Yazının İngilizcesi için tıklayın
Bugün, İran-Irak Savaşı esnasında (1980-1988), Irak’ın o dönemki devlet başkanı Saddam Hüseyin’in Enfal operasyonu adı altında Kürtlere karşı düzenlettiği Halepçe Katliamı’nın üzerinden tam 34 yıl geçti, ancak arkasında bıraktığı vahşet insanlığın belleğinde ilk günkü kadar taze durmaktadır. Halepçe Katliamı; yanı başlarında patlayan bombalar arasında annesine koşan bir çocuğun dilinden dökülen “Dayê bêhna sêva tê (Anne elma kokusu geliyor)” sözüyle akıllara gelir.
16 Mart 1988’de tarihin en utanç dolu günlerinden biri olarak kayıtlara geçen Halepçe Katliamı bir anda spontane oluşan bir vahşet değildir.
Enfal operasyonundan Halepçe Katliamı’na giden ilk süreç aslında 1970’lı yıllardan itibaren başladı. Irak’taki ırkçı Baas partisi, 1968 yılında iktidara geldikten sonra Kürtlere yönelik asimilasyon politikalarına başlamış ve 1979 yılında Saddam Hüseyin’in devlet başkanı olmasından sonra daha şiddetli bir şekilde devam ettirilmiştir.
Araplaştırma
O dönemde, Kürtlerin yoğun bir şekilde yaşadığı köyler boşaltılarak belli yerlerde kontrol altına alınması ve bunun yanında özellikle Irak’ın orta ve güney bölgelerine gönderilerek Araplaştırılması amaçlanmaktaydı.
Bu şekilde, Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki kırsal alan tamamen insansızlaştırılıp, hem halkın Peşmergelere destek vermesi engellenmiş olacak hem de Kürtler asimile edilmiş olacaktı.
Halepçe katliamına giden süreci hızlandıran ikinci büyük neden ise Irak rejiminin 22 Eylül 1980 tarihinde İran’a savaş açmasıyla başlamıştır. Halepçe, İran sınırına yaklaşık 11 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Savaş halindeki her iki ülke de kendi sınırları dahilinde yaşayan Kürtleri birbirilerine karşı siyasi bir koz olarak kullanmaya çalışıyordu.
İran-Irak savaşı sırasında Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne bağlı Peşmerge güçleri, Halepçe bölgesinde kontrolü sağlamıştı. Halepçe’nin kontrolden çıkmasıyla birlikte Saddam rejimi, 23 Şubat-16 Eylül 1988 tarihleri arasında Irak’ın kuzeyine, Enfal adını verdiği sekiz aşamalı bir operasyon başlatmıştır.
Saddam, hem İran ordusunun ilerleyişini durdurmak hem de Halepçe’deki Kürt halkını tamamen yok etmek için, Irak Ordusu Kuzey Cephesi Komutanı Ali Hasan el-Mecid’i görevlendirdi. Bu görevlendirmeyle birlikte, 16 Mart 1988’de Irak savaş uçakları Halepçe’yi bombalaya başladı; ancak Halepçe’ye atılan bombalar gerçek anlamda bir soykırımın gerçekleşmesi için büyük bir özenle tasarlanmış bir planın parçasıydı.
Hava saldırısı
Halepçe halkı, tarihin karanlık sayfalarında çoktan yerini almış dünyanın en zalim diktatörlerinden birisi olan Saddam Hüseyin ve Ali Hasan el-Mecid’in (“Kimyasal Ali” olarak da bilinen) vahşet planından habersizdi. Halepçe, 16 Mart 1988’de ilk olarak Irak ordusunun hava bombardımanı ve topçu atışları ile sarsıldı. Halepçe halkı bu saldırıyı uzun yıllardır süren savaşın bir parçası olarak algılayıp evlerine ve sığınaklarına girdiler.
Ancak sonrasında, Irak ordusu konvansiyonel silahlarla Halepçe’yi tekrar bombalayarak evlerin camlarının kırılmasını sağladı ve bununla birlikte önceden tasarlandığı net bir şekilde belli olan ikinci hareketin önü açıldı.
Bu hava saldırısının hemen akabinde kimyasal bombalar devreye sokulmuş, Ali Hasan el-Mecid’in emriyle 8 taneden oluşan MIG-23 jetleri, hardal ve sarin gazlarıyla yüklü bombaları Halepçe üzerine bıraktılar; evlerin camları kırıldığı için içeri kaçanlar da zehirli gazlardan kurtulamadı.
O dönemdeki bu vahşete tanıklık etmek zorunda bırakılan sivil insanlar, kente düşen bombaların içindeki “elma kokulu” gazların birkaç dakika içerisinde tüm kente yayılmaya başladığını dillendirilmektedir.
Bombardımanda kullanılan hardal, sarin ve VX gibi gazların kokusunu genizlerinde hisseden Halepçe’deki tüm canlılar birer birer toprağa düşmüştür.
Soykırıma adı verilen Enfal operasyonu, ismini Kur’an’daki Enfal Suresinden almaktadır. Enfal’in Arapça anlamı “Savaş Ganimetleri”dir. Soykırıma Enfal adının verilmesinin nedenlerinden birisi, Saddam rejiminin Kürtleri “kafir” olarak göstermeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.
Halepçe’de katlettikleri Kürtler de Sünni Müslüman olmalarına rağmen İslam üzerinden Kürt düşmanlığını besleyip kendilerine meşruiyet yaratmaya çalışıyorlardı.
