*Ian Edwars, Kendini Yaratma
"Ben, yüz binlerce boynu eğik, yaltaklanan, kuyruk sallayan köpek gördüm, Tempelhof'ta, Berlin'de yıl 1935'ti, büyük eğitimci Hitler, buyruklarını veriyordu." A. Neill
Gülhane'den Gezi'ye... Yıldız'dan Beştepe'ye... adını verdiğimiz yazılama dizisinin 16.'sındayız. Alt başlığımız: "Eleştirisizliğe Bir İlgi." Savımız, habitatımızda sorumluluktan kaçınmanın 'işlevsel' bir yolu olarak eleştiriden kaçınmanın yaygın biçimde hatta "anaakım" bir tutum olarak takınılmasıdır.
Muradımız, şimdi var olduğunu düşündüğümüz sorunun tarihsel köklerine dikkat çekmek, yinelenen örüntüleri açığa çıkarmak, üzerine düşünmek, gittikçe sislenen, yer yer görünmezleş(tiril)enleri odağa almak, olup bitenleri anlama süreçlerimize dahil etmek...
İki yüz yıla yakındır döl arayışımız sürüyor. Bu arayışa eşlik eden öznesi ve/veya nesnesi olarak istismarımız da... Aradığımız nedense genelde "döl", aşılanmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu da sıklıkla bir fikir, kavram ya da kişi/lik oluyor.
Milliyetçilik, serbest piyasa ekonomisi, Avrupa Birliği, Şangay Beşlisi, Kemal Derviş, Erdoğan, Yeni-Osmanlıcılık, Gandi Kemal, Altılı Masa vb. Kurtuluşu bir fikir, anlayış, kişide görmenin düşünme pratiği açısından özdeşliği şaşırtıcıdır. Malzeme değişse de dönüştürücü aynıdır. Türkçedeki o eşsiz deyimle "benzetmek" tam da bu olsa gerek...
Bu yazılamada, içinde debelendiğimiz güncel sorunları, olay ve olguları dolaşımdaki retoriklerin görünmezleştirdiklerini sorunsallaştırarak genelinde tek tek kişiler ve toplum olarak sıklıkla entelektüellerden ('okumuş takım' ya da 'zevat' denenler) beklenen "eleştiri"nin hepimiz için bir tür sorumluluk olduğu savlanmakta.
Bu yazılama dizisinin ateşleyicisi ya da ana motivasyonu, devletleşen AKP karşısında bu denli geniş bir tarihsel muhalefet blokunun oluşmasıdır. 15 Temmuz'un ardından klavyeye aldığımız bir yazılamada şöyle demiştik: "Jön Türkler tarafından "Meşruti Monarşi" için darbeyle tahta çıkarılan II.Abdülhamit, "Zeitgeist"a gösterdiği direnç nedeniyle yine darbeyle indirilir. Darbeyle gelip darbeyle giden 'iktidar' geleneği II.Abdülhamit örneğinde (de) yaşamış/yaşatılmıştır. 32 yıllık iktidarının rengi hâlâ tartışma konusudur ve güncelliğini hayatımıza sinen politikaları/yla korumaktadır. Rejimin ilk iki yılı 1.Meşrutiyet olarak adlandırılır. Anayasa'nın kendine/Padişaha verdiği yetkiyi kullanarak meclisi lağv eder. 30 yıl askıya alınan Meşrutiyet, darbenin ardından yeniden ilan edilir: II.Meşrutiyet. 1908'de Meclis-i Mebusan, toplanır. Bu coğrafyanın gördüğü temsili en güçlü meclis olduğu, kimi tarihçi ve siyaset bilimcilerce sıklıkla dillendirilir."
Şimdi de benzeri bir blok oluştu. Talepleri demokrasi. İstibdatın yıkılması. Yeniden aynı örüntünün tekrar edilmemesi, görece özgürlük imkânının potansiyelden gerçeğe tahvili nasıl olanaklı olur? Bu yazılama dizisinin varlık nedeni, bu sürece katkıda bulunmak sorumluluğunu duymamızdır: Sorumluluğun bir biçimi olarak düşünülen ve burada yeniden içeriklendirilen eleştirmek eylemi gerçekleştirmektir.
