Fotoğraf: Canva
Yazının başlığı “İhtiyarlara Yer Yok” filminin adına benzese de konuyla pek bir ilgisi yok. Başlığın filmin konusuyla benzeşen tek yanı, yaşlı şerifin değişen koşullarla birlikte yeni dünyada kendini dışlanmış hissetmesiyle, postmodern denilen şu elli yıllık dünyada entelektüellerin de dışlanmışlıklarıdır.
Öncelikle bir fikir işçiliği olarak entelektüelliğin bitmediğini, entelektüellerin etki alanının daraldığı, neredeyse yok denecek düzeye indiğini belirtelim.
18. yy’de Ansiklopedistlerle başlayıp 1789 Fransız Devrimiyle devam eden Aydınlanma döneminin entelektüalizmi, toplumsal hayatın hemen her alanında 20. yy’inin sonlarına kadar etkinliğini sürdürdü. Modernist paradigmaların inşasının harcında en büyük pay entelektüellerindir.
Entelektüel için genel olarak, dünyaya ve içinde yaşadıkları topluma dair aklını rasyonel kullanan, sisteme dair soyutlamalar yoluyla sentezler üreten, kültürel ilişkilerin düzeyli gelişmesini inşa eden ve özellikle eleştirel bir dil kullanan aktörlerdir diyebiliriz. Entelektüelin temel özelliği her daim iktidarın ve sistemin karşısında konumlanmasıdır.
Çünkü o hep mevcudun daha ‘iyiye’ dönüşmesinin fikri aküsüdür. Bu bakımdan ister istemez toplumsal bir sorumluluk yüklenmiş (Bu sorumluluk onların toplumun sözcüleri olduğu anlamına gelmez) olarak kamu vicdanının simgeleri haline gelirler. Özgür düşüncenin temsilcileri olarak, fikri ve ahlaki yapısını olumsuz etkileyecek (Hele de iktidarlarla) bağları olmaz ve yalnızdırlar.
Entelektüel ile aydın kavramı bu bakımdan farklılık taşır. Devletin/iktidarın aydını olur ama entelektüeli olamaz!
Entelektüellerin toplumdaki güçleri de tam bu konumlarından ileri gelir; böylesi insanların önerileri hep dikkate alınmasa bile, sözlerine kulak verilir, bir mim konur. Siyaset alanında genellikle siyasetçiler entelektüellerin görüşlerine katılmasalar bile, onları dinlerler hatta kimi zaman itibar ederler. Toplumsal hayatta bir norm oluştururlar.
Entelektüellerin ağırlığı hakkında Fransa’da 1894 yılındaki Dreyfus davasında yazar Emile Zola’nın tavrının etkinliği veya Fransa’nın Cezayir’e askeri müdahalesini protesto eden bildiriyi Paris sokaklarında dağıtan filozof Jean Paul Sartre’ın tutuklanmak istenmesine karşı Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün “Sartre Fransa’dır, tutuklanamaz” demesi gibi birçok örnek verilebilir.
Elbette buradan toplumsal hayatta entelektüellerin iktidarı, siyaset belirleme tekelciliği veya iktidar hiyerarşisinin gizil bir gücü olduğu anlamı çıkarılmamalı. Tersine, entelektüeller bir yandan iktidarın özgürlüğü daraltıcı zor’unun ve algılar yoluyla hakikate ulaşmayı engellemesinin düşünsel ıstıraplarını ve yalnızlığını yaşarken, bir diğer yandan da çoğu kez iktidarların hışmına uğramış, bedel ödemişlerdir.
Ne değişti?
Dünden bugüne neler değişti de entelektüel bilginin, öngörünün, ahlakın, vicdanın; kısacası hayata dair görüşlerinin, duruşlarının alıcısı neredeyse kalmadı?
Elbette düşünen, araştıran, üreten ve dünyaya dair rasyonel aklını ve öngörülerini entelektüel düzeyde kullanan, sisteme ve toplumsal hayata dair sürekli eleştirel bir dil kullanan az sayıda da olsa entelektüeller hep var olacaklar. Ancak 40-50 yıldan bu yana entelektüellerin etkinliği yitti.
