Youtube’a “Sinan Küfeoğlu” yazarak bu değerli akademisyenin röportajını sonuna kadar izlemenizi öneririm. Daha yeni yüklenmiş. Video biraz uzun ama öylesine çarpıcı ki, biraz sabır direnci göstermenize bile gerek kalmadan videoyu ilgiyle izleyeceksiniz.
Cambridge Üniversitesinde görev yapan Bayburtlu akademisyen Sinan Küfeoğlu'nun enerji politikalarımızla ilgili açıklamaları dudak uçuklatacak cinsten.
Enerji konusu belli bir uzmanlık gerektiriyor. Bu nedenle yazımın alanını genel tespitlerle ve bu bağlamda video röportajdaki bilgilerle sınırlı tutacağım.
Enerji bir ülkenin ana damarıdır. Üretimin motorudur. Enerji yoksa, üretemezsiniz. Türkiye, enerji fakiri bir ülke. Yıllık ithalatın ortalama yüzde 25’lik kısmını enerji kalemi oluşturuyor. Petrolü de doğalgazı da ithal ediyoruz. Doğalgazdan elektrik üretiyoruz ki, pahalı bir yol bu. Bunlar bilinen temel gerçekler.
Peki, günümüzün ve geleceğimizin en temel sorunu hakkında ne yapıyoruz? Bir enerji politikamız var mı? Enerjide yarına dair bir planımız var mı? Dünya hangi tür enerji kaynaklarına yöneliyor, biz ne yapıyoruz?
Avrupa da enerji açısından dışa bağımlı. Ancak AB çatısı altında hükümetlerin, üniversitelerin iş birliği dahilinde yoğun bir enerji üretimi proje çalışmaları yapılıyor. Avrupa, insan sağlığını tehdit eden ve çevre kirliliğini artıran fosil yakıt kaynaklı enerjiden ve nükleer enerjiden tedricen uzaklaşırken temiz enerji (rüzgâr, güneş, jeotermal, dalga, hidroelektrik) alanlarına yatırım yapıyor.
Ya biz?
Ülkeyi kömür yakıtına dayalı termik santrallerle dolduruyoruz. Yalnızca Çanakkale gibi tarım ve hayvancılık bölgesine 19 adet termik santral kuruluyor. Bunun 16 adedi ithal kömürle çalışacak. Kömür ithal edilecekse, bunun neresi enerji bağımlığını azaltıyor? Daha kötüsü çevrede yaratacağı tahribat, insan sağlığını doğrudan etkileyecek, tarım ve hayvancılığı bitirecek. Zarar çok daha büyük olmayacak mı? Zaten Kaz Dağları, altın madeni firmaları tarafından delik deşik edildi.
Elbette ülkenin enerjide dışa bağımlılığı azaltılmalı. Ama nasıl? Enerji dağıtım hatlarındaki kaçakların en aza indirilmesinden enerji verimliliğinin sağlanmasına; üretim kaynaklarının rantabl kullanımından temiz enerji alanlarına yatırım yapılmasına; enerji alanında doğru düzen bir enerji atlasına ve istatistikine sahip olunmasına kadar kapsamlı bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Ortalık birbirini tutmayan ve enerji yatırımcılarının manipülasyonlarına dayalı istatistiklerden geçilmiyor! Buna rağmen bakanlık başta olmak üzere üniversiteler, araştırma kurumları ve TMMOB’un ilgili şubeleri koordinasyonuyla yapılmış bir çalışma yok. Olacağa da benzemiyor.
Siyasetin palavraları ve kahredici gerçeklik
Küfeoğlu, Bayburt doğumlu ama Finlandiya vatandaşı. Aslında bilgisiyle, mesleğiyle, ürettiğiyle vatandaş aidiyetinden de öte bir uluslar üstü niteliğe sahip. Böyle olmakla birlikte ülkesiyle zihinsel/duygusal bir bağı var; doğduğu, çocukluğunun ve gençliğinin ilk dönemlerinin geçtiği yer. ODTÜ mezunu. Bu aidiyet duygusundan dolayı Küfeoğlu, AB enerji programlarında çalışırken Türkiye’nin bakanlık dahil ilgili kurumlarına ve üniversitelerine yazıyor; gelin programlara katılın, proje getirin, enerji mali yatırımlarından proje payı alın vs. Cevap bile vermiyorlar! Videoda çok geniş olarak anlatılıyor.
