Erdal İnönü bize, öğrencilerine karşı son derece, hatta aşırı derecede müsamahalı bir insandı. Işıklar içinde yatsın. Herhalde "politika" onun harcı değildi. Ama çocuksu bir ciddiyetle ilgileniyordu sanki bu işlerle. Belki bu özelliği ile, rektörlüğü, hocalığı yıllarındaki öğrencilerine benziyordu.
Gençlik olaylarının en yoğun yaşandığı yıllardı. Ülke politikasında ağırlıklarını duyuran öğrenciler üniversitede de demokratik yönetim ilkelerini uygulamak istiyordu. Erdal İnönü böyle bir ortamda, öğrencilerin tercihiyle ODTÜ Rektörlüğüne getirilmişti. Üniversitede alabildiğine hoşgörülü bir yaşam vardı. Dışarıdan gelen her türlü müdahale, onun ve çevresindeki öğretim kadrolarının sabırlı direnişleriyle etkisizleşiyordu.
Öğrencilerinden anılar
40 yıl önce ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü'nde birlikte olduğumuz arkadaşlardan mesajlar geliyor Erdal Hoca'nın ardından. Ali, üniversitenin polis tarafından basıldığı 5-6 Mart olaylarında, öğrencilerin gözaltına alındığı karakolun önünde elinde bir torba ekmekle bekleyen Erdal İnönü hiç aklımdan çıkmadı diyor. Hoca, öğrencilerine getirmiş ekmekleri. Şule, o gün onun yardımıyla kız yurdunu nasıl kazasız belasız boşalttıklarını hatırlıyor.
Tülin, kafeteryada yemek kuyruğunda ellerinde tepsi Rektör İnönü ile birlikte sıra beklediklerini ve yemek salonlarından birinin kapısında büyük bir olasılıkla onun yazdırdığı “Sayın Öğrencilere Aittir” yazısının bulunduğunu hatırlıyor.
Sedat, onu tarif ederken hep aklıma şu kelimeler geliyor diyor; “demokrat, laik, dürüst, önyargısız, doğruyu ve bilimi şiar edinmiş, özverili, özgür düşünceye ve özgürlüğe saygılı, toplumcu düşünceye yatkın, korkusuz, inandıklarının takipçisi, efendi, iyi bir insan timsali, gerçek bir toplum lideri, örnek alınacak yüce bir insan.”
Öğüdünü kendi de tutamadı
Akın, Fizik Bölümü'nde birinci sınıfa başladıklarında İnönü’nün kendilerini topladığını, bilimle uğraşmalarını, günlük siyasete kapılmamalarını öğütlediğini anlatıyor ve “biz o öğüdü tutmadık. Ama daha sonra kendisi de tutamadı ve siyasete atıldı” diyor.
Sezgin, onun cumhuriyetin ikinci adamının ve ikinci cumhurbaşkanının oğlu olmasına karşın, cumhuriyetin eşitlikçi niteliklerine inanan ve ayrıcalık istemeyen sıradan bir vatandaş olmayı tercih etmesine dikkati çekiyor.
Sezgin, “eğer Türkiye’de cumhuriyetin ve demokrasinin gelişmesini, İsmet İnönü’ün ve ondan sonraki cumhurbaşkanlarının, mesela Özal’ın, Gül’ün çocuklarının yaşamları üzerinden tanımlamaya çalışırsak, acaba gelecekten umutlu olabilir miyiz” diye soruyor.
Engin, ODTÜ’de silahların patladığı çok gergin bir ortamda dahi Erdal Hoca'nın nasıl sakinliğini koruduğunu anlatıyor ve “ODTÜ’de bir dönem onun rektörlüğü ile birlikte sona erdi. O dönemde rektörlük için ondan iyisi bulunmazdı” diyor.
