Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programı’nı açıkladı. Bu programda, yıl sonuna kadar elektrik ve doğalgaza zam yapılmaması, bankaların 1 Ağustos’tan sonra kullandırmış oldukları kredilerde yüzde 10 indirim yapılması, özel sektör firmalarının fiyatlarında yüzde10 indirim yapmaları konusunda “tavsiye”de bulunulması öngörülen düzenlemeler arasındaydı.
Yapılan diğer düzenlemeler arasından yukarıda belirtilenlerin ayrılmasının bir nedeni var. Bunlar, normal koşullarda piyasadaki arz ve talep koşullarına göre belirlenmesi gereken fiyat mekanizmasına müdahale anlamı taşıyor. Bu durum serbest piyasa, devlet/hükümet müdahalesi, enflasyonla mücadele çerçevesinde tartışılırken iki soru sorulabilir:
1. Fiyatların bu şekilde yönlendirilmesini serbest piyasa ekonomisi kapsamında nasıl değerlendirebiliriz?
2. Hükümetin “tavsiye kararına” özel sektörün tavrı ne olmuştur? Bu tavır nasıl açıklanabilir?
Serbest Piyasa Ekonomisi
Günümüzde ekonomik hayatı egemenliği altına almış olan neo-liberal düşünce, “serbest piyasa ekonomisinin diğer ekonomik örgütlenmelerden üstün olduğu ve pazarların yapay müdahaleler olmadan işlemesine olanak tanınmasının, en etkin ekonomik sonuçları doğuracağı fikrini savunur”1. Yani devletin mal, para, sermaye ve işgücü piyasalarındaki denetleyici ve müdahaleci rolü olmamalıdır. Bu görüş; kaynakların piyasa mekanizması aracılığıyla daha etkin, verimli tahsis edileceği; piyasaların belirleyici olması ile kayırma, yandaşlara aktarma vb. olumsuzlukların ortadan kaldırılacağı düşüncesine dayanır.
Piyasa mekanizmasının ekonomiye müdahale gereksinimini ortadan kaldıracağı kabul edilir. Ancak, serbest piyasanın işleyişinde ortaya çıkabilecek aksaklıkların giderilmesi, piyasa koşullarının sağlıklı bir şekilde işlemesi, bunların gerektirdiği altyapının sağlanması durumunda devletin düzenleyici önlemler alabileceği (siz bunu devletin ekonomiye müdahale edebileceği olarak da anlayabilirsiniz) ana akım iktisatçılar tarafından kabul edilir. Bu müdahalelerin genellikle “tüm toplumun yararına” olduğu belirtilir ve demokrasi vb. kavramlarla ilişkilendirilir.
Bu önermelerin tartışma gerektiren yanları çoktur. Müdahaleyi gerektiren aksaklığın ne olduğu, nereden kaynaklandığı, toplumun hangi kesimi için tehlike oluşturduğu, toplumun bütünü tarafından aynı şekilde anlaşılmaz, netlik yoktur. Bu belirsizlik belirli kesimlerin çıkarları için yapılan kamu müdahalelerinin, toplumun bütünü adına yapıldığı manipülasyonunu kolaylaştırır. Kapitalist ekonominin ve piyasa mekanizmasının yol açtığı aksaklıklar veya krizler akut sorunlarmış gibi kabul edilip, gerekli önlemler genellikle kamu kaynakları kullanılarak alınır. Toplumun bütününü ilgilendirdiği söylenen istikrar sağlayıcı önlemlerin bedeli nedense (!) bir kesim tarafından ödenir.
Bu tür uygulamaların Dünya’da ve Türkiye’de çok sayıda örneği vardır:
* 2007 krizinden sonra ABD Hazinesi mortgage şirketlerinin, yatırım kuruluşlarının iflas etmemesi için büyük miktarlı desteklerde bulundu. Sadece Fannie Mea ve Freddie Mea’nın kamulaştırılmasına 187 milyar dolar finansman sağlandı. “Sorunlu Varlıkları Rahatlatma Programı” ile bankaların sahip olduğu ve değersiz duruma düşen menkul kıymetler2 için 700 milyar dolar destek sağlandı.
* Benzeri kurtarma operasyonları İngiltere’de de yaşandı.
* 1994 krizinden sonra, piyasadaki fazla likiditeyi çekip, döviz ve para-sermaye piyasalarına istikrar sağlamak için yıllık yüzde 406 faizli hazine bonosu ihraç edildi. Yüksek faizin kamu kaynakları ile ödenecek bir maliyet olduğu açıktır.
* Mevduata yüzde 100 devlet garantisi verildi. Böylelikle finansal yapısı yeterince güçlü olmayan bankalar desteklenmiş oldu.
* 2003 yılına kadar 22 banka TMSF’ye devredildi. Alacaklarının tahsili için ödeme kolaylıkları, faiz indirimleri getirildi. Bu bankaların, kamu kurumlarına, belediyelere olan ve büyük tutarlara erişen borçları tahsil edilemedi.
