Sel sonucunda derelerin taşması, toprak kaymaları, çığlar, depremler ve daha birçok afet tüm dünyada olduğu gibi Alp dağlarında yaşayan ahaliyi de tehdit etmeye devam ediyor. Keşfedilmemiş bir köşesi kalmamış olduğu gibi, Avrupa’nın haşmetli sıradağlarında doğal felaketlere karşı teknolojik önlemler mütemadiyen artırılmakta.
Sıradan bir bakışla farkına varılmayacak kadar tabiatın içine kamufle edilmiş bazı teçhizat yüzyıllara dayanan bilimsel tecrübeye yaslanıyor, muntazam şekilde denetlenip yenileniyor.
Küresel ısınmayla insan tarafından fazlasıyla kontrol edilemez hale gelen doğanın hoyrat dışavurumlarına pasifçe teslim olmamak için daima hazırlıklı olmanın faydası zaten inkâr edilemez.
Emniyet 123 (Sicherheit 123/ Safety 123) başlıklı dingin belgesel mevzuya sanatsal bir bakış atarak seyirciyi zarafetle uyarıyor. Bilgilendirici olmaktan çok, genel seyirci kitlesine aslında hitap etmeyen mevzusu hakkında beklenmedik bir merak uyandırma fonksiyonunu muzipçe kotarıyor.
İtalya’nın özerk bölgelerinden Bolzano-Alto Adige veya coğrafyaya hâkim dil Almanca ifadeyle Bozen-Südtirol’de doğmuş iki yönetmen, Julia Gutweniger ve Florian Kofler’in giriştikleri riskli işten başarıyla çıktıkları rahatlıkla söylenebilir. Mazide Franz Kafka, Ezra Pound, Paul Lazarsfeld veAvusturya Kraliçesi Elisabeth dahil, meşhur kişilerin rağbet ettiği memleketleri Merano aslında sıcak iklimiyle ziyaretçileri çekse de, zorlayıcı Alpler’in oluşturduğu tehlikeleri layıkıyla irdeleyip yaşlı kıtada insana verilen değerin altını çiziyor.
Popülerlik iddiası yokmuş gibi görünen Avusturya/İtalya ortak yapımı belgesel Uluslararası Rotterdam Film Festivalinin programında yer aldığı gibi DOK Leipzig’in Gelecekteki Ustalar ödülüne de layık görüldü.
Önce güvenlik!
İngilizce, İtalyanca ve Almanca’nın bilhassa Avusturya’da konuşulan versiyonunun kulaklarımızı okşadığı 72 dakikalık belgeselde görsel açıdan da tatmin olduğumuz kesin. Fakat sanıldığının aksine, Alp dağlarının haşmetli görüntüleri teknik manzaralara göre azınlıkta.
Mesela, gayet dik bir yamaçta, soğuk olduğu belli puslu bir havada üç adam beklemektedir; helikopterden sarkıtılmak suretiyle onlara teslim edilen, yusyuvarlak bir kayayı andıran ağır kütle defalarca rampadan aşağıya yuvarlanır ve bu dinamiğin sonuçları bilahare, elektronik bir ekranda dikkatle tahlil edilir.
Malumat toplamak için maket boyutunda bir planör boşluğa bırakılır; buz gibi laboratuvarlarda muhtelif incelemeler, deneyler ve simülasyonlar yapılır; kayalardan müteşekkil dimdik bir yamaç, kuşbakışı gördüğümüz hemen altındaki köye yuvarlanmasın diye muhtelif boyut ve şekildeki metalik ağlarla kaplanır…
Grafik açıdan insana enteresan gelebilecek ayrıntılar bir yana seyirciyi duygusal olarak kavrayan episotlar da var. Mesela çığın altında kalmış insanları bulmak için eğitilmiş şirin bir köpeğin heyecanla kazdığı hendekten içeri dalarak kazazedeyi bulma çabaları.
