Uzun bir dönem referandum, yerel ve genel seçimler nedeniyle memurlara enflasyon farkı verilerek; asgari ücretlilere ise açlık sınırında bir ücret sağlanarak iktidarın oy kaybı önlenmeye çalışıldı. 2024 yerel seçimlerinde mızrağın çuvala sığmadığı, halkın reel gelir kaybının resmi verilerle ifade edilenin çok ötesinde olduğu açığa çıktı. Her ne kadar toplumsal muhalefet cılız bir erken seçim çağrısı yapıyorsa da iktidar uzunca bir dönem sandıktan uzak kalmaya çalışacak gibi görünüyor. Çünkü iktidar da resmi verilerden öte bir yoksullaşmanın yaşanmasına neden olduğunu ve sandığa giderse muhtemelen iktidardan düşeceğini öngörüyor.
Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde “yoksulluğu derinleşen kesimler” gelirsiz yoksullar ve işsizler ile sabit ücretliler oluyor. Bu kesimler nüfusun çok önemli bir bölümünü oluşturan memurlar, emekliler, işçiler ve düşük gelirliler ile işsizlerdir. Bu yönüyle yüksek enflasyon yoksullardan alınan dolaylı bir vergi işlevini görmektedir. Bugünlerde vergi yaratmada yaratıcılığın sınırlarını zorlayan Hazine ve Maliye Bakanlığı, ekonomik krizin yükünü “enflasyon makinesi” ile en çok sabit ücretlilerin omuzuna yüklediğini biliyordur. “Bu bilgiye rağmen” asgari ücretlilere zam yapılmaması bu yükün artması anlamına gelecektir.
Kiradan ulaşıma, ekmekten suya her şey zamlanırken asgari ücrete zam yapılmaması zaten düşük olan asgari ücretlilerin satın alma gücünün daha da düşmesi anlamına gelecektir. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verilerinin doğruluğu varsayıldığında bile ocak ayından bugüne dek fiyatlar genel düzeyindeki artış oranı yani enflasyon yüzde 22,72 oranında olmuştur. Bazı harcama kalemlerinde bu oran yüzde 30-40 bandını geçtiği halde, asgari ücrete zam yapılmaması asgari ücretlileri açlık sınırının çok altında yaşamaya mahkum edilmesi demektir.
Hiç zam yapılmadan yıl sonuna kadar 17 bin TL bandında ısrar edilmesi asgari ücretin yüzde 40-45 bandında değersizleşmesi ile sonuçlanacaktır. An itibariyle birçok kuruluş ve sendikanın açıkladığı açlık sınırı 17 bin TL’nin üzerine çıkmıştır. Toplu iş sözleşmesi kapsamında enflasyon farkı nedeniyle emekliler ve memurlar Temmuz ayında “cari bir maaş zammı” alacakken, asgari ücretlinin almaması gelir adaletsizliğini daha da derinleştirecektir. Toplam istihdamın yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan asgari ücretlilerin, geçim sorununu özellikle metropollerde daha derinden hissedeceği bir dönem yaşanacaktır.
İktidarın zam yapmama politikasının olumsuz sosyal sonuçlarının açığa çıkacağı bilinmelidir. Geçinmek amacıyla, bulabilenler ek işe başlamak zorunda kalacak; bulamayanlar temel tüketimlerinde kısıtlamaya gitmek zorunda kalacaktır. Milyonlarca haneyi etkileyecek olan bu “zam yapmama” politikasında ısrar edilirse “sosyal patlamalar” çeşitli şekillerde açığa çıkabilir. Ev içi şiddet, intihar, ekonomik etkenlerle boşanma vakaları, gençler için evlenememe sorunu ve ekonomik suçlarda artış eğilimi tetiklenebilir.
Adaletsiz ücret politikalarının diğer önemli bir sonucu da “işten ayrılmaları” tetiklemesi olabilir. Açlık sınırlarının altında kalan asgari ücret tutarları, iradi işsizlik oranlarını yükseltecektir. Türkiye’de zaten yüksek olan iradi işsizlik oranlarının yükselmesi istihdam oranlarının düşmesine ve işgücü dışında kalan nüfusun artmasına yol açacaktır. Bu durum; deneyimli işgücü kaybına, mesleki deformasyona ve üretimde liyakatin azalmasına yol açacaktır. TÜİK’in açıkladığını Türkiye işgücü veri seti bu bağlamda bir değerlendirme yapmak için ayrıntıları içermese de işgücüne dahil olmayan nüfus oranları ve genişletilmiş işsizlik verileri bu varsayımı doğrulamaktadır.
