*Fotoğraf: Engelli Hakları Forumu / Facebook
14 Mayıs seçimlerindeki süreç, yaşananlar ve söylenenler, söylenmesi gereken lakin söylenmeyenler, ülkenin siyasi hafızasında çok derin izler bırakarak sonuçlandı. Bu döneme ilişkin analizler, eleştiriler, doğrular, yanlışlar, kızgınlıklar ya da kırgınlıklar uzun bir süre gündemi meşgul etmeye devam edecek gibi görünüyor. Değerlendirmelerin hepsi çok kıymetli şüphesiz. Zira özlemini duyduğumuz toplumsal özgürlük ve eşitlik düşlerimiz için kolektif aklı ortaklaştırmaya çok ihtiyacımız var.
Bu düş yolcularının farklı toplumsal kesimlerinin, her birinin kalbinde farklı yaralar açan, zihinleri karıştıran sorular, cevaplara muhtaç ve haklı bir beklentiyi açığa çıkarıyor elbette ki. Ve fakat biz engelliler ve aileleri için durum çok net. Zira 14 Mayıs seçimleri milyonlarca engellinin, siyasi temsilinin görmezden gelindiği, değersiz kılındığı, itibarsızlaştırıldığı ve hiçleştirildiği, "en sağlamcı" seçim olarak hafızalarımıza kazındı.
Sonuç hepimiz açısından büyük bir hak ihlali. Mevcut siyasi partilerin pratikleri üzerinden geçtiğimiz günlerde, sosyal medya dâhil birçok platformda, haklılığı tartışmasız olan hayal kırıklığı, öfke, kızgınlık, üzüntü ve hatta umutsuzluk içeren çok fazla söz kuruldu.
Sonuçların etkileri ortada. Nedenleri ise izaha muhtaç. Önümüzdeki süreci analiz etmek, mücadeleye verebileceğimiz katkı adına en öncelikli görev aslında.
Peki engelliler neden mevcut siyasi denklemin dışında? Bizler, engellilerin siyasi temsili derken neyi kastediyoruz? Engelliler bugüne değin siyasette gerçekten temsil edildi mi? Engelliler siyasette neden temsil edilmeli? Sorulara aradığımız cevaplar, geldiğimiz noktanın izahını yapacak, gelecek adına "nasıl yapmalı"ya katkı sağlama amaçlı. Lakin cevaplara geçmeden bazı tanımlara da bakmakta fayda var.
"Siyaset" kelimesi yapısal olarak, Arapça seyis kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. Islah etmek, idare etmek anlamını içermektedir. İlk bakışta bize, ne ilgisi var dedirten bir bağlantı olsa da metaforik olarak, bir atın vücuduna çarpan kırbacın sesi ve bedenindeki etkisi zihnimizde canlandığında, yıllardır siyasette toplumsal olarak yaşadığımız acılarla birebir örtüşen hislerle, trajik bir benzeşmeyi de çağrıştırması ironiktir.
Bernard Crick, "Siyaset, farklı çıkarlar arasında bölünmüş toplumların, şiddet içermeyen özgür tartışma yoluyla yönetilmesidir" diyor.
Duverger'ye ise "Hem bir çatışma ve iktidar kavgasıdır, hem de toplumun bütün üyelerinin yararına olabilecek bir düzen yaratma arıcıdır."
TDK'nin tanımıyla; "Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış."
İnsanlık tarihi boyunca birçok felsefeci ve siyaset bilimcinin kendince yaptığı tanımlamalar, sayfalara sığmayacak denli fazladır muhakkak.
Engelliler için ise "siyaset" denildiği zaman ilk akla gelen, bir şehir efsanesi olarak kulaktan kulağa dolaşan, zihinden zihine kodlanan en klişe cümle şudur: "Engellilik siyaset üstü bir meseledir."
Tabii adı üstünde bu cümle sadece bir efsane! Gerçeklere dönelim öyleyse.
Tüm bu tanımları bir yana bırakıp, yaşamın içinden kendi tanımlarımızı yapalım. Siyaset nedir?
Biz engelliler için siyaset, aciz, muhtaç, yük şeklinde düşünce kalıpları ile engellinin yaşadığı negatif kültürü inşa eden sistemin adıdır.
Engelliler için siyaset, seçim startı verildiği andan itibaren, rakiplerine her fırsatta, "Topal ördek, "Kör müsün?", "Sağır mısın?" gibi ifadelerle hitap eden, engellilerin gündelik yaşamlarında maruz kaldıkları ayrımcı nefreti büyüten, sorumsuz, zehirli bir dildir.
Ülkenin en büyük azınlıklarından biri olduğu halde, gücünü birleştirememiş olmanın doğal bir sonucu olarak yaşadığımız toplumsal yalnızlığın ve çaresizliğin öfkesidir, siyaset.
Siyaset, insanlık tarihi boyunca mitolojiden Aristo'ya, Platon'dan Jean-Jacques Rousseau'ya kadar, engelliliğin toplumsal kodlarını nesillerden nesillere aktaran, negatif kültürün devamlılığını sağlayan hafızadır.
