Erbil’in hayata veda ettiği haberini aldığımda içimi yakın bir dostu kaybetme hüznü sardı. Arkadaşlığının sıcaklığını, yoldaş olarak karşılıklı oluşmuş güveni anımsadım, hayıflandım.
O, ülkenin uğradığı bir felâket ortamında buldu kimliğini. 12 Eylül faşizminin içyüzünü gördü ve gerçeği hayatın içinden belgeledi. Gazeteci olarak Halkına doğru bilgi vermeyi yaşamının ve mesleğinin ahlaki gereği saydı. İnsanlık suçu olan işkencenin utanmadan kimlere ve nasıl uygulandığını kitaplara yazdı. İnsan haklarının ağır ihlâl edildiği bu karanlıkta ışık oldu. İnsan Hakları düşüncesine sarıldı ve hak ihlallerine uğrayanlara yazılarıyla düşünsel öncülük etti.
Onunla 1986’da örgütlü insan hakları mücadelesi ortamında buluştuk. İnsan Hakları Derneği’nin 98 kurucusu arasında yer aldık. Bu tarihten sonra birbirimizi terk etmedik.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanlığı yaptığım 1994-2000 döneminde basın danışmanı olarak yönetime yardımcı oldu. Dikkati ve çalışkanlığıyla her gün derlediği haber bültenleriyle gündemi izlememizi sağladı yol gösterdi.
Erbil’i tanıtmak için yazmıyorum. O yazdıklarıyla, davranışı ve duruşuyla, ülkesine toplumuna hayata mesleğine siyaset erbabına bakışını açık ve sürekli olarak anlattı, gösterdi zaten. Ancak onun yaşam öyküsünün ve savunduğu düşüncelerin bugünün karanlığında da ne yapmamız gerektiğine de ışık tuttuğunu söylemek istiyorum.
Sevgili Erbil; savunduğun insan haklarına dayalı hukuk devletinden barıştan laik ve demokratik cumhuriyet ülküsünden- mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz. Rahat uyu. (YÖ/EKN)