında, Erdoğan her zamanki "açıklık"lığıyla doğrudan "o gazetelerin" patronlarına sesleniyordu:
"Ne yapayım, köşe yazarıma hakim olamıyorum' diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin... Bu ülkeyi germeye, ekonomiyi alt üst etmeye kimsenin hakkı yok. Biz de müsaade edemeyiz...yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da buna hakkın yok. Bir taraftan hükümete vuracaksın, öbür taraftan ekonominin çökmesi için köşe yazarlarıyla elinden geleni yapacaksın. Piyasalar yüzde 6,5 puan düşüyorsa, bunun sebebi ortadadır. Herkes çizgisini bilmelidir. Köşe yazarlarınız beni eleştirebilir, haklarıdır. Ben de uyarımı yapmak zorundayım. Herkes yeri ve konumunu iyi bilmek zorundadır. Bu ülkeyi germeye hakları yok...."
Haddini bilmezler!
Bir ülkede ekonomik göstergeler düşerse medya suçlu olmayacak da kim suçlu olacak! Bir Başbakan mı?
Haddini bilmezler mi eksikti: Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Erdoğan'ın sözlerini "müdahale" olarak görebilmiş, "sansür ve oto-sansür girişimleri, basın ve ifade özgürlüğü konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği ilke kararlarıyla asla bağdaşmaz" deme cüreti göstermişti!
Sırada giren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) de, "Umuyoruz ki Sayın Başbakan basının özgür olmadığı bir Türkiye düşlemiyor ve eleştirilmenin demokrasilerin olmazsa olmazı olduğunun ayırdındadır" sözleriyle Erdoğan'ın demokratlığından kuşku duyabilmiştir.
Başbakana dil uzatanlar bununla sınırlı kalmamış, tepkiyi Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Ulusal Komitesi de sürdürmüş, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi'nin bu yıl başında kabul ettiği, Avrupa'da basın özgürlüğünü değerlendirdiği 1897 sayılı kararında, basın özgürlüğünün demokrasinin ve Avrupa Konseyi'ne üyeliğin gerekli koşulu olduğunu belirtti.
"Meclis, medyaya çok ağır cezai yaptırımlar getirildiğini endişeyle not etmektedir. Hükümet üyeleri ve parlamenterler güçlerini eleştiri yapan medyayı susturmak için kullanmak yerine medya ile yapıcı bir diyaloga girmelidirler."
Komite, bu açıklamadan hareketle Başbakan'ı, "köşe yazarlarını susturmaya çalışmak yerine, basın özgürlüğünü güvence altına almak için medya ile yapıcı diyaloga girmeye davet" edebilmişti.
Erdoğan'ın kötü arkadaşları...
Sevdiklerini çok sever, sevmediklerinden nefret eder, bu kadar! Babasından harçlık aldığı günler aklına gelir ve öylece uyarır: O köşe yazarının parasını sen ödemiyor musun? Bak, yarın feryat figan etme!
Böyle bir düşünce özgürlüğü algısı olamaz. Editoriyal bağımsızlığa böylesine kaba bir müdahale az görülür. Erdoğan'ın Silvio Berlusconi, Nicolas Sarkozy, Vladimir Putin gibi "kimi medyayla dost kimi medyayla düşman ilişki geliştirebilen" orijinal dostları var. Yıllar geçtikçe, bu dostlarının rengini aldı başbakan.
Basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüyle ilgili kriterlere değil kendi görgü ve hayat tecrübesine bakar... Ya siz neyinize güveniyorsunuz ki? (EÖ)