İktidar sermaye-yanlı yanlış politikalar ve tespitler ile asgari ücrete zam yapmama konusunda ısrar ediyor. Türkiye’deki ekonomik krizin nedeni asgari ücretliler değildir. Fiyatlar genel düzeyinin artmasının da tek nedeni ücret maliyetleri değil. Zam yapmama politikası ile“en çok çalışan ve en az kazanan toplum kesimine “lütfen biraz daha dişini/kemerini sık” çağrısı yapılmaktadır. Asgari ücretlilere yapılacak zammın enflasyon nedeni olarak gösterilmesi birçok açıdan hem doğru değildir hem de sosyal birçok soruna yol açması nedeniyle risklidir.
Enflasyonun gerçek dinamiklerinin tespit edilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması elbette önemlidir. Ancak hayat pahalılığının en önemli nedenleri arasında ücret artışları kadar etkili olan ÖTV, akaryakıt vergileri gibi etkenler tartışılmamaktadır. Ayrıca sonuçlar üzerinden yapılan değerlendirmeler süreci ıskalamaktadır. Ülkeyi ekonomik krize sürükleyen kur şoklarının, faiz politikasının asıl sorumluları faturayı asgari ücretliye kesmektedir. İktidarın son 10 yılda “orta vadeli” diye açıkladığı tüm planlar birbiri ile çelişkili, istikrarsız ve çok kısa vadeli “metinler” olmuştur. 2015’te görevi bırakan Mehmet Şİmsek’in bıraktığı dönemde faiz, enflasyon ve işsizlik oranı tek haneli idi. Şimşek görevi bıraktığında 2,87 olan dolar kuru bugün 33 TL olmuş. Bu koşullarda maaşın tek başına artması elbette çözüm değil ama artmaması hiç çözüm değil. Asgari ücretlinin maaşından kesinti yapılarak bu krizden çıkılamaz. Ülkedeki ekonomik kriz Suriye krizi ile, KHK-OHAL krizi ile ve yine bugünlerde kamuoyunun gündeminde olan kayyum krizi ile bağlantılıdır. Hukuksuzluğun ve güvensizliğin ikliminde yatırım, istihdam ve refah artışı olmaz.
Yüksek kayıtdışı ve işsizlik oranları, düşük ücretli ve gayrı insani koşullarda çalışma koşullarına yol açmaktadır. Denetim yetersizliği nedeniyle birçok işletme asgari ücret vermeden, sigorta yatırmadan işçi istihdam edebilmektedir. Ülke genelinde asgari ücrete zam yapılması, tüm ücretleri olumlu anlamda etkilemektedir. Asgari ücretin altında çalışan kişilerin ücreti de asgari ücret artış oranından olumlu etkilenmektedir. Çünkü ortalama ücretler de asgari ücrete göre bir artış eğilimi içindedir. Zaten Türkiye’de ortalama ücret, asgari ücrete yakınsamıştır. Çünkü hiçbir AB veya OCED ülkesinde göremeyeceğimiz oranda bir “asgari ücretli çalışma oranı” mevcuttur. Çalışanların yarısından fazlasının ücretini doğrudan etkileyen asgari ücret düzeyinde Aralık ayına kadar zam yapılmaması çözümsüzlüğün, krizin ve politikasızlığın faturasının işçilere kesilmesi anlamına gelecektir. Seçim yılı değil diye iktidarın bu politikayı “ısıtıp durması” ve bazı “sermaye iktisatçılarının” da alkış tutup onay vermesi yaşanacak sosyal yıkımın farkında olmadıkları için değildir. İktidar da bu yorumları yapan kişiler de sınıfsal bir tercih yapmaktadır. Bile isteye faturayı en korunaksız, sendikasız ve örgütsüz kesimlere çıkaracaklar.
(SO/AS)