Hukukçuların bildiği ve sık tekrarladıkları bir söz var: "Kötü bir yasa iyi uygulayıcıların elinde iyi yasa olur. İyi bir yasa ise kötü uygulayıcıların eline kötü bir yasa olur" mealinde bir şey. Çoğu zaman doğru olmakla beraber, en azından bizim memleket için eksiktir. Burada iyiye karar verme hakkının kimde olduğu da önemlidir.
İddiam ve kanım odur ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin asker/polis silahlı güçleri ile hukuk arasında bir sınır geçmez. Bu kategori devlet memurları yasanın emrinde olmayı değil, yasayı emirlerine almayı severler. Dahası, yasa kuvvetinde buyrukla iş yapmayı severler. Yasayı sınır bellemektense, yasaya sinir olurlar.
1991 tarihli CMUK değişikliklerinden sonra pek çok kişi "ulen şu cumuk olmasaydı" serzenişini duymuş, işitmiştir bu memurlardan. Cümlenin devamı cümlenin bildiğidir.
Türkiye'nin insan onurunu korumaya, insan haklarına saygıyı güçlendirmeye, dahası iş ve icraatlarına yurttaşlarına "insan muamelesi" yapmaya dair yasama taahhütlerinin ortaya çıktığı her dem, silahlı memurların elleri buz keser. Düşük ısıda iş yapmanın asıl beceri, başarı ve erdem olduğunu öğrenmek zahmetine bugüne kadar katlanmak zorunda kalmadıklarından "elleri soğur." Demiri her dem alıştıkları tavda dövmeyi severler.
Avrupa Birliği ile uyum zorunluluğu ve sorunu olmasa, asla ve kat'a gerçekleşmeyecek bir takım yasal değişiklikler gündeme geldiğinde, bu zevatın soğuyan elinin aksine, sesi ısınır derhal.
En son 2004 yılının sonbaharında tartışılan ve 2005 Haziran'ında yürürlüğe giren temel ceza yasaları değişiklikleri sırasında, başlangıçta tasarılarda yer alan pek çok olumlu öneri tırpanlandı. Kırpacak şeyler ile AB arasındaki dengenin dayandığı noktadan sonrasını da, uygulama yönetmelikleri ile tamamına erdirdiler. Yasalara aykırı pek çok yönetmelik çıkarıldı.
Türkiye bürokrasisi normlar hiyerarşisinde piramidi tersten alır. Olağan koşullarda Anayasa, Yasa, Tüzük, Yönetmelik gibi bir sıralama olmasına ve normlar hiyerarşisi denen bu sıralama evrensel bir değer taşımasına rağmen; bizim memlekette bu hiyerarşi tersten işler, önce amirin emri, sonra genelge, sonra iç yönerge, yönetmelik, tüzük, yasa ve son noktada anayasa gelir. Uluslararası insan hakları sözleşmelerinin ise -bazı yargı kararları dışında- esamisi okunmaz. Bu sözleşmelere "gavur icadı" olarak bakılır. Anayasa ise, her darbede devrilen ve devrilmesinin mahsuru olmadığı bilinen bir biçimsellik olarak durur tepede.
İşin trajik kısmı ise, hak sahibi olduğu kendisine bir kez bile hatırlatılmamış memleket insanı, kendi hakkını değil polis devletinin hakkını düşünür bütün hak tartışmalarında. (Küçük bir örnek: CMK ve daha öncesinde CMUK'ta yer alan sanık ve/veya mağdur hakları ne mahkemeler ne de soruşturma makamları tarafından yasanın açık buyruğuna rağmen istisnalar dışında yurttaşa anımsatılmaz. Tıpkı yasanın kendisi gibi kağıtlara/tutanaklara yazılır sadece.)
Basında yer alan haberlere göre, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah Bey, hukuk devletini ve insan haklarını öteleyen bir dizi polis devleti yetkisi istemini deklare etmiş. Yasaya ve kimliğine bakmaksızın yurttaşa ve onun haklarına saygı göstermesi gereken devlet memurlarının "Devletlû" olma arzuları hiç tükenmiyor.
Bütün devletlûların unuttuğu bir şey var: Haşmetmeapları, ancak kendi sahip olduğunuz haklardan kısmen feragat edebilirsiniz. Bize, insanların tümüne, yurttaşlara ait olan haklardan bizim adımıza feragat edemezsiniz. Kapınızın kulu değiliz.
Lütfen elinizi hakkımızdan çekin. (AK/TK)