Biz İstanbul sakinleri, koca bir beton zemin üzerinde yaşıyormuşuz gibi. Jeoloji bunu İstanbul Levhası olarak adlandırabilir de hatta. Kimi zaman olduğu gibi çökecekmiş gibi de geliyor. Sonra hepimiz dosdoğru magmaya. Yağmur suları bu tek parça levha üzerine düşüyor, diye de düşünebiliriz. Beton levhanın çatlaklarından toprağa su ne kadarsa sızabiliyorsa artık. Rutin bir şekilde bozulmaya ayarlanmış kaldırımlar, ufak tefek park bahçeler, betonlaştırılması gözden kaçmış yerler sayesinde suyun ekosistemi hasbelkader devam edebiliyor.
Yenileme adı altında İstanbul’un çeşitli semtlerinde binalar yıkılırken yerlerine, yeri verimli kullanma adına yüksek binalar yapılıyor. 15-16 katlı binalar bunlar. Dışarıdan bakıldığında bu yüksek konutların bahçelerindeki mizansen yeşilliklerin altında toprak var olduğu sanılabilir. Tabii depreme dayanıklı olmaları için yerin bilmem kaç metre altına kadar kazıklar çakıldığını, üzerine de bir güzel beton döküldüğünü ve otopark yapıldığını bir an için unutursanız. Ne yani sağlam binalar yapılmasın mı denilebilir. Beton rantından gözü dönmüş, hükümete eklemlenmiş, bizzat hükümetin kendisi olmuş şirketlerin, Japonya gibi deprem bölgesi ülkelerde çelik konstrüksiyon binalara geçtiğinden haberleri var ama işte para da para. Zaten binaların çirkinliği, illa da yüksek binalarla mı bu işin çözülebileceği başlı başına ortada duran konular.
Büyük meseleler konuşurken, yandan yandan gözümüze çarpan ama yine de konuşmaya devam ettiğimiz kimi küçük meseleler var. Dikkatimizi çekmiyorlar değil ama hangi birine duyar kasalım. Kuşların göç yolunu etkileyen üçüncü boğaz köprüsünden önce Marmaray’ın fay yakınlarında yapılmış olması var misal. İkincisine cesaret etmiş yatırımcıların, ilkine dair hiçbir hissiyatları olmayacağı kesin.
Yine bazı anlaşılmaz şeyler var. Adının R. T. Erdoğan olacağı konuşulan daha sonra parti ideolojisine yabancı görülmediği için olsa gerek Y. S. Selim olmasına karar verilen köprü bittikten sonra 3 milyon ağaç kesilmiş olacak. Gezi Parkı’ndaki ağaç sayısının kaç katı hesap edin. Mesele bir tek ağaç değildi, evet. Bunun yanında mesele ağaçların üstüne üstlük Taksim Meydanı’nda olmuş olması mıydı acaba? Niye aynı tepki gelmedi bilinmez. Varsa yoksa Taksim, en bir mühimi Gezi Parkı ağaçları diye düşünmek kalıyor elde. İstanbul, Türkiye’nin bir küçük model benzeri ise bu durum çok şey anlatıyor. Anlaşılan İstanbul’un da görülmeyen, önemsenmeyen, doğuya düşen tarafı var.
Yine aynı köprü çalışmaları yanlış güzergâha yapıldığı için yüzlerce ağaç kesilmiş, sonra ayılınıp, seçilen noktalara çevirmişti yüzlerini iş makineleri. Şaka gibi. Köprünün 2015’te biteceği söyleniyor. Şuana kadar değişik zamanlarda olmak üzere sekiz işçi hayatını kaybetti. Başbakanlık Sarayı’ndan, Adalet Sarayları inşaatlarına kadar hemen hiçbir kamuya ait bina ölüm olmadan bitirilemiyor. Şöyle bir listesi hazırlanmış hatta: İşçi kanıyla harcı karılan yapılar
Beton levhamız üzerinde, şehir içi otobüsler hatlarında yolculuk ederken, karikatürlü anlatımla nasıl su tasarrufu yapılacağı gösteriliyor. Yarın öbür gün şuna yakın bir şey diyecekler belki de: “Gelişen, yapılaşması dur durak bilmeyen bir büyük şehrin bu kadar sorunu olur. Susuzluk, İstanbul’un nazarı olsun.” Olmaz mı yani? Soma Katliamı sonrası “literatürde iş kazası var”ın yanına 18. yüzyıl İngiltere’si örnek verilmemiş miydi? Bal gibi de olur demek ki.
Kaldı ki dünyanın hangi ülkesinde bakanından başbakanına ve oradan cumhurbaşkanına avazı çıktığı kadar şunları şunları yaptık, yapıyoruz, yapacağız naraları atılır? Sanmıyorum bir örneği daha olsun. Hükümetin kendisi ile bu kadar içli dışlı olmuş halklar olsun ya da. Gezi Parkı’nın yeşil yamacında, elde çekirdekler, gri fon üzerinde gezinen insanları seyrederken, gelip geçen tanıdıklara el sallarken, bir apolitiklik örneği olarak ülkesinin Ulaştırma Bakanı’nın adını bilmeyen insanlara özeniyor insan.
Bir de havalimanı olsun, köprü olsun, haberdar olmak, duyurusu yapılan eylemlere katılmak için Kuzeyormanlari.org sitesi var. Takip edilmesi hayırlı olur. (Fİ/HK)