Kooperatifçilik konulu bir önceki yazının ardından kadın kooperatifleri üzerine yazmayı planlamıştım.
Ama Türkiye’de gündem o denli hızlı değişiyor ki…
Birden yakıcı bir konu gündemin merkezine oturdu. Adına ne dersek diyelim, “bombalar”, “ağır silahlar”, “savunma”, “hücum”, “etkisiz hale getirme”, “şehit” sözcüklerinin geçtiği cümleler duymaya başladık. Komşu ülkelerle, dünyanın egemen ülkeleriyle ilişkilerimiz, bunların ülke içine nasıl yansıyacağı, yaratacağı yeni sorunların neler olacağı; uluslararası ilişkileri nasıl etkileyeceği düşünülüp/tartışılırken kadın kooperatifleri üzerine yazmayı -içinde bulunduğumuz durumun ağırlığı nedeniyle- bir türlü gerçekleştiremedim.
Üç yıl önce...
Türkiye’de üç yıl önce de böyle birdenbire değişivermişti gündem. Bir grup arkadaşımla birlikte “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalamamızın ve bunu kamuoyu ile paylaşmamızın hemen ardından “yaratılan” gündemin baş oyuncuları oluvermiştik.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devletin üst kademe yöneticileri büyük bir hiddetle suçladılar bizleri.
Cumhurbaşkanı, “aydın müsveddesi”, “aydınlık değil karanlıksınız”, “mandacı”, “sözde aydınların ihaneti” dedi. Ulusal televizyonlarda söyledi bunları. Bütün ulusal gazetelerde.
Ulusal gazetelerde başka başka hakaretlerle ve tehditlerle manşetlerdeydik. Hem de fotoğraflarımızla…
Arkası malum, idari soruşturmalar, tutuklanmalar, ceza davaları, yurtdışına zorunlu gidişler, KHK’lar, üniversiteden atılmalar, yeni iş bulma olanaklarının kısıtlanması ve niceleri…
Sağ kalım çabaları
Bu denli zorluklar her birimizin yeni yeni sağ kalım çabalarına yol açtı. Kitap çevirileri, açılan kafeler, kütüphaneler, restoranlar, sahaflar; araştırma kuruluşları, dayanışma akademileri, partilerde, sendikalarda ve çeşitli STK’larda yürütülen çalışmalar bunların başlıcalarıydı. Yaşamın devamlılığını sağlayabilmek ve kamusal fayda yaratmak hedefi hep birlikte yürüdü.
Yeni hayat olanakları arandı, hem teorik olarak hem de yaşam pratiklerini oluşturarak. İşte kooperatifler de “ başka bir hayat mümkün” şiarının cisimleştiği alanlardan birisi oldu.
Ben de yukarıda saydığım faaliyetlerin bir kısmını yaptım/yapıyorum. Kooperatifçilikle ilgili kuramsal ve pratik çalışmalar en önemsediğim faaliyetlerimden birisi.
Kadın kooperatifi
Mersin’de bir grup arkadaşımla beraber bir kadın kooperatifi kurmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız ilçede (Mersin-Mezitli) “Kadın Üreticiler Sorunlarını Tartışıyor” başlıklı bir toplantı yapıp öncelikli sorunlarını öğrenmeye çalıştık.
Gıda üretiminin planlamadan uzak, sadece piyasa mekanizmasının belirleyiciliğinde yapılması üreticileri, özellikle de kadın üreticileri çok zor durumlarda bırakabiliyor. Ne üreteceğine bir önceki yılın fiyatlarıyla ve geçmiş üretim tecrübesiyle karar veren üreticiler çoğu kez ürün fazlası ve bu ürünlerini pazara ulaştırma problemleri ile karşı karşıya bırakıyor. Toplantıdan çıkardığımız temel sonuçlar bunlardı.
O zaman tarıma yönelmeyi hedefledik, bölge için yeni ürünler saptayalım, kadın üreticilerin üretim bilgisi ve yetiştiricilik sertifikası almalarına aracılık edelim, kadınlar küçük ölçekli de olsa bu ürünleri kendi topraklarında üretsinler, üyesi oldukları kooperatife satsınlar diye düşündük.
Toprakla buluşma
Sonra kooperatifin diğer üyeleriyle bunların pazarlanmasını ve katma değer yaratacak şekilde başka ürünlere dönüştürmesini hedefledik. 3-4 ay ürünleri belirlemek için ziraat mühendisleri ve gıda mühendislerinden bilgi ve tavsiyeler aldık ve ürünlerin ne olacağının adını koyduk. Ürünlerimizi belirlerken; halen tarımla uğraşan ve kadın üretici pazarında ürünlerini satan kadınların rakibi olmaktan kaçındık. Bölgemiz için yeni ürünler saptadık.
Kadın üreticilerimize bu yeni ürünleri önermeden önce, bölgeye uyumlarını ve verimliliklerini test etmek amacıyla, küçük alanlarda deneme üretimleri yapalım dedik.
Bir grup arkadaşımız dağlık bölgelerdeki çiftçilerin toprakta bıraktığı tohumluk fideleri topraktan söktü. Artık fidanları toprakla buluşturmanın zamanıydı.
10-12 kadın buluştuk, bir kısmımız ilk kez görüyordu enginar fidesini, bir kısmınız da tarım bilgisiyle donanmıştı. Baştan beri bizimle olan ziraat mühendisi arkadaşımız ve bu konuda deneyimli kadın arkadaşlarımız en büyük güvencelerimizdi.
Sevinç dalgası
Hep birlikte konuşarak, gülerek başladık işlerimize. Bir ağızdan türküler söyledik. “Amanın kızlar ne zor imiş burçak yolması, burçak tarlasında gelin olması” derken, telefonum neşeli neşeli çalmaya başladı (kötü haberde acı acı çalarsa, iyi haberde neşeli neşeli çalar herhalde). Oturduğum site yöneticisi mahkemeden bir zarf geldiğini söyledi. Ricam üzerine okumaya başladı: sanık Ayşe Gül Yılgör, …terör örgütü propagandası, …kamu davası, ….Anayasa Mahkemesi kararı, OY BİRLİĞİ İLE BERAATİNE…
Bir sevinç dalgası yayıldı, kahkahalar, sarılmalar, gülüşmeler…
Ben de sevindim, mutlu oldum ilkin, sonra garip bir hüzün sardı içimi… Öyle ya itham ederken gazetelerde, televizyonlarda en yetkili kişilerce suçlama; sonra ilk ifadeyi bile vermeden gıyabında çıkarılan beraat kararları. Her birimize tek tek gönderilen küçük sarı zarflar. Kimseye duyurmadan kapımıza gizlice bırakılıveren. Hiçbir gazetede “Barış Akademisyenleri beraat etti” haberine rastlamadık. Televizyon tartışmalarında da konuşulmadı. Bu nasıl adaletsizlik…
Sürgünde yaşamaya devam edenleri, bir daha aramıza dönemeyecekleri, Sevgili Mehmet Fatih Tıraş’ımızı düşünüyorum. Beraat kararları bu kayıpları telafi edebilecek mi?
Bir tek şey umutlarımı tazeliyor yeniden. Bu benim kişisel beraatim değil; yansımalarını sonraki zamanlarda görecek olsak da, başka bir hayat arayışı adına, barış adına, ifade özgürlüğü adına bir kazanım. (AGY/DB)