"Haklılar, bırakın küfretsinler"
Tansu Çiller’in bu ülkede bir dönem başbakanlık yaptığını bugün zorlanmadan hatırlıyamıyoruz. Unutuldu gitti. Ama Erdal Hoca’nın onun kabinesinde Başbakan Yardımcılığı yapma talihsizliğini yaşamak zorunda kaldığını unutamıyoruz. O dönemde meydana gelen Sivas olayları sırasında İnönü’nün müdahale etmeyi becerememesi de unutulacak bir şey değil.
Bilemiyoruz, “Otelin dışında toplananların başlarına bir şey gelmemiştir” diye demeç veren bir başbakanı göreve getiren güçlerin egemen olduğu bir ortamda ne yapabilirdi. Ama, olayın böylesine büyüyebileceğini anlayamamıştı. Kuşkusuz İnönü’nün kişisel hatasının çok daha ötesinde, “partisel” toplu bir kusur vardı ortalıkta.
Madımak’ta yitirdiklerimizin cenazeleri Dikmen cemevinden kalkarken, tepki gösterileceğini bile bile oraya gitmişti. Öfkeli kalabalığın yoğun protestosu, hatta küfürlerle karşılaştığında, kalabalığı yatıştırmak isteyenlere "bırakın küfretsinler, hakları var" diyecek kadar da onurlu ve gerçekçiydi. Olayı sanırım rahmetli Mustafa Ekmekçi yazmıştı.
Şairin çizdiği portre ve ODTÜ'de bir "seçim gecesi" anısı
Bizim arkadaşlardan Sait, 1987’de Cemal Süreya’nın yazdığı “Erdal İnönü Portresi”ni göndermiş. Cemal Süreya usta bir şair duyarlığıyla hocanın portresini çizerken şöyle diyor: “Çevresine belirsiz bir mizah da yaymakta. Uzun vadede düzeltici, gözaçıcı, yerine oturtucu bir mizahtır bu. Gülmece değil de, gülümsemece… Yarısı kendinden, yarısı hesaplanmış.” Kesin doğru. Erdal Hocanın “dünyaya bakışı”, yüzünden eksilmeyen ifade, bundan daha iyi anlatılamaz.
ODTÜ’de Cumhuriyet Halk Part'li (CHP) arkadaşlarımızın oluşturduğu “Ortanın Solu”yla dalaştığımız olaylı gürültülü bir Öğrenci Birliği seçimin akşamında, sandıkları toplayıp sayım için kafeteryaya getirmiştik.
Ortalık son derece hareketliydi. Kimi sandıklardan oylar fazla çıkıyordu, kimi seçmen listelerinde imzalar fazlaydı. İptaller, tartışmalar, itirazlar içinde oylar sayılıyordu. Bir taraftan da her zaman olduğu gibi bu işleri hiç olmazsa görüntüde son derece ciddi yapmaya çalışıyorduk.
O hengamede kafeteryanın üst katından bir süre bizi, oyuna kendini kaptırmış, birbirleriyle didişen çocuklarını penceresinden ilgi ve sevgiyle seyreden sabırlı bir baba gibi izlediğini hatırlıyorum. Yüzünde Cemal Süreya’nın anlattığı her zamanki muzip ifadesiyle, "neler yaptığınızı anlamadığımı sanmayın" der gibiydi.
Daha sonraki yıllarda televizyonda izlediğimde veya karşılaştığımızda, onu her gördüğümde, yüzündeki o sıcaklığı, sevecenliği duydum. Yağmurlu bir havada şemsiyesini tutmak isteyen görevlinin elinden kurtulmaya çalışırken, seçim bölgesi İzmir Karşıyaka’da seçmenleriyle el sıkışırken, 20 yıl sonra karşılaştığımızda “N'aber” derken...
Hayatta övünülecek fazla bir şeyim yok. Ama Erdal İnönü'nün imzası var diye o duble büyüklükteki diplomamı gençlere keyifle gösterdiğim oluyor zaman zaman.
Anısını unutmayacağız. Başımız sağ olsun. (AŞ/NZ)