Elektrik Piyasası Kanunu da dahil 10 kanunda değişiklik yapan torba yasa yürürlüğe girdi. Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun’un gerekçesi şöyle ifade edildi:
“Ülkemizin yatırım ortamının iyileştirilmesi ve arz güvenliğinin sağlanması yerli ve yenilenebilir kaynakların çok daha hızlı sisteme dâhil edilmesi kapsamında yatırımcının bürokratik işlemlerinin azaltılması amacıyla farklı kanunlarda tespit edilen uygulama sorunlarının giderilmesi.”
Kanun maddelerini gerekçeleriyle birlikte incelediğimizde enerji politikasının güvenlik, ekonomik, tarım, sanayi, eğitim, ulaşım ve çevre politikasından ayrı biçimlendirildiğini görüyoruz. Kamu yararı amacı gütmeyen bu düzenlemeler ile denetimsizlik yasal hale getirildi.
Kanun değişikliğinde ilk göze çarpan husus, nükleer enerji üretim tesisleri bağlamında istisnai hüküm getirilmiş olması. Bu hükümle, üretim lisansı alınmadan önce ilgili izin ve onayların alınmaması durumunda kamulaştırması yapılmamış alanda şirkete hukuka aykırı olarak faaliyet yürütme izni verilmesinin önü açılmış durumda. Ayrıca bu maddede yer alan düzenleme ile üretim lisansı verilmesinden sonra ne kadar sürede bu izinleri tamamlaması gerektiği kanunla belirlenmediği için idarenin belirliliği ilkesi de yok sayılmış oldu.
Yenilenebilir enerji santrallerine ilişkin yapılan kanun düzenlemeleri ise yatırım odaklı olarak kaleme alınıyor.
Planlama stratejisinin temel prensipleri olan koruma kullanma dengesinin sağlanmasını, bölgenin doğal, kültürel ve tarihsel niteliklerinin korunmasını bir belirleyici ve ilke olarak görmeyen bu düzenlemeler enerji politikasının bütüncül olarak ele alınmadığını gösteriyor.
Ayrıca düzenlemelerde yenilenebilir enerji santrali projelerinin enerji üretim, iletim, dağıtım hatları birbirinden bağımsız ele alınmış ve böylece çevresel etki değerlendirme sürecine dair olası bir bölünmüşlük yaratılmış oldu. Oysa enerji santrallerinde üretim, iletim, dağıtım süreçleri bir bütündür ve bir projenin kümülatif etkisinin gerçekçi olarak değerlendirilebilmesi için birlikte ele alınması gerekiyor.
Kanunun temel gerekçesinde de ifade edilen kömür teşviki ise Türkiye’nin Paris Anlaşması ile taahhüt ettiği emisyon azaltımına ilişkin herhangi bir planı olmadığını ve bu hedefi de tutturamayacağını gösteriyor.
Kömürün yarattığı sorunları sadece kullanılan teknolojinin yeni olup olmamasına bağlamaktan öteye gitmeyen ve insan ve çevre sağlığını belirleyici bir faktör olarak dahi ele almayan bu kanun düzenlemesi açıkça hukuka ve stratejik plana ve Türkiye’nin verdiği taahhütlere aykırı.
Bu kanunla yapılan değişiklikler sadece nükleer santrallere ilişkin istisnai hükümler, yenilenebilir enerji santrallerine ilişkin yatırım odaklı düzenlemeler ya da kömür teşviki eksenli değil. Birçok kanunda değişiklik yapan bu kanuna ilişkin genel değerlendirme yapacak olursak; değişikliklerin bir bütün olarak enerji talebini sorgulamayan, kamu yararını gözetmeyen, denetimsizliği ve kuralsızlığı yasal hale getiren bir kanun yarattığını söylemek gerek.
Hâlihazırdaki hukuki korumayı ve denetimi ters yüz eden, Anayasa’ya ve genel hukuk ilkelerine aykırı bir kanun teklifinin yasalaşması bütüncül bir politika açısından da ciddi tehlikeler barındırıyor. [1]
Son olarak ise ısrarla enerji arz ve talebine ilişkin öngörülerle hareket edildiği iddia edildiği için şunun altını çizmekte yarar görüyorum. Artan nüfus ve kalkınma taleplerinin yanında lüks de vazgeçilmez olunca, insanlara gereken enerji ister biyoyakıtlardan ister rüzgârdan elde edilmeye kalkışılsın çılgınca problemler oluşturacaktır. O yüzden temelde tartışılması gereken konu hâlâ, enerji “devrimi” değil enerji kullanım kalıplarına dair ön kabullerin değiştirilmesinden geçiyor. [2] (HY/AS)
[2] İklim Değişikliğine Karşı Halkların Sözleşmesi (Taslak), kolektif dergi 08/3