*Görsel betimle: Christine Angot'un "Bir Aile" filminden bir kare var. Christine Angot'un küçüklüğünden, gülümseyen portresi yer alıyor. Angot'un uzun koyu renk saçları ortadan ayrılmış ve omuzlarına doğru uzanıyor. Üzerinde kırmızı bir kıyafet var. Fotoğrafın arka planında başka eski fotoğraflar var.
Babasının kendisine 13 ile 16 yaşları arasında sürekli tecavüz etmiş olmasını senelerden beri hem yazı hem de sözle anlatmaktan fazlasıyla yorulmuş ve bıkmış olsa da Fransa’nın ödüllü yazarı Christine Angot hâlâ o kadar kızgın, hatta o kadar öfkeli ki yaşadıklarını bir de belgesel üzerinden ifade etme ihtiyacı duymuş.
Fakat bu defa hedeftekiler, yıllar önce ölmüş olan ensest faili babasından çok, babasının sonradan evlendiği kadın Elizabeth, Angot’nun özbeöz annesi Rachel, hatta uzun süre evli kaldığı eski eşi, kız evladının babası Claude.
Ne de olsa babasının tecavüzleri karşısında kendisini daima güçsüz ve çaresiz hissetmiş olan Angot, yakınlarının en azından mazide meseleye pasifçe yaklaşmış olmalarından muzdarip.
Senaryousunu da şahsen yazdığı Bir Aile (Une famille/A family) adlı belgeselde ödüllü yazar Angot tecavüzcü babasına bir şekilde arka çıkan, kendi mağdur halinden anlamayan, hadiseleri uydurduğunu iddia edenlerden hesap sormaya girişiyor.
2024 Fransa yapımı 82 dakikalık film bizi kahramanın dünyasına dahil ettiği kadar, bilhassa küçük burjuva ahlakında söylenmemesi makbul olan, kimsenin duymaması tercih edilen çiğ gerçeklerin dikenli evrenine ister istemez sürüklüyor. Arada agresif dayatmacı kameralarıyla bir televizyon programı izliyor hissine kapılsak da, mazide kendini hep yalnız bir savaşçı olarak görmüş kahramanın mücadelesi sürerken yanındaki kalabalık çekim ekibinden güç alması pozitif ayrımcılık klasmanında seyirci tarafından kesinlikle kabul görüyor.
“Sana acıyorum!”
Çok çapraşık bir konuya odaklanan belgeselde izleyenleri en çok geren sekans filmin başında, kendisiyle temas etmekten senelerdir kaçınan Elizabeth’in evine Angot’nun çat kapı ziyareti oluyor. Aralarında daha önce yaşanan gerginliklerden dolayı, Angot’nun babasının sonradan evlendiği Elizabeth yazarı kapıdan içeri bile almak istemiyor. Fakat Angot ısrar ederek evde bilhassa istenmeyen belgesel ekibini de zorla içeri aldırıp görüşmeyi kaydettirmeyi başarıyor.
Kocasının kız evladına tecavüz ettiğini bilmesine rağmen Elizabeth’in neden kendisine destek vermediğini sorgulayan Angot yaşlı kadının “Baban artık Alzheimer olmuştu, olayların diğer versiyonunu kendisinden dinleme imkânım yoktu… sana inanmadığımdan değil tabii…” demesini pek tatmin edici bulmadığı gibi Elizabeth ve onun sınıfından insanların bilmek istemiyorumcu tavrına karşı çıkıyor. Bunun üzerine kusurunu örtme paniğindeki yaşlı kadın “… yani yargılamak istemiyorum…” lakırdısını edince Angot bu sözün de aslında ne kadar şiddet barındırdığını ifade ediyor.