"Helal"
Özellikle Kürtlerin yoğun bir şekilde yaşadığı coğrafyalardaki despot liderlerin ortak bir özelliği de İslamin temel ilkelerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak insanları birbirine karşı “öteki”leştirmektir. Saddam da İslam’ın kutsal değerlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan geri kalmadı; önceden özenle planlanmış Halepçe Katliamı için Kur’an-ı Kerim’deki Enfal Suresine atıfta bulunarak Kürtlerin canlarının, mallarının, çocuklarının ve kadınlarının “helal” olduğu mesajını verdi.
Bu şekilde, Enfal operasyonu kapsamında kara harekatları, havadan bombalamalar, yerleşkelerin sistematik bir şekilde yıkılması, toplu zorunlu göçler ve kimyasal silah kullanımı dahil her türlü vahşet uygulandı.
İlgili literatürde araştırma yapıldığında, Halepçe’ye atılan sarin ve hardal gazlarının, insanların genlerinde hâlâ tahribatlar yaratmaya devam ettiği ve bu yüzden bölgede yaşayan insanların bugün bile hasta, kısır veya engelli olarak doğmakta olduğu görülecektir.
Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Fouad Baban, 7 Aralık 2002 tarihli “Experiment in Evil” başlıklı makalesinde, Halepçe’de engelli doğum oranının Hiroşima ve Nagazaki’nin 4-5 katı olduğunu belirtmekte ve yetişkin ve çocuklarda görülen kanser vakalarının dünyanın herhangi bir bölgesindeki vakalardan çok daha yüksek olduğunu ifade etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) raporuna göre ise Halepçe soykırımı, günümüze kadar 43 bin 753 aşkın kişinin ölümüne, 61 binden fazla kişinin de sakat kalmasına sebep olmuştur.
Kürtlerin Nagazaki'si
16 Mart 1988’de Irak ordusunun hava saldırısı daha başlamadan önce Halepçe’deki askeri güçler dağlara çekilmişti; yani o tarihte Halepçe tamamen sivillerin olduğu bir şehir halindeydi. Kimyasal gaz bombalarının atıldığı anda kısa süre içerisinde beş binden fazla insanın hayatını kaybettiği ve on beş binden fazla insan yaralandığı tahmin edilmektedir. Tüm bu vahşete ek olarak, Enfal operasyonu sırasında 4 bin 500 köyü yıkılmış, yaklaşık 200 bin Kürt katledilmiş ve bir milyondan fazla insan yerinden edilmiştir.
Ne yazarsam yazayım Halepçe katliamını ve Kürtlere karşı uygulanan bu soykırım vahşetini anlatmaya yetmeyecektir. Çünkü bu katliam kısa bir yazıyla ifade edilebilmenin ötesinde büyük bir insanlık dramıdır.
Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra dünya tarihinin en büyük soykırımı 16 Mart 1988’de Halepçe'de gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, Enfal operasyonu adı altında gerçekleştirilen Halepçe soykırımı, Kürtlerin Nagazaki ve Hiroşima’sıdır.
Üstte belirtilen vahşetin doğrudan sorumlu kişileri Saddam Hüseyin ve Ali Hasan el-Mecid insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı idam edilmiştir.
Ancak bu ileride başka bir katliam veya vahşetin işlenmeyeceği anlamına gelmemektedir; o yüzden Ortadoğu coğrafyasının kendi sınırları içerisinde niçin Saddam gibi despotlar ve diktatörler çıkardığı sorusunun, bu coğrafyada insanca yaşamaya çalışan herkesin yüzleşmesi gereken bir soru(n) olduğunu düşünüyorum. Ortadoğu coğrafyasında yaşanan her katliamın arkasında sadece Batılı dış güçlerin olduğu tezi eksik ve sorunlu bir yaklaşımdır.
Ortadoğu bölgesindeki yozlaşmanın ve despotluk özentisi liderlerin bu kadar bol olmasını ve yine bu despotluk özentisi liderlerin insanları özellikle İslam’ın kutsal değerlerini kullanarak birbirine düşman etmesinin nedenlerini sorgulamadan yapılacak her değerlendirme ileride yaşanması muhtemel başka bir katliamın veya vahşetin habercisi olacaktır.
Saddam, insanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı Irak’taki mahkemelerde yargılanırken elinden Kur’an-ı Kerim’i eksik etmemiştir; İslam’a en çok zarar verenlerin, işledikleri katliamları ve vahşetleri İslam’ın kutsal değerleriyle aklamaya çalışan despot liderler olduğunu düşünüyorum.
Ve maalesef bu tarz liderler günümüzde bile insanları dini değerler üzerinden ayrıştırmaya ve zulüm uygulamaya devam etmektedir; o yüzden İslam’ın kutsal kitabi Kur’an-i Kerim ile propaganda yapan liderlerden uzak durmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Buna ek olarak, Allah ile aldatılanlardan olmamak içinRené Descartes'in “düşünüyorum, o halde varım” düsturunu her birimizin hayatın her alanında hatırlamasında fayda var. En nihayetinde ne düşünmeden hareket eden bir insanın ne de sorgulanmadan sürdürülen bir yaşamın anlamı vardır.Altını çizerek ifade etmekte fayda var; adaletsizlikleri, yozlaşmayı, çürümeyi, despotluk özentisinde bulunan liderleri sorgula(ya)mayan, her insan bir gün mutlaka kurulu düzenin hedefi olacaktır.
Son olarak; tarihin en utanç günlerinden birisi olan Halepçe Katliamı sonucunda yaşamını yitirenleri bir kez daha anıyor ve bir daha asla böyle bir acının yaşanmamasını diliyorum.
(CA/EMK)