Muhafaza ederiz... Bir tür tanrısallık iddiasıdır kişinin kendi sözüne, eylemine bağlılığı. Faili olduğu şey ile hayata tutunmak eğilimindedir, çünkü bununla hayatta var-olur diğer deyişle varlık kazanır. Hayatta kendine yer açar bir bakıma. O nedenle kendi sözüne ya da eylemine bağlılık özde anlaşılırdır. Bununla yaşarız. Her sözümüz ya da eylemimiz hayata atılan birer çıpadır. Bunların yersiz, temelsiz, işlevsiz olması sürükler bizi. Oysa yaşamak, o çıpalar dolayımıyla gerçekleşir. Hayatınızı ören sözlere, eylemlere kişilere, içinde nefes aldığımız yapılara olan yer yer bağımlılığa evrilen bağlılığımız daha çok bundandır.
Eleştiri, bir bakıma hayata tutunmak için atılan çıpaların sağla(n)ması işlevi görür. Oysa güven tesis edilmediyse güçlendirmek, berkitmek değil, o zayıf da olsa tutunulan yerden sürükleneceğiz hissi kaplar ruhumuzu. Eleştiriye yeltenenlerin düşman görülmesi, düşmanlaştırılması bundandır da. Çünkü ihtiyacımız, dileğimize dönüşür bir tür hüsn-ü kuruntu olur. Dileğimizi belirleyen ihtiyacımız olguyu görmemize mani, deyim yerindeyse üzerine örtü olur. Eleştiri, işte o örtüyü de sorunsallaştırmaktır bir bakıma. Neden olacağı güvensizlikten kaçınma saiki nedeniyle çekinir, her nerede isek oraya daha fazla tutunuruz. Çünkü güven hem bir değer hem de bir duygudur. Yaşam, güvene ihtiyaç duyar. Güvensiz yaşanmaz. Eleştiri, hayata tutunmamızı güçlendirir şüphesiz ama mevcut ile mevcudu sarsan bir metaforla ifade etmek gerekirse çıpayı zayıf bir yerden alıp görece güçlü yani tutunulabilir bir yere atıncaya değin geçen sürenin belirsizliğinden doğan güvensizlik, mevcut sorunlu bile olsa ona daha fazla tutunmak yönünde kişiyi yönlendirir.
Dilimizde eleştiri, Arapçası (tenkit) ve Frenkçesi (kritik) ile yan yana kullanılır. Yazılamalarımızda sıkça başvuruda bulunduğumuz etimolojik temsillerle sürdürelim düşünmemizi:
Tenkit, Arapça nḳd kökünden gelen yazılı örneği bulunmayan *tanḳīd تنقيد "şiddetle iğneleme" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça naḳada نَقَدَ "gagaladı, iğneledi, söz dokundurdu" fiilinin tafˁīl vezninde II. mastarıdır. Arapça nḳd kökünden gelen naḳd ise نقد "1. gagalama, eleştirme, 2. metal para, akçe" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça naḳada نقد "1. gagaladı, 2. eleştirdi, eleştirel yorumda bulundu" fiilinin faˁl vezninde mastarıdır. (NOT: Bu fiil Aramice/Süryanice ve İbranice #nḳd נקד "noktalama, sivri bir nesneyle tıklama" kökü ile eş kökenlidir.)
Kritik, isim hali, Grekçe krei-'den gelir. Ön Hin-Avrupa dil ailesinde "elemek", dolayısıyla "ayırt etmek, ayırt etmek" anlamına gelir. Bir şeyin varsayımsal kaynağı ya da kanıtı için Yunanca krinein "ayırmak, karar vermek, yargılamak", krinesthai "açıklamak"; Latince cribrum "elek", suç "yargı, suç", cernere "elemek, ayırt etmek, ayırmak"; Eski İrlandaca criathar, Eski Galce cruitr "elek"; Orta İrlandalı crich "sınır, sınır"; Eski İngilizce hriddel "elek" anlamına gelir.
Eleştiri, elge- "elden veya elekten geçirmek" fiilinden evrilmiştir. Bu fiil Eski Türkçe elig "el" sözcüğünden türetilmiştir. "El", "al"dan; al- "tutmak, elde etmek, alt etmek, yenmek" fiilinden evrilmiştir.