SMA'lı bebeklerin ömrüne değer biçen, kader yazan, yaşama kaynak ayırmayan, bütçedeki tercihlerdir, siyaset.
Her eğitim döneminde engelli çocukları okullara almayan, öğretmenlerin, velilerin, okul idarecilerinin, kendilerinden hesap sorulmayacağının özgüveniyle, kabalaşan hadsizliğin kendisidir.
Siyaset, eve, aileye bağımlı hale getiren sosyal politikalarla, milyonlarca engellinin gasp edilmiş özgürlüğü, bu özgürlük pahasına devasa bir nüfusun her seçim döneminde istismar edilişidir.
Tüm siyasi dinamiklerin var olan hak gasplarına karşı sessiz kaldığı belki de bu tavırlarla ortaklaştıkları tek konu olan engellilik alanının, görmezden gelinerek, değersizleştirilmesidir.
Siyaset, ekonomik koşulları uygun olmadığı için, böbreklerini kaybetme pahasına, medikal malzemelerini yıkayarak tekrar tekrar kullanmak zorunda kalan engellilerin çaresizliğinin sebebidir.
Nöroçeşitli zihinleri zor yoluyla nörotipikleştiren, başarı hikâyeleri ile serbest piyasada metalaştıran, tek tipleştiren, eğitim sisteminin meşrulaştırılmasıdır.
Siyaset, her yeni yasama döneminde erişilebilirliği öteleyen, erişilemez olarak inşa edilmesine onay verilen yeni kentlerle, engellilerin toplumsal varlığının inkârıdır.
Siyaset, yılda iki kez, günün önemine atfen, tabiri caizse sokaklarda fotoğraf çekmek için engelli arama seferberliği başlatan, pişkinliğin adıdır.
Siyaset, eğitim, ulaşım ve istihdam alanlarında engellilerin eşit yurttaşlık haklarını öncelemeyen yetmezliklerdir.
Kendini hep veren el olarak kabul ettiren, engellileri ise her daim alan konumunda gösteren, 1874 TL'lik sefalet ücretiyle, insanlık onurunu örseleyen, sadaka kültürünün resmi inşasıdır.
Doldurulmayan istihdam kotalarıdır, siyaset...
Siyaset, bakımevlerinde işkenceyle öldürülen çocuklarımızın, suçlularını cezasız bırakan yasaların acizliğinin, bizdeki kalp ağrısıdır.
Siyaset, her seçim döneminin "en önemli seçim dönemi" ilan edildiği, engelliliğin bu öneme istinaden öncelenmesi gereken listenin hep dışında bırakıldığı, önem sırasının önemsizi, eşitsizliklerin eşitsizliğidir.
"Engellilik siyaset üstü bir meseledir" söylemiyle, tamamen iyi niyetliymiş gibi görünen, kolektif düşün hafızasına yerleştirilmiş bu mitin, gerçekte ekonomik, kültürel ve sosyal olmak üzere yaşam alanlarının tamamında olduğu gibi, engellileri daha en başından siyasetin dışında bırakan işlevini sorgulamadan bugünü açıklayamayız.
Zira "melekler" ifadesiyle yüceleştiren, ama eş zamanlı bir biçimde "kardeşlerim" söylemiyle hızlıca dikey ilişkiyi inşa etmek suretiyle, engellileri kendi üstünlüğünün altına indirgeyen, kurnaz sağlamcı aklın ürettiği bu fikrin meali; siyasetin üstünde tutulacak engellilerin, yaşamın dibinde bırakılacağı gerçekliğidir.
Şu çok açıktır ki her toplumsal kesimin, tüm eşitlik ve özgürlük yolcularının ve tüm insan hakları savunucularının varlığı için hak gördüğü siyaset alanı, engelliler için de tartışmasız olarak, eşit biçimde yer almaları gereken, "üstü değil" bizzat çözümün adresi ve yaşamın tam da merkezidir.
Siyasetin engelliler için yaşamsal tanımlarını bulduktan sonra, temsil kısmının ne olup ne olmadığı konusunu ise ikinci yazıya bırakacağız.
Şüphesiz bu seçim sürecinin biz engelliler açısından ortaya koyduğu en önemli gerçeklik şu ki, şikâyet etmekten ve talep etmekten ziyade, dallarımızı kırıp canımızı yaksalar da umutsuzluğa kapılmadan direnişe evrilen ve güçleri birleştiren yeni bir başlangıca ihtiyacımız var.
Geride bıraktığımız süreçte, kumun üzerine yazdığımız bir yazı misali sözümüzü, mevcut fırtınada kıyıya çarpan dalgalarla yitirsek de buradayız ve inatla yazmaya devam edeceğiz bu sahilde... Zira pupa yelken açılsa da maviliklere, insanlık limanına varamaz, özgürlük ve eşitlik sevdalılarının tümü bu gemiye binmedikçe...
(HBÇ/VC)