Bunun iki nedeni olduğunu düşünüyorum.
Modern dünyanın büyük anlatıları, günü ve geleceği ideolojiler alanına sıkıştırma fikriyatı ve rasyonel paradigmalar inşası dönemi zaten bir gerileme, silikleşme dönemi yaşarken, buna bir de Sosyalist Blokun kendi içine çökmesinin eklenmesiyle postmodern dönem denilen bu süreci hem hızlandırdı hem de sürecin ‘haklılığına’, ‘doğruluğuna’ dair bir kanıt olarak gösterildi. “Tarihin Sonu”, “Uygarlıklar Çatışması” gibi kitaplar tipik örneklerdir.
Postmodern dönemin getirdiği büyük toplumsal değişimleri salt internet (Daha geniş deyimle bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler) dünyasına bağlama indirgemeceliğine düşmeden, entelektüelliğin etkisiz kılınmasına zemin hazırlayan bilgisayar teknolojilerinin sağladığı dijital ortamın öneminin altını da çizmek gerekir.
Devasa boyutlardaki bilgi çeşitliliğine ve erişimine ulaşmanın alabildiğine kolay hale geldiği…
Olayların anlık sürelerde habere dönüşerek sosyal medya dolaşımına sokulduğu…
Sosyal medya ortamıyla insanların birbirlerini bulmalarının çok kolay hale geldiği ve bu ortam üzerinden çeşitli iletişim öbeklerinin oluştuğu gibi birçok yeniliğin, değişimin yaşanması toplumların iktisadi hayatından kültürüne kadar köklü dönüşümlere yol açtı.
Birbirini tamamlayan bu her iki değişim kapitalizmin sosyal devlet kazanımlarından vazgeçmesine, sermayenin çevre kirliliği ve doğa katliamları da dahil olmak üzere artan fütursuzluğuna, kimlikler çatışmasının artmasına, yerel tarafından evrensele ulaşmanın yollarının daraltılmasına, kısacası toplumdaki politik, sosyal, kültürel bozulmaların artarak devam etmesine yol açtı.
İşin ilginç ve önemli kısmı, bu teknolojik gelişmeyi herkesin her yerde ve her zamanda kullanma imkanına sahip oluşudur. Herkesin parmakları bir PC’nin veya cep telefonunu tuşlarına erişmekte ve oradan bu dijital sisteme dahil olmaktadır.
Algı, hakikat yitimi ve cehalet
Bütün bu olumlu gelişmeler aynı zamanda önlenemez ve amaç edinilmemiş olumsuz gelişmeleri de birlikte getirdi: Bilgi kirliliği ve irrasyonalizm.
Hemen herkesin parmaklarının tuşlara eriştiği bir ortam, kişinin kendini ifade etme özgürlüğü olarak görülebilir. Ancak bu durum büyük ölçüde bir yanılsamadır da.
Bu görüngüden ve imajdan ibaret özgürlük ortamı, mevcut cehaletin fışkırmasına ve giderek de kartopu yumağı gibi büyümesine neden oldu. Özellikle yarı cehaletin fütursuz cesareti, parmakların ucundaki tuşlardan sınırsız akışıyla sosyal medyaya hâkim oldu.
Özgür görünümün aslında bir kabuk içindeki küçük boşluktan ibaret olduğu, bireyciliğin birey olmak sanıldığı bu ortamda genel olarak insanların gerçekte özgürlükle bir bağ kuramaması sonucunu getirdi. Çünkü rasyonellikten uzaklaştırılmış birey, algılar dünyasının hedefleri doğrultusunda şekillendirilerek edilgen hale getirilmekle kalmayıp insanlardaki bu edilgen durum, parmakların ucundaki tuşlar yoluyla sosyal ve politik hayatta olumsuz anlamda etkin bir araca dönüştürüldü.
Başta eğitim kurumları ve özellikle üniversiteler bilim üretim alanlarından çıkartıldı. Prof. titrine sahip hocaların eliyle toplumda çölleşme yaygınlaştırmakta.
Bilgi kirliliğinin ve gerçekliğin algılarla çarpıtıldığı bu ortamda rasyonelliğin yerini irrasyonellik aldı.