Daha önce de dile getirmiş olduğu Elizabeth’in Angot’ya acıma duygusu ise kurbanın tahammül sınırlarını haydi haydi aşıyor. Başta fiziksel şiddete meyilli görünen görüşmenin atmosferi tam olarak hiç gevşemese de iki kadın gene de de nazikçe tartışmalarına devam edip toplantıyı medenice bitiriyorlar.
Fakat filmin sonlarında Elizabeth’in, evine zorla girmiş olan ve film çektiren Angot’ya dava açtığını öğreniyoruz. Neyse ki Angot’nun avukatı Fransa’da halka mal olmuş bir şahsiyetin, üstelik babası tarafından tecavüze uğramış bir kişinin bir kurbandan bir faile kolay kolay dönüşemeyeceğini söyleyip endişeli müvekkilini bir nebze sakinleştiriyor.
Kapanamayan yara
Belgesel boyunca yazar Angot’nun mazideki hallerini gösteren bazı fotoğraflar görsek de bize baştan sona eşlik eden görüntüler amatörce çekilmiş eski aile görüntüleri oluyor. Fakat bunlar çoğunlukla Angot’nun ebeveyni, çocukluğu veya ergenliğine ait değil de, yazarın eski kocası ve kızının küçüklük sekansları.
Kendi kız evladına tecavüz eden adam hakkında belgesel izlerken insan ister istemez diken üstünde olduğundan bu ısrar acaba her erkekte, hatta her babada bir tecavüzcü olma potansiyeline mi işaret diye düşünüyor. Yoksa küçük kızın görüntüleri tüm yaşıtları gibi onun da ne kadar masum, ne kadar değerli, ne kadar korumasız olduğunu daha iyi idrak etmemiz için mi kullanılmış?
Sonuçta, günün birinde baba tekrar ortaya çıkıp üst katta kızı Christine Angot’ya tekrar tecavüz ederken, alt katta durumun farkında olup müdahale edememiş bir kocadan bahsediyoruz. Eski koca Claude da 11 yaşında, kendinden büyük bir oğlan tarafından tecavüz kurbanı olduğundan o anda travması tetiklenmiş ve karısıyla empati kurarak o anları tepki veremeden geçirmiştir.
Angot’nun zamanında pek bir şeyler sezememiş annesiyle de hesaplaşması ağır geçiyor. Ne de olsa meşhur yazar ve aynı zamanda popüler medya çalışanı kızı bu hususta o kadar çok düşünmüş, konuşmuş ve yazmış ki, kifayetsiz cevaplara ve yetersiz argümanlara hiç tahammül edemiyor, karşındakinin tepkilerinin ne olması gerektiğini bile neredeyse kendi belirlemek istiyor. Küçük Christine’in aslında anneyi korumak üzere tecavüzü o zamanlar açık açık anlatmamış olması annenin olduğu kadar seyircinin de gözyaşlarını tetikliyor.
Sonuçta cesareti ve açık sözlülüğü yüzünden lanetlenmiş, hatta sansasyonel medya tarafından edebiyat gücü küçümsenmiş bir yazardan bahsediliyor.
Angot’nun adını ayrıca, tecrübeli kadın yönetmen Claire Denis imzalı İçimdeki güneş ve Bıçağın iki yüzü adlı filmlerin senaryolarına katkısından da duymuş olabilirsiniz.
Belgeselin sonuna doğru annesini sözleriyle bir tek sakinleştirebilen, artık büyümüş kızı oluyor; ama mevzubahis sekansın seyirciyi çok ikna ettiği söylenemez.
Rüyasında bir kere babasının cinsel organını bir bıçakla kestiğini görmüş olsa da anlaşıldığı kadarıyla Angot’nun travmasının izleri hâlâ çok canlı ve acı verici.
#MeToo hareketine zayıf ve geç tepki vermiş bir diyar olarak Fransa, 1999’da yayınlanlanmış meşhur Ensest adlı romanına gösterilen alaka dahil, yarasına merhem bulamamış Angot’yu teselli etmekten çok uzak.
(MT/HA)