* Seçim ekonomisine zarar vereceği düşüncesi ile Merkez Bankası’nın faiz artırma düşüncesi Cumhurbaşkanı tarafından engellendi. Merkez Bankası’nın araç bağımsızlığına müdahale edildi.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, burada söylemeye çalıştığımız şey, birkaç gün önce yapılan müdahalenin Türkiye’ye ile ve bu dönemle sınırlı olmadığı. Söylenmek istenen, teorik olarak, güçlü olanın, verimli çalışanın ayakta kalacağı, zayıfların ise piyasadan silineceği söylenmesine rağmen büyük işletme ve bankaların iflasının kamu kaynakları kullanılarak engellenmesi. Devletin gerekli olduğu dönemlerde düzenleyici olabileceği söylenirken, kriz dönemlerinde ekonomide “kurtarıcı” rolü oynadığı. Bu durumda, koşullar iyi iken devletin ekonomik yaşamdaki rolünün azaltılmasını savunan; ekonomik istikrarsızlık, kriz dönemlerinde maliyeti ve sorumluluğu yüklenmesi için devleti çağıran liberalizmi yeniden tanımlamaya çalıştım. Faydacı liberalizm, tutarsız liberalizm, adaletsiz liberalizm aklıma gelenler, ya da bunların tümünü içeren bir sıfat…
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programı çerçevesinde, hayata geçireceklerini söylediği faiz indirimi ve özel sektöre tavsiye ettiği fiyat indirimlerini de bu çerçevede değerlendirebiliriz. Maliyetlerdeki artışı göz ardı ederek, yüzde 10’luk fiyat indirimin enflasyon sorununu çözmeye yetecekmiş gibi, bir milli seferberlikmişsesine sunulan önlemler…
Özel Sektörün Tavrı ve Nedenleri
Enflasyonun ne demek olduğunu, nedenlerini ve çözüm araçlarını çok iyi bildikleri varsayılan özel sektör, yüzde 10’luk fiyat indirimi tavsiyesini büyük bir “gönüllülükle ve hevesle” kabul etti. Özel sektörün bu tavrı çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir.
* Enflasyon hem işletmeleri hem de bireyleri etkiler. İşletmelerin maliyetlerinde artış anlamına gelir. Maliyetlerdeki artışı fiyatlarına yansıtamayan işletmeler için enflasyon, satışlarda azalma, stoklarda artış demektir. Bireylerin satın alma gücündeki azalma ile birleştirildiğinde işletmelerin enflasyondan etkilenme düzeyi artar.
* Enflasyon işletmeler kadar bireyi, aileyi, günlük yaşamı etkiler. Ücret artışları genellikle enflasyon artışının gerisinde kaldığı için, gereksinimlerini daha az karşılayabilirler. Enflasyon özellikle dar gelirli kesimler için yoksullaşma anlamı taşır. Ekonomik bir sorun olan enflasyon sosyal bir sorunu da oluşturur. Bu yönleri çok iyi bilindiği için, hiçbir birey veya işletme, enflasyonla mücadele adına alınacak önlemlerin dışında kalmak istemez.
* Özel sektör bir milli seferberlik haline getirilen hükümet tavsiyesinin dışında kalarak, hükümetle ters düşmeyi istememiş olabilirler.
Özel sektörün katılımının gerçekten gönüllü olması durumunda;
- her şeyden önce böyle bir fiyat indirimi tavsiyesinin örtük bir talep olduğunu, bunun da piyasanın kendi dinamikleri ile işleyişine müdahale anlamı taşıdığını vurgulamaması,
- enflasyonun nedenlerini, uygulanan ekonomi politika ile bağlantısını ve yüzde 10’luk fiyat indiriminin enflasyonla mücadelede yetersiz kalacağını belirtmemeleri ve alınması gereken yapısal önlemleri tartışmamaları eleştirilmesi gereken başlıca noktalardır.
Borçlanmaya dayalı finansman, inşaat sektörüne dayalı büyüme, kontrollü Merkez Bankası politikaları, döviz kurlarındaki oynaklık, temel girdi fiyatlarındaki yükselme, maliyet enflasyonu, ekonomik küçülme beklentisi, durgunluk tehlikesi, konkordato ilan eden şirket sayısının her gün artması… Aslında hükümet de, özel sektör de biliyor sorunların çok yönlü olduğunu, çözümün de çok daha kapsamlı olması gerektiğini. Ama sanırım siyasetçiler, uzun sürecek ve maliyeti ağır olacak bir süreci topyekün bir mücadeleye dönüştürerek, toplumsallaştırmaya yani tüm halka yaymaya çalışıyorlar. (AGY/TP)
1 Yükseker, Deniz, 2003, Birikim, Sayı: 170-171.
2 Bankaların için çok riskli olduğunu bilmelerine rağmen, çok yüksek kar elde etmek için satın aldıkları menkul kıymetler.
* Fotoğraf: pixabay