Siyasetin dili hoyratlaştı, estetikten ve mizahtan yoksun hale geldi.
Yalan, siyasette kullanılan bir parça iken, bu dönemde siyasetin merkezine yerleşti.
Toplumun kabul görmüş ahlaki değerler erozyonu hızlandı, kirlilik arttı.
Korku, yönetmenin esas bir aracı haline getirildi.
Medya, iktidarların bir aparatı haline getirilerek postmodern döneme tüy dikti.
İnsani değerler alanındaki bozulma evrensellikten uzaklaşmayı getirirken, bir yanıyla da toplumda aidiyetler duygusuna hapsolmuş, edilgen ve çatışmaya müsait öbeklerin oluşmasına yol açtı. Modern dönemin kimlikler baskısı, bu dönemde kimlik hakları taleplerini haklı olarak açığa çıkardı ancak bu kez de kimlikçilik, egemen politikaların bir aracı haline geldi.
Hakikate ulaşmanın zihinsel yolları yalan ve algı pompalanmasıyla tıkandı.
Bütün bunlar iktidarlar için kullanışlı bir ortam oluşturdu. Daha doğrusu böyle bir ortamın oluşmasında iktidar, elindeki bütün araçları kullanarak teknolojik bu gelişmeyi kendi lehine kullanmakta.
Bütün bu gelişmeler entelektüel ölçülülüğün silikleşmesini, etkisinin güç yitimini getirirken, bu boşluk algı dünyasının ve cehaletin güçlenmesiyle dolduruldu.
Bu olumsuz gelişmelere bakarak dünün ‘iyi’ olduğundan değil, bugünün dünden daha ‘kötü’ olduğundan söz edilebilir.
Son 40-50 yılın entelektüellikle ilgili serencamı budur ve entelektüel etki alanının bitişi, bu gelişmelerin önemli bir parçasıdır.
Bu olagelenler, özellikle bizim gibi ülkelerin iktidarları için bulunmaz Bursa kumaşı vasfında olduğunun altı da çizilmeli.
Gidişat el yordamıyla devam ediyor
Bir gelecek tasarımı, tahayyülü, ideal toplum anlatılarının kurgulandığı ütopyalar devri kapandı. Bu aynı zamanda modernite döneminden postmodernite dönemine geçildiğini de gösteriyor. Bir diğer deyişle Batı’nın 200 yıllık birikimi olan toplumsal değerleri çöküyor. Demokrasi kavramının bile tartışmalı hale gelmesi, AB’de kimliğini bulan hukuk, siyaset, haklar alanındaki gerileme bunun göstergesidir.
Bütün bunlara kapitalizmin bunalımı olarak da bakılabilir.
Dünyadaki siyasal, sosyal ve kültürel hayatta, bilimsel ve demokratik değerlerin çarpıtılmasıyla, bozulmasıyla ve hatta yalanın egemen hale gelmesiyle bir gerçeklik yitimi yaşanıyor.
Siyaset alanındaki hoyratlık, yalan, popülizm ve otoriterliğin hukuksuzluğundaki keyfilik eskiden de vardı. Ancak bilginin, estetiğin, ölçülülüğün gittikçe yittiği günümüzün politik, sosyal ve ahlaki alanı tamamen yönetenler ile yönetilenlerin bir kesimini irrasyonellikte ve vicdansızlıkta buluşturarak bir toplumsal hakimiyet sağladı.
Bugün artık bir curcuna halinin yaşandığı ve hatta kaotik diyebileceğimiz bir dünyadayız.
Bu tıkanma yeni bir başlangıç oluşturmuyor. Tersine çöküşün bir nedeni olarak, çürümeyi hızlandırıyor.
Peki, nereye kadar?
Bunun için bir öngörü ifade etmek pek mümkün değil.
Elbette hayatın dinamikleri kendine yeni yollar inşa edecek. Bu bir süreç meselesi. Belli olan bir şey varsa, bu da yeni yolların, yeni paradigmaların 20. yy’inin kavramlarıyla inşa edilmeyeceğidir. (HŞ/APK/KU)