Emrah Polat’ın “Yüzler”i, kitabın arka kapağına alınmış cümlede, yazarın üslubu hakkında ilk ipucunu veriyor. Roman karakterlerinden Cezmi’nin, arkadaşı Arif’e tavsiyesi şöyle:
“Bak koçum, şu hayatta bâki olan tek şey mutsuzluk… Parasız ve mutsuz olacağına, paralı ve mutsuz ol daha iyi!”
Okurken beş duyunuzu birden harekete geçiren bir roman “Yüzler”. Marmaris’te bir süre garsonluk yapan Nazım’ın kaldığı yatakhanenin kokusunu duyumsadığınız gibi, iri elinin içinde kaybolan telefonuyla Arif’i de cüssesiyle gözünüzde canlandırıyorsunuz.
Hikâye, “Bir nedenle İstanbul’a gidemeyenlerin ya da orada tutunamayanların kenti olan Ankara’da…” geçiyor. Yüzler, okuru, külüstür bir araba ile şehrin sokaklarında karış karış dolaştırıyor. Çankaya’dan giriyor, Eskişehir Yolu’ndan çıkıyorsunuz. Kolej’den dönüp Seyranbağları’na çıkan yokuşu tırmanıyor, kâh Rüzgârlı’da bir pavyonda, kâh Çankaya’daki meyhanede kahramanlarla birlikte demleniyorsunuz.
Romanın, “Memur kenti Ankara” klişesinden uzak duracağı daha ilk cümlede anlaşılıyor. Birkaç sayfadan sonra, karakterlerin hikâyelerinin içine girdikçe onları daha iyi tanımak için gittikçe artan bir merakla sayfaları çeviriyorsunuz. Yazar, merakı ortaya koyup orada bırakmıyor. Roman ilerledikçe karakterlere gittikçe daha fazla yakınlaşıp onların serüvenine ortak oluyorsunuz.
"Eskort kadın" Naz’ın hayatından kısa bir kesitin yer aldığı kısımda, arkadaşı Betül’le birlikte taşındığı Kenedi Caddesi’ndeki evlerinde mesleklerini güvenle icra edebilmek için komisyoncu Rasim’e ödeme yapmak zorunda kalışlarının hikâyesini okuyor, Ankara’nın arka sokaklarına göz atma fırsatı buluyorsunuz.
Yüzler, Ankara gibi bir şehirde olmanın kısıtlarıyla büyük ideallerin çelişkisini bir arada sunuyor. Eylemci ODTÜ’lüler, Maksim Gorki’nin “Ana” romanındaki kahramanları anımsatıyor. Büyük işler peşinde yola koyulmuş karakterler, zorunluluklar ve zorlamalarla dolu yaşamlarının gelgitleri arasında küçülüyor. 12 Eylül darbesinin ardından hapse girip çıkan karakterlerin yaşadığı işkenceleri satırlarda okumuyorsunuz ama acısını bedeninizde hissediyorsunuz. Arif, Mamak cezaevindeki hapis hayatından sonra tekrar hapse girmekten öyle korkuyor ki, arkadaşlarıyla ODTÜ’de buluşup katıldığı YÖK’ü protesto eyleminden eve dönünce o an için görünürde bir tehdit olmamasına rağmen yasaklı kitaplarını yakıyor.
Geçmişe kısa gidiş gelişlerle roman oldukça geniş bir dönemden kesitler sunuyor. Tencere tava pazarlamacıları dönemini yazar, bir cümlecikte hatırlatıveriyor. Hem zamanda (son 30 yılda), hem mekânda (Ankara’nın sokaklarında) hem de sosyal hayatta (karakterlerin yaşamlarında) bu akış hep devam ediyor.
Roman, karakterin zayıflıklarını, kötülüklerini, oradan oraya savruluşlarını ironik bir dille anlatıyor. Artık tam da karakterleri tanımaya başladığınız, her birine alıştığınız noktada da sürpriz bir finalle bitiyor. Anlatının verdiği gerçeklik hissi, Emrah Polat benzer olayları belli ölçüde yaşamış olmalı diye düşündürüyor. “Köpek Adamlar” romanı hakkındaki bir açıklamasında Polat, yazdıklarının tamamen kurgu olduğunu belirttiğinden bu olasılığı elemek zorunda kalıyorsunuz.
Romanın üslubu hakkında fikir vermek için, değerlendirmemi romandaki bir karakter tanıtımıyla bitireyim:
“Kendini korumak için önce kollarını, sonra birkaç kişiyi hafiften doğradı. Böylece adını psikopata çıkarıp bütün ailesini korumaya aldı. Sanayide çıraklığa başladığında arabeski, bazen kaçak bir çay, bazen de katran gibi yudumluyordu. Askere gitti. Dönüşte uslanmıştı. Evlendi. Dükkâna ortak oldu. Çoluk çocuğa karıştı. Arabeski, Yıldız Tilbe’yi seyreltti; derken psikopat Nuri, Yamahacı Nuri oluverdi.” (NB/NV)
* Emrah Polat, Yüzler, İletişim Yayınları, 2017, 153 sayfa.