Meslek odaları ve sendikalar ortak bir deklarasyon yayımlayarak küresel ekonomik krizden korunmak için eşitlikçi ve özgürlükçü bir kamusal politika oluşturulmasını; demokratikleşmenin hızlandırılmasını istedi. 28 Ekim'de yapılan basın açıklamasında örgütler Türkiye'yi de etkileyen mali krizden çıkış için bir alternatif program önerdi. İktisatçı Mustafa Sönmez tarafından hazırlanan programda bir dizi somut öneri de yer alıyordu. Bunun ardından bir eylem planı açıklandı; ayrıca Birleşik Metal-İş de bir program açıkladı. Bu talepleri gündeme taşımak ve tartışmaya açmak üzere Mustafa Bayram Mısır'ın değerlendirmesini aktarıyoruz.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) birlikte açıkladıkları -TMMOB ve TTB'nin desteklediği- “Krize Karşı Sosyal Dayanışma Programı”, 2009 Bütçe Yasası görüşülürken hükûmete karşı bir mücadele enstrümanı olarak tasarlanmış görünüyor.
En son söyleyeceğimi bütün eleştirilerimi saklı tutarak şimdi söyleyeyim; hizmet etmesi umulan amaç bakımından desteklenmesi gerektiği ortada. Sonuçta 29 Kasım'da hepimiz Ankara'da olacağız.
Mustafa Sönmez'in çalışması, krizi ve krizde sermayenin rolünü teşhir çalışması olarak değerlidir, ancak 2009 Bütçe Yasasına yönelik bir mücadele enstrümanı olarak tasarlansa bile, sanırım öyle talep edildiği için öyle yazılan “sosyal dayanışma” talepleri manzumesi olarak bu programın desteklenmesi mümkün değil.
Belli ki, bu iki işçi örgütü -eğer şapkadan tavşan çıkar mı kolaycılığının ya da iş bitirici el çabukluğunun sonucu değilse ve bu programın ardında sonuna kadar duracaklarsa- diğer bütün toplumsal kesimlere, bu arada “sermaye kesimine” de krizin gerçeklik olduğunu ve bu krizden bir tür sosyal dayanışma ile çıkabileceğimizi ciddi ciddi anlatmaya meyletmiş.
Öyle olunca toplumsal dayanışmadan anlaşılan şey, temelinde sınıf dayanışmasının olduğu emekçilerin ve ezilenlerin dayanışması olmaktan çıkmış. Sermaye krizle yüzleştiğinde sınıf bilinçli işçiler “kendi sınıf çıkarları ve dayanışmaları” temelinde mücadele ederler, kendilerini aynı ulusun parçası sayarak sermayeye “dayanışma” önermezler, aksine “dünyadaki kardeşlerine dayanışma” önerirler ve bu temelde ulusa dönerek “sosyal cumhuriyet” şiarını haykırırlar.
Kapitalizmin ötesi
Elbette DİSK ve KESK içinde değişik eğilimler var ve sanırım bu açıklanan program bu eğilimlerin topluma en geniş mutabakatla seslenişleri için uygun görüldü. Bir tür teknisyen dilinin, programı hazırlayanın kişisel tarzı olmanın ötesine geçerek programa sinmesinin de bu mutabakat arayışının topluma da yayılabilmesi arzusunun dışa vurumu olduğunu düşünüyorum.
Türkiye işçi sınıfının kendi tarihsel çıkarlarının diğerlerine nazaran daha çok farkında olduğunu sandığımız bu iki örgütünün, bu dönemsel olduğunu umduğumuz mücadele enstrümanını kapitalizm karşıtı bir programdan çıkarmakta bu kadar ürkek davranması, sosyalistlerin üzerinde bir kez değil, bir çok kez düşünmesi gereken ciddi bir sorun.
Kapitalizmin krizine karşı emekçilerin yanıtı, sınıf ayrımlarını görmeyen bir dayanışma tasavvuru içinde üretilmemeli; üretilemez de, zaten! Demek ki, işçi sınıfımızın en ileri kesimleri bile henüz kapitalizmin ötesini başka deyişle kendi iktidarını tasavvur etmekten uzak...
Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi
Ezilenlerin ve emekçilerin, eğer kendi tarihsel çıkarlarının farkında iseler, böyle bir kriz durumunda atacakları slogan ve yüzlerini tüm topluma dönerek savunacakları program son derece yalındır. Slogan, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”dir; program da, ilhamını bu slogandan alan geçiş talepleri toplamıdır: Tam istihdam, bütün bankaların kamu mülkiyetine alınması, bütün büyük işletmelerde işçi denetimi, sermaye hareketlerinin tam kontrolü, iç ve dış kamu borçlarının iptali, vd.vd.
Bu genel çerçevede Birleşik Metal İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu tarafından ilan edilen “Talep ve Mücadele Programı”nı işaret etmekte büyük yarar var. Bu talepler kendi başlarına anti-kapitalist talepler değildir, bizatihi reform talepleridir. Görev, sınıf dayanışmasını geliştirmek ve mücadele etmektir.
Sorunda burada zaten, Türkiye'nin en ileri işçilerinin mülkiyetsiz bir dünya tasavvur edemiyor olması; bu o kadar öyle ki, onu aşan değil sınırlandıran geçiş taleplerini dahi bir “devrim sorunu” sanıyor olmalılar. Öyle olunca, sınıf kendine yabancılaşmasını derinleştiriyor ve “çevreye saygılı üretim yapacak özel girişimciye destek vermeyi” ya da “istihdam üzerindeki vergi yükünün kaldırılmasını” kendi talebi sanabiliyor. Bildiğim için söylüyorum, ilk halinde daha fenaydı: Bazı turizm bölgelerini de bu türden bir özel girişimci grubuna vermek gibi dayanışma dozunu yükselten, sermayeyi iknaya yönelik talepler silsilesi hayli fazlaydı. İlk metin elimde ve örnekleri uzatmak istemiyorum. Haksızlık etmeyeyim, bu programda geçiş talepleri tümden yok değil. Hatta büyük oranda temsil ediliyor ama sorun bu taleplerin bir “uzlaşma” demeti içinde sunulması.
Sosyal cumhuriyet talebi
Sermayenin tarihsel bir krizle yüzleştiği açık; buna bir tepki verecek, vereceği tepkinin ne olacağını da en iyi emekçiler biliyor. Bütün yük, ya cop ya da artan yoksulluk ve sefalet olarak omuzlarına binecek. Buna karşı uzlaşma diyerek sistem içinde dahi mücadele edilemez; sermaye bunu “uzlaşma diliyorlar” diye anlar! O polislere bütçeden yüzde 6 pay boşuna verilmiyor. 1 Mayıs 2008'in canlı anısının bile bu programa ilham olamaması vurguladığımız sorunun büyüklüğünü gösteriyor olmalı.
İşçi sınıfının yapması gereken dün de basitti, bugün de basit, 29 Kasım'da kendi programını haykırmalı, bütün ulus için bir “sosyal cumhuriyet” istemeli. Bu da sermayeye “sosyal dayanışma” önererek olmaz, AKP Hükümetine “istihdam arttırıcı önlemler alınmalı” diyerek de olmaz. Olacaksa sermaye hedefe konup enternasyonal sınıf dayanışması yükseltilerek olur; ki, gerçek bir toplumsal dayanışmanın, yani sosyal cumhuriyetin tarihsel temeli de budur.(MBM/BÇ/EÜ)