Anlamlarımız, enerji depolarımızdır.Yaşam enerjimizi onlardan alırız. Onlardan aldığımız güçle yaşama tutunur ve zorluklarla mücadele ederiz.
Yaşam sevincimizi de yine bu depolardaki enerji oranı belirler. Oran arttıkça yaşama daha sıkı tutunurken, oran azaldıkça yaşamla olan bağlarımız gevşer.
Bu depolar boşalır da yerlerine ikame edebileceğimiz yeni enerji depoları bulamadığımız takdirde yaşamdan koparız.
Anlamı yaşamın her alanında görebilmek mümkündür:
Onu, çetin koşullarda mücadele eden bir özgürlük savaşçısına irade olurken, yaşlı bedenlerin ibadetinde takat olurken, evini geçindirmekle yükümlü bir işçinin kollarına kas olurken, yatalak çocuğunu sırtında taşıyan bir anneye bacak olurken görebileceğimiz gibi; para için vicdanı oyalarken, koltuk için ahlakı kovalarken, ben için bizi soyarken de görebiliriz
Yani anlamın evrensel bir dili yoktur. Birinde “iyi” olan diğerinde “kötü” , birinde “ doğru” olan diğerinde “yanlış” , birinde “güzel” olan diğerinde “çirkin” olabilir.
Ama lisanları ayrı da olsa, etkileri birbirlerine yakın ya da eşdeğer olabilir. “İyi” ne kadar enerji sağlayabiliyorsa “kötü” de aynı düzeyde enerji sağlayabilir.
Anlamın esiri olmanın mantığı yok
Anlamlarımız, aynı zamanda yaşamla olan göbek bağlarımızdır. Fakat bizi sadece yaşama bağlamaz, kendilerine de bağlarlar.
Bu, son derece doğaldır. Çünkü bir noktadan sonra anlam ve yaşam birbirlerinin gerekçesi olurlar. Bu bağlılığın gereği olarak büyük fedakârlıklar yapmak, gerektiğinde bedeller ödemek doğaldır.
Ama bağlılık kör bir hal alır ve esarete dönüştüğü takdirde anlam tüccarlarının istismarına kapıyı aralarız. Bilinir ki enerji rezervlerinin bulunduğu her yerde tüccarlar da vardır. Ve, anlamlarımız için ter döktüğümüzü zannederken anlam tüccarlarının çıkar çarklarını dönderdiğimizin farkına bile varamayız.
Zira anlam esareti, diğer tüm esaretlerin en derin ve kurumlaşmış halidir.
Cllifford Geertz, “insan, kendi ördüğü anlam ağlarına asılı bir hayvandır” derken bu esarete dikkat çekiyor olmalı.
İnsanlık tarihine kıyasla çok kısa süre olan insan ömrünün dar dağarcığından baktığımızdan, anlamlarımızın değişmez ve baki kalacağı algısını yaşarız.
Oysa orijinal hallerini koruyup değişmeyen anlam yok gibidir. Onlar da zaman ve mekâna bağlı olarak ya kısmen ya tamamen değişmekte ya da başka anlamlarla sentezlenerek başkalaşıma uğramaktadırlar.
Tarihe baktığımızda nice anlam kalesinin yıkıntılarını göreceğiz.
Bu sebepten, gerektiğinde anlam için can alıp vermenin bile bir mantığı vardır ama ona esir olmanın bir mantığı yoktur. İlla esiri olunacak bir anlam gerekliyse o, özgürlük olmalıdır. Zira zaman ve mekânın hükmünün geçemediği yegâne anlam, özgürlüktür.
(AB/APK/EMK)