Arapçadaki gagalamak, sivri bir nesne ile tıklama; Frenkçede karra vermek, yargılamak, açıklamak, Türkçedeki tutmak, alt etmek anlamları manidardır. Hepsindeki ortak noktanın elek metaforu olması, eleğin de belli bir nitelik ve nicelik gözeterek işlemden geçirmek anlamlarına içkin oluşu bağlamımız özelinde manidardır.
Hayatta tutunmak saikiyle hareket eden her özne attığı çıpalar dolayımıyla tutunur, tutundukça nöroplastisite anlamlında hayatla bağ kurar, bunlar bir araya gelerek bir diğer deyişle katışarak bir tür harmonia ile anlam evrenimizi belirginleştirir. Bununla kişileşir özne. Bu özneleşme sürecinde her eylem ya da söz bir çıpa işlevi görür. Bunların boşta olması en ufak bir dalgalanmada sürüklenmemize neden olur. Muradımız hayat(t)a tutunmak. Bunun için de tutunduğumuz dalın sağlam olmasına ihtiyacımız var.
Çıpayı atıp asılırız önce yerinde mi, tutunmuş mu diye, kimi zaman yalancı bir tutunma olur yer yer sınamak, yoklamak gerektir çıpayı. Eleştiri bir bakıma o sınamadır. Hayatın olağan akışı, o pür kendiliğindenliğiyle karşılaşmalar yani bir başka yerden bir başka dozda asılmak, sınamak işlevi sunar. Hayat, "panta rhei" ("Her şey akar." Herakleitos) sözünde dile gelen hakikatte olduğu gibi akar, aşındırır, sürece yeni değişkenler dahil olur; bu da güncelle(n)meyi kaçınılmaz kılar. Eleştiri, işte bu işlevi de görür: yeniden biçimlenmenin -çömlekçilikten devşireceğimiz bir mataforla- tornasıdır.
Pandemiden önceki son Tüyap'ta senelerdir Milli Eğitim'de öğretmenlik mesaisine bir de çevirmenlik ekleyerek biricik çocuğunu okutmaya çalışan kelimenin birinci anlamıyla emekçi bir arkadaşım koluma girip kulağıma şu sözleri fısıldamıştı: "Bir arkadaşın gelip Ben Tanrı ile konuştum derse eğer dost/u isen kolundan tutup onu en yakın psikiyatri kliniğine götürürsün, değilsen ilk inanan sen olursun."
Şimdi bunu alıp retrospektifimizin pusulası yapalım. Tek adam rejimi ile adlandırmak, olup bitenlerden birini sorumlu tutmak redüktif mantık, bir diğer deyişle indirgeyici mantık yani düşünme hatası. Bunu referans alarak yapılan her türden çıkarım doğal olarak yanlış olur ya da yanlış olacaktır.
Tarihsel referansları analım; bunların belki kırılma anlarına bakalım, bir tür seçki bizimkisi, değilse tüketilemez denli çok örneğin var olduğu pek çoğumuzun malumu. Şimdi dizimizin üst başlığını anımsayıp sözümüzü tutmaya gayret ederek kronikten eleğimize takılanlara bakalım.
Gülhane'yi düşünelim; bununla ilgili farklı öznelerin dile getirdiği sözler, şerhler ne denli gözetildi? Ahdulhamit, tahta çıkarılınca çıkarılma biçimi ne denli sorunsallaştırıldı? Sonra adım adım istibdata gidilirken saz arkadaşları söz ve eylemleriyle süreci kritik ettiler mi? Abdülhamit'i kritik edenler, iktidara geldiklerinde neler yaptılar? Şüreka, karşı çıktıkları her ne var ise kendilerinin yaptığını dillendirdi mi? Dillendirmelerine hacet var mı? Bilmiyorlar mı? Taşnak Partisi ile birlikte omuz omuza mücadele verirlerken düşmanlaştırıp köklerine kibrit çakma süreci anlık bir mesele değilse süreç nasıl işledi? Ne oldu ya da ne ol(a)madı da öyle oldu? Peki, Cumhuriyet, varlık nedeni olan Osmanlı'yı dağıtan politikaları, kaldığı yerden neden hâlâ sürdürür, bunda ısrar eder? Cumhuriyet yönetimi Emval-i Metruke yasasına ses çıkarmayıp bilakis uygulama yönünde onca sene ısrar eder? PKK ile 1984'te neden 38.'si (13'ü Osmanlı, 25'i Cumhuriyet döneminde) başlıyor "Kürt Ayaklanmaları"nın? Neden yinelenen sorunlu politikaların birer dogmaya dönüşüp hassasiyetlerimiz adı verilen örtüyle politik alanın dışına itiliyor?