Sinan Küfeoğlu’nun röportaj videosunu izlediğinizde bu temel sorunumuz karşısında hükümetin ilgili bakanlıklarının, bürokrasinin, üniversitelerin hiçbir şey yapmadıklarını göreceksiniz. Ülke olarak içinde bulunduğumuz gerçekliğin ne denli acı ve kahredici olduğunu göreceksiniz. Siyasetin palavraları ve aptal övünçleriyle topluma gaz verilirken dünyadan koptuğumuzu ve zaten açık olan farkın daha bir açıldığını göreceksiniz.
Hele bir de böylesi toplantılara arada sırada görevli olarak gönderilen bürokratların o toplantılara katılmadıklarını, yabancı dil bilmediklerini, yiyip içip şehri gezdiklerini öğrenince; neden sabah akşam vatan, millet, bayrak, devlet nutuklarının atıldığının bir gerekçesini daha öğrenmiş oluyoruz: Suçlarını gizliyorlar.
Yalçın Küçük’ün (epeyi mesafeli olsam da doğrularına katılırım) bürokrasiyi tanımlayan çok güzel bir sözü var. Küçük, “Bürokrasi, güç giydirilmiş sığlıktır” diyor. Devletin gücünü giyinmiş, ona yaslanarak hot zot eden bürokrasi o kadar sığ, o kadar dar kafalı ve o kadar yaratıcılıktan uzak ki…toplumun dinamikleri işte bu güçle bastırılıyor, sığlıkla boğuluyor.
Küfeoğlu teknik alanda bir akademisyen olması nedeniyle olsa gerek; ülkedeki bu rezaleti bürokrasiye, üniversitelere ve onların memur zihniyetine bağlıyor. Bu doğru tespit ancak fotoğrafın bir kısmını gösterir. Fotoğrafın tamamında ve bu görünen gerçekliğin akasında bürokrat-siyasetçi iş birliğinden oluşan devasa ve hantal bir devlet var! Siyasetin kamu kaynakları talanı üzerine işlediği bir ülkenin bürokrasisi de bundan pay almaya çalışıyor. “Su akarken küpünü doldur” anlayışının egemenliğinde şekillenen siyasetin pratiğinde, şahısların ve firmaların küpü dolarken ülke olarak kaybediyoruz. Küpün nemayla dolduruluşu ile toplumun beyninin hurafelere dolduruluşu her daim paralel gider.
Bu ülkede siyasileşen bir bürokrasi ve bürokratlaşan bir siyaset hep var oldu. Bunun temelinde toplumsal yaşamın her alanını kontrol altında tutan, birey olunmasından, özgürlükten, şüphe edenden (bilimin dinamosu şüphedir) ve yaratıcılıktan korkan bir devlet ve siyasal sistemin varlığı yatmaktadır. Geçmiş iktidarlarda olduğu gibi ve üstelik onlara parmak ısırtacak cinsten AKP de bu sistemin anlı şanlı bir yürütme gücü oldu.
Toplumun geleceği mi?
Ne kadar da naif bir soru!
Röportajda Sinan Küfeoğlu’nun söyledikleri çok çarpıcı. “Avrupa 30, 40, 50 yılını planlarken Türkiye ancak akşam yemeğini planlayacak kadar geri ve vizyonsuz” demesi, acı gerçekliğimizin üzerine tüy dikiyor.
Bu video röportaj bize beyin göçünü gösteriyor. Neden beyin göçü oluyor? Küfeoğlu bunu çok net cevaplıyor: Özgürlük yok. Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık da olmuyor.
Bu video bize devletin nasıl bir devlet olduğunu faş ediyor.
Bu video röportajın öyle bir iç enerjisi var ki, sistemi ve onun savunucularının siyasetlerini darmadağın ediyor. (HŞ/EKN)