Veya bir kaya kütlesinin altında kalmış bir okul otobüsünde ölen bir çocuğun annesine vefat haberinin verildiği anlar: Barındırdığı yoğunluk itibarıyla ilk başta gerçek bir trajediyle karşı karşıya olduğumuzu sanıyoruz. Sonradan sekansın bu hususta eğitim almakta olan görevlilerin vefat edenlerin akrabalarını asgari ölçüde üzmek için tecrübe kazandıkları bir simülasyon hakkında olduğu anlaşılıyor.
Ya inşası yeni bitmiş bir tutma havzasının açılışında hazır bulunan rahibin havzayı kutsama çabasına ne demeli? Yerel kıyafetler içinde coğrafyanın geleneksel müziklerini neşeyle çalan orkestradan sonra din adamı sazı eline alır ve Tanrı’nın, topraklarını su baskınlarından ve fırtınalardan korumasını diler.
Fakat coğrafyada gayet iyi bilinir ki doğa kükrediği zaman karşısında kimse duramaz, yalvarmak beyhudedir…
Gözlemsel belgesel
Mesele insanlar bu gezegende yaşamaya başladığı zamandan günümüze dozu artarak gelen bir dinamiktir. Toplumların doğayla iç içe, bazen barışık, ama genelde agresifçe yaşamasıyla alakalı bir durumdur.
Bariyerler, setler, kontrol bentleri, tel örgüler, evlerin arkasına inşa edilen yüksek duvarlar insanların huzur içinde yaşamasına yönelik; fakat doğanın dengesi bu arada ne kadar gözetilmekte? Aşırıya kaçıldığı zaman tabiatın intikamını mutlaka aldığı biliniyor nitekim!
Filmde birkaç örneğine rastladığımız, mazideki bazı afetleri betimleyen enfes tablolar ibretiâlem için yeterli olmuş mudur ki?
Ayrıca tüm bilimsel altyapıya rağmen afet riskini azaltma çalışmalarının, insan sınırlarını umursamaz bir tavırla aştığı takdirde boşa çıkacağı aşikâr değil midir?
Filmde birkaç sene önce Ljubljana’da düzenlenmiş 4.Dünya Toprak Kayması Forumundan görüntüler de var. Toplantıda Alpler’in topraklarına dahil olduğu Fransa, İtalya, İsviçre, Avusturya ve ev sahibi Slovenya dışında tüm yerküreden katılımcılar vardır. Kamera konuyla ilgili uluslararası fuara da uğrar.
Güvenlik önlemlerine adeta hayatlarını adamış teknisyenleri, mühendisleri, ayrıca birçok gönüllüyü de izleriz. Medeniyetin ulaştığı yüksek seviyede insanlar ileri teknolojiyle el ele verip afetlerdeki zararı asgariye indirmeye girişmiştir ve her hâlükârda takdire şayandırlar.
Fakat filmin senaryosunu da yazan yönetmenler, meseleye yine de belirli bir mesafeden, hatta biraz da bıyık altından gülümseyerek bakmakta olduklarını kesinlikle hissettiriyorlar. Gayet uyumlu çalıştıklarını düşündüren eserde Julia aynı zamanda filmin kameramanlığını, Florian ise sesçiliğini üstlenmiş.
Durgun sanılsa da, kendine has bir ritmi var filmin. Ritmik olduğu kadar aksak da; ki söz konusu ritmi esasen ihtimamla kotarılmış, birbirinden epeyce farklı sekansları ustalıkla harmanlayan montaj belirlemekte.
Ama en çok da elektronik altyapıya dayanan minimal müzik, belgesel yaratıcıların mesafeli duruşunu yansıtıyor sanki. Edgars Rubenis imzalı hipnotik tınılar, kâh bilumum teknik teçhizatın monotonlukla tekrarladığı seslere eşlik ediyor, kâh kamera yarların kenarından ufuğa uzanırken solo halinde duygularımızı usulca tetikliyor, adeta biyonik bir kartalmışız gibi…(MT/EMK)