* Adnan Menderes İstanbul'u yıkarken en yakınları ne büyük bir kent bilimci, mimar olduğunu fısıldarlar sıklıkla... Ya Menderes'e "Efendim siz dilerseniz Hilafeti de geri getirirsiniz" diyenlerin sorumluluğu?
* Adnan Menderes tahkikat komisyonunu kurarken kötülüğe ortaklık edenler vardır tıpkı ilk inanan olanlar işte bunlardır. Ahmet Arif'in çıyanlar dediği tam da bu takımdır.
* Bedrettin Dalan kente yıkıcı müdahalede bulunurken yanındakilerin duruş(suzluk)ları.
* Turgut Özal, "anayasa bir kez delinerek" bir şey olmaz derken, yol arkadaşı hukukçular ve politik sorumlular.
* Babacan, Gezi'de Erdoğan için hiçbirimizi dinlemedi diyebiliyor: Sözleri, yok hükmündeliğinin ikrarı. Ve şüphesiz başta bakanların ve diğer AKP karar alıcılarının.
* Çocuk yaşta evladını kaybeden bir annenin meydanda yuhalatılması esnasındaki ruh hali tamam da sonrası?
Bu ve benzeri bağlamlarda iktidarın dilinden başka sözler de dökülür: İt ürür kervan yürür... Atı alan Üsküdar'ı geçti... Geçti ama bu dönülmezlik değil pekâlâ değişim, güncelleme olanaklı; bunun olanağının bilinci bir bakıma özgürlük; oysa tutunmak, kanaatimizce tekil düşüncenin esiri olmak ki bu da iki yüz yıla yakın süredir bizi esir alan bir tür pandemi. Şüphesiz pek çok panzehiri olabilir, eleştiri, bunlardan yalnızca biri.
Yapılan onca "yanlış"tan neden ders alınmaz? Nedense sözlere, uyarılara, eşleştirilere kulak asılmaz. Dilimize "kulak asmak" deyimi iki şekilde anlaşılır: ilki önem vermek, kulak kesilmek, dinlemek; ikincisi göz ardı etmek, dinlememek, önemsememek.
Sözle sözü söyleyenin ayrımına sahip bir kültür olduğumuz tartışılır. Dilimize Nasrettin Hoca fıkrasından geçen "ye kürküm ye!" sözü, bunun nişanesidir. Grekler'in, "Mahkemeler karanlıkta yapılırdı ki konuşana değil de konuşuluna bakılsın" anlayışı, söz ile sözü dile getirenin ayrımının önemini vurgular. Güvensizlik sözle sözü söyleyeni ayırmamıza manidir. Güvendiğimiz kişiyse doğru, değilse yanlış dikotomisini ya da kartezyen mantıkla düşünmek eğilimdeyiz. Baskıcı ortamın kişileri ve/veya toplumu itaata gark ettiği deneysel psikolojide pek çok çalışma tarafından gösterilmiştir: Milgram deneyi ile Zimbardo'nun Stanford hapishane deneyi bilinen en çarpıcı örnekler arasında gösterilebilir.
Halının altına süpürmek, mış gibi yapmak, söz söyler gibi başlayıp suya sabuna dokunmayan yüklemle tümceyi bitirmek... Dilimiz bu konuda pek zengindir. Bu zenginlik ne denli ağır baskı altında olduğumuzun da kanıtıdır bir bakıma.
Eleştiri hakikat/in üretiminde temel dayanaklarımızdan. İşlemden geçirmeden herhangi bir sonuca ulaşamayız. Eleştiri, yargılamanın önkoşulu. Diğer deyişle geribildirim. Pek çok öğrenmeye dair pek çok araştırma, "geribildirim" olmadıkça her ne yapıyor isek kıyaslayamadığımızı, eylemimizin sonuçlarını bilemediğimizi bu nedenle de dipsiz bir kuyuya atılan taşın sesini duy(a)mamak gibi olduğunu savlar. Üretilen ya da yapılan her ne ise dipsiz kuyuymuşçasına hiçliğe karışır. İnsan, yaşadığını bir başka varlık dolayımıyla kavrar. Eleştiri, yaşatır. Yaşadığımızı anlamanın temeli bir başkasının varlığıdır.
Bilinç, con-scienere yani birlikte bilmek. İnsanın bilinci, bir başka öznenin varlığıyla olanaklı. Eleştiri, ister oto-kritik, meta-kritik ister kritik olsun "olan"ı bir başka gözle ele almaktır. Kişinin kendi yaptığına bir başka özneymişçesine bakması da eleştiri olarak değerlendirilebilir: oto-kritik tam da bu anlama gelir ve yapılmasının özel anlamda donanım, kültür ve anlayış gerektiren en güç eylemlerin başında geldiği söylenebilir.
Bir varlık olarak belli bir yerde ve zamanda dururuz. Çevremizde sonsuz uyaranlarla etkileşimimizdir yaşamımız. Her ne olursa olsun fiziksel, ruhsal, kimyasal, zihinsel anlamda tepkilerimiz olur. Bunlardan kimileri iradi kimileri refleksiftir. Yaşamımız, çevremizle girdiğimiz (etkileşimli) ilişkinin türevidir. Türev, duruşumuzda ete kemiğe bürünür.
Nedense hakikate duyulan ihtiyaç azaldı?! Gerçek yerine temsilleri dikkate alıyoruz. Hakikat ile bağımız zayıflamakta. Homo Narras, Mitik tarihinde belki de yeni bir sayfa açıyor. Yine belki de formları değişse de Anlatının ontolojisi özdeş: Masal.
Epik bir anlatı değil murad ettiği bu yazılamanın. Bilakis dürtmek, rahatsız etmek tıpkı Sokrates'in Atina'ya "atsinekliği" yapması gibi: sarsmak, kendine getirmek. Çünkü "Hakikat özgürleştirir."
Eleştirizlik, insanın kendini kendinde aramasına mani; eleştiri, aklımızı başımıza getirdiği gibi bizi alıp tam da olay yerine atar: tanıklaştırır. Tanık, artık özne, etik bir varlıktır. Tanığa dönüştüğümüz ölçüde insanız. Eleştiri, olayın üzerindeki örtüyü kaldırır. Olan her ne ise onunla yüzleşmemizi sağlar. Deyim yerindeyse referans işlevi görür. Bir başka bağlamda söylenmiş olsa da Arşimet'in "Bana bir dayanak noktası verin dünyayı yerinden oynatayım." sözünü alarak eleştirinin yeri doldurulamazlığını vurgulayalım.
Eleştirinin yeri şüphesiz doldurulamaz. Onun eğilip bükülmesi, deyim yerindeyse "mış gibi" yapılması İktidarın söylemini zayıflatmaz bilakis daha da güçlendirir. Fakat hiçbir şey mutlak değildir. Temelsiz yapılar minik bir sarsıntıya bakar, kocaman anlatılar bir soruya, bir söze. Andersen, "İmparatorun Yeni Elbisesi" adını verdiği masalı, çocuklardan ziyade bize anlatır elbette kulakları olanlara. (Nietzsche'nin Zerdüşt'üne selam!) Masal, bir bakıma hiç de 'çocuk' anlatısı değildir. Hakikati dillendiren çocuk, yalnızca metafor olarak oradadır. Çocuk çıplak olanı yani tam da ortada olanı Descartes'ten devşirdiğimiz epistemik kavramlarla açık ve seçik olanı dillendirir. Eleştiri, olup biten sis bulutu içinde bırakıldığında o sisi dağıtan, üzerine atılan örtüyü kaldırıp dikkatleri olana çeker; bunun yolu söz ya da eylemle Hakikati dillendirmektir çünkü Hakikat, kimi zaman tam da olanın sözle ya da eylemle ifşasıdır.
Fakat masaldaki çocuk, her ne kadar Hakikati söylese de parresiates değildir. Eleştiri, yıkıcılığını ve aynı zamanda yapıcılığını asimetriden alır. Malumun ilamı değildir. Ama çocuk bir metafor olarak Hakikati sakınmasızca söyleyebilen öznedir. Nietzsche'nin "übermench" dediği üstinsandır; iyinin ve kötünün ötesine geçebilen, kendi değerlerini inşa edebilen, edebildiği ölçüde nihilizmi aşabilen kişidir.
Kavramsızlığa Bir İlgi adını verdiğimiz yazılamada kavramların göreliliğini sorunsallaştırmıştık. Bayramsızlığa Bir İlgi'de dolaşıma yeni bir kavram olarak "radikal muhafazakarlık"ı sunduk. Şimdi bu kavramın içini doldurmaya çalışalım. Kısaca kavrama içkin olanları talep etmeyi ve/ya yerine getirmeyi anlıyoruz "radikal muhafazakarlık"tan.
Eleştiri, cesaret erdemine sahip öznelerce icra edilebilir. Gramschi'nin organik aydınlarınca değil. Anaakımlaşmış, kimi iktidar odaklarıyla patronaj ilişkisinde bulunanlarca icra edilesi değildir. Eleştiri, ancak kendini güncellemek isteyenlerin talep edeceği ve/veya icra edebileceği bir şey. Eleştiri ne "bok atma"yla ne de kimi düşünme yanlışlarından mürekkep retoriklerle oluyor.
Eleştirisizlik, bir tür pusulasızlık... Oysa hayatın en azından yaşamak adını verdiğimiz bir istikameti var; bunun için yönden ziyade yönlere ihtiyaç var. Eleştiri, işte bu yönleri açan, açmakla kalmayıp aydınlatan eylem.
İyilik, sakalsız yapılabilir lakin kötülük değil. İyilikte öküz iyiliğin kendisidir bir diğer deyişle iyilik 'öküzsüz ortaklıktır. Taraflarını erdemli kılar. Oysa kötülükte ortaklık kötülüğün kendisi değil, bir şey için kötülük yapılır. Taraflar o fayda etrafında birleşirler. Ruhları kirlenir. İşte eleştiri tam da farkında oldukları bu kirli ruhu hatırlatır. O nedenle tahammülleri yoktur. Temelde tahammül edemedikleri kendileridir. Zira aynaya baktıklarında kirli ruhun gözleri kendilerine bakmaktadır. Günah çıkaramazlar. Engel etrafındakilerdir. Bir araya gelmiş linççi takım artık bir güruh olarak hareket etmektedir.
Tam burada Amok Koşusu metafor olarak alınabilir. Gücü elinde bulunduranın güç dolayımıyla göreli bir onuru vardır. Bu işlevsel güç kaybı bir tür ruhsal kirlenmeye neden olur. Koşu, kaybedileni arama, ona kavuşma eylemidir. Kişi, can havliyle koşar. Etrafındakiler ölmeyi göze alamadıklarından birlikte koşmayı yani "gözü kan bürümüşlüğe" teslim olurlar. Örgütlü kötülük, radikal kötülük, cellatlık, başka nasıl açıklanabilir. Girişte andığımız sözdeki büyük eğitimcileri Hitler'in buyruklarını kuyruk sallayarak dinleyen köpekler, işte bunlardır, bu koşuya ortak olanlardır. Örgütlü bir kötülük içindeler. Oranları farklı da olsa sorumluk, bağlamı paylaşan her özne için söz konusu.
Ölüm anlık bir olgu değildir. Her şey bir süreçte gerçekleşir. Enfeksiyon kapma, vücuda yayılma, bağışıklığın savaşı, hastalığın ilerlemesi, ateşlenme, fonksiyonların zayıflaması... Güce teslim olup Hayatı beslemekten yerine ölümü büyütmek, "insan onurunu zedeleyen eylemler"den (Kuçuradi) örülü hayatı yaşamak, bir dizi sürecin sonunda gerçekleşir tıpkı ölüm gibi.
İşte yanımızdakiler bu nedenle sorumludur. Leviathan'ın ya da yılanın başının küçükken ezilmesi gerektiği gibi. Frankeştayn, iş işten geçtikten sonra ortaya çıkandır. Birden çok insanın ortak çabasıyla ama en çok "büyük eğitimci" her kim ya da kimlerse çevresinde yer alanların.
Büyük eğitimci ve şürekasının ardından üçüncü sırada bağlamda ya da denklemde geniş anlamıyla halk yer alır. "Sorumlusu halk/ımızdır." dendiğine rastlarız sıklıkla oysa halk sorumlu tutulamaz çünkü bir kavram olarak boş gösterendir. Kimi zaman insan kimi zaman sistem sorumlu denir. Oysa insanlar bir Kültür içinde kimi anlayışlar ile yaşarlar, iş yaparlar, tarihte