Duruma, olaya birçok açıdan bakarken bir de kendini karşıdakinin (muarızının, muhatabının) yerine koyarak bakmaya çalışmak, yani empati yapmak hem bir düşünce zenginliği hem de bir olgunluktur. Empati, sorunların çözümü için elbette bir anahtar değil, ama bir adım.
Sözcüğe gereğinden fazla anlamlar yüklemiyorum, ama empati üzerine konuşulmasını, yazılıp çizilmesini de önemsiyorum. (Tabi ki, Ertuğrul Özkök'ün Hrant'ın katili için yazdığı o empati yazısındaki vicdansızlığa not düşmek kaydıyla!) Özellikle bugünlerde bunun önemi daha bir arttı. Çünkü kimlikler sorununun çözümünde hem ciddi mesafeler alınamadı, hem de bu sorunlar, daha çok, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, hükümetin zihniyeti nedeniyle tehlikeli alanlara taşınıyor.
Daha kötüsü ise, kimlikçilik siyasetinin toplumda karşılıklarının olmasıdır. Bu verili durum insan hakları temelinde demokratik bir hukukla aşılamadığı gibi, iktidarlar tarafından her daim bu kimlikler tarlası kimlikçilik gübreleriyle ve kirli sularla beslendi. Buradan türeyen milliyetçilik, ırkçılık, dincilik ürünleri tekrar topluma yedirildi. Bolca makbul vatandaş yetiştirildi.
Bana göre 12 Eylül'ün en büyük başarısı, vicdanı küllendirmesi, hatta onu öldürmesidir. İşte empati dediğimiz şey de, vicdanın bir parçası olarak neredeyse toplumun zihinlerinden silindi. Gerçi toplumun daha önceden ne kadar vicdanlı olduğu, ne kadar empati taşıdığı tartışılabilir. Bu bakımdan ben, 12 Eylül öncesi topluma da fazla olumlu değerler atfetmiyorum.
Tekrar bugüne dönecek olursak, şu yaşananlara baktıkça empati yapmaya büyük ihtiyacımız var. Vicdanlı olmak için, adil olmak için, insan olmak için; ne derseniz deyin, anlaşılmak için anlamamız gerekiyor. Bu bir zihinsel faaliyet ve birden bire olacak bir şey de değil. Ama olmalı!
Gelin, örneğin şu örnek üzerinde tekrar düşünelim. Ve empati kurmaya çalıştığımızda dürüstçe ne düşündüğümüzü kendimize sesli olarak ifade edelim. Farkı göreceğiz!
Z.K. adında 14 yaşında kız çocuğu tecavüze uğramış ve hamile kalmış. Tecavüz sonucu hamile kalan Z.K., kürtaj olmak istiyor. Kürtaj için yasal süre dolmamış olmasına rağmen, savcılık ailenin bu talebini reddediyor!
Z.K'nin yerinde olsanız ne yapardınız? Z.K. sizin kızınız olsaydı ne yapardınız?
Bu yasayı çıkaranlara, yasayı destekleyenlere ve kürtaj yasağını savunanlara soruyorum; karınız tecavüze uğrayıp hamile kalsaydı ne yapardınız?
Kaldı ki burada kürtaj kararı, esasen kadına ait olmalıdır. Ancak tekrar tekrar soruyorum; ey erkek egosuyla kadın haklarını çiğneyen, bu yönde yasalar üreten egemenler; hani siz erkeksiniz ya, soruyu sizin anlayışınızla soracağım; karınız ya da kızınız karnında bir 'piç' taşısaydı, ne yapardınız? (Piçlerin yaşam hakkını, tartışmasız olarak kendiminkiyle eşit görüyorum. Sorunum, yasal süresi içerisinde kürtaja izin vermeyen zihniyetle ve yeni kürtaj yasasıyla. Ayrıca tecavüz veya evlilik dışı olan çocuklar için aşağılanmışlığı ifade eden bu piç sözcüğünü isteyerek değil, algıda çarpıcılık oluşturmak için kullandım). Şimdi Z.K.'yi ve onun gibi çocukları bir düşünün!
Toplum başmühendisi (Kemalistlerin kulakları çınlasın) Erdoğan'ın talimatları doğrultusunda kadınların bedenine de el atan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yeni çıkardığı kürtaj yasası, bu zalimliğin sebebi değil mi? Bu zalimliğin sebebi, kadın haklarını ayakları altında çiğneyen ve onun cinselliği üzerinde çöplükte deşinerek öten bu erkeksi zihniyet, o zihniyetle teçhizatlanmış devlet ve hukuk anlayışı değil mi?
Bir düşünün; burada insanlık ve vicdan nerede?
İnsan beyni, tam bir gerekçe üretme merkezidir! Siyasette kırk türlü taklalar atarak bir yığın lafazanlık ve hamaset yapmak mümkün. Aklın rasyonel veya irrasyonel kullanımı, gerekçe üretmeye hizmet edebilir. Ancak vicdan, aklın bu yöndeki kullanımlarını frenler ve aklın o soğuk dünyasına adalet, özgürlük, empati, sevgi, saygı, eşitlik, yaşama hakkı gibi duyguları katarak onu insanlığın hizmetine sunabilir! Yoksa başta Hitler olmak üzere dünya tarihinde bir yığın vicdansız siyasetçi, yönetici vs. var.
Şimdi bana, devletlerin vicdanı olmaz diyenler çıkacaktır. Doğru olan, ama konuyu saptırma cümlesi olarak da kullanılabilecek bu durumu ele almanın yeri burası değil! Şu kadarını söyleyeyim ki, vicdani değerleri de içeren insan hakları, devletin hukukunun 'ruhu' olabilmelidir!
Vicdanlı olmaya, vicdanlı siyasete ve dolayısıyla empatiye çok ihtiyacımız var!
Hamasetin, riyakârlığın, insan haklarını çiğneyen siyasetin karşısında vicdanlı bir duruş, vicdanlı bir siyaset ve hukuk geliştirmek zorundayız. Başka bir çaremiz yok.
Bunun yolu, hayata devlet/iktidar ekseninde bakmaktan değil, insanın temel hak ve özgürlüklerini savunmaktan, empati yapmaktan geçiyor! (HŞ/HK)