27- 28 Mayıs 2010 tarihlerinde Diyarbakır'da "Suça Sürüklenen ve Mağdur Çocuklar Uluslararası Sempozyumu" düzenleniyor. Buraya kadar her şer yolunda gibi görünüyor ancak sempozyumu himaye eden kurumlara bakıldığında, bütün bu "bilimsel" duruş bir anda çok daha farklı bir konum alıyor. Sempozyumu himaye edenler kurumlar: Aile ve Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü.
Bu aslında tek örnek değil, yaklaşık bir ay önce 24 - 26 Nisan 2010 tarihlerinde TBMM; Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF tarafından "2. Risk Altında ve Korunması Gereken Çocuklar Uluslararası Sempozyumu" düzenlenmişti. İlki 2009 yılında yapılan sempozyumun bu sene ikincisi gerçekleştirildi.
Bütün bu sempozyumlar gösteriyor ki; temel olarak sosyal bilimlerin çalışma alanına giren risk altındaki çocuklar ve suça sürüklenen çocuklar konularında egemen kamu erki yönlendirici olmaya çalışıyor ve Türkiye'de sosyal bilimlerin yönü devletin resmi ideolojisi çizgisine çekilmeye çalışılıyor. Tam bu noktada sormak gerekiyor: Sosyal bilimler ve mesleki alanları, sosyal hizmet bilim ve mesleği kimin işi?
Yıllardır çocuk hakları politikasını ideolojik olarak önceleyen bir çocuk koruma politikası geliştirmesi gereken devlet erkinin, çocukların korunması meselesini yoğunlukla güvenlik meselesi haline getirdiği görülmektedir. Bu politikanın bir tezahürü olarak, son yıllarda çocuk korumasıyla ilgili bilimsel tartışmaların düzenlendiği toplantılarda içişleri bakanlığı ve polis kurumu baş aktörleri oluşturmaktadır Özellikle kanunla ihtilaf yaşayan çocukların kriminalleşmesinde etkisi bilinen polis kurumunun bu bilimsel platformlarda öz eleştiri yapması beklenirken, konu çocukların nasıl özgürleşeceği değil, nasıl kontrol edileceği ana teması üzerinden yürütülmektedir. Zaten suça sürükleyenlerin, çocukları kendi yarattıkları "suç" dünyasının içinde büyütenlerin, "çocukların yüksek yararı" için bilimsel sempozyumlar düzenlemesini siz samimi buluyor musunuz?
Madem ki bilimsel bir sempozyum gerçekleştiriliyor; devlet bakanlarına uyguladıkları neo-liberal politikalar sonucu yoksullaştırdıkları ve kimsesiz/korumasız bıraktıkları çocukların bu nedenle "mala karşı suçlara" sürüklendiği sorulacak mı? Siirt'te bir örneğini gördüğümüz, toplumsal yapının her zerresine sirayet etmiş cinsel şiddet vakalarının önlenmesi için parçası oldukları erkek egemen toplumsal yapı üzerine adım atacak mı sempozyumu himaye eden kurumlar? Mesela, eş şiddetinden kaçarak polise sığınan kadınlara, kamunun değil özel alanın meselesi olarak bakan kurumların özdeğerlendirmesi yapılacak mı?
Madem ki, bilimsel bir sempozyum gerçekleştiriliyor; çocuk dostu kentlerin neden bugüne kadar geliştirilmediği, devlet korumasına alınmış çocukların YİBO'larda neden cinsel şiddete maruz kaldıkları, neden Samsun'da yetiştirme yurtlarında yangın sonucu öldükleri, devletin bu çocukları neden koruyamadığı da bilimsel veriler eşliğinde ortaya konacak mı?
Sözkonusu sempozyumda çocuklar risk grupları olarak belirlenmeye devam mı edilecek yoksa çocuğun yaşama, koruma, gelişme ve katılım haklarını gözeten bir sosyal politika önerisi ve hizmet modelleri mi tartışılacak?
Bütün bu soruların cevaplarının "hayır" olacağını öngörmek zor değil. Meclis'in işi risk altındaki çocuklar sorununu çözmektir, sempozyumları bırakın bilim insanları bağımsız olarak yapsınlar. Nereden başlayacaklarını merak eden mebuslara hemen önerelim: TMK'da yer alan ilgili maddeleri kaldırarak ve özel kanuni düzenlemeleri gerçekleştirerek "toplumsal gösterilere katıldıkları" için tutuklu ya da hükümlü olarak tutsak alınan çocukları derhal serbest bırakmakla başlayabilirler işe mesela.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Bilim; bağımsız düşünmek, eleştirel düşünmek, uygun koşullarda herkes tarafından kabul gören doğruları da yıkmak demektir. Bilimi ve bilimsel etkinlikleri devlet kurumları himaye edemez, etmemelidir. Ettiğinde de ortaya çıkan "bilimsel ürün", devletin resmi ideolojisini yeniden üretmek için yaratılan bir araçtan öteye geçemez.(SY-ÖCÖ/EÜ)
_________________________________________________________________________
* Sedat Yağcıoğlu, araştırma görevlisi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü, [email protected]
* Doç. Dr. Özlem Cankurtaran Öntaş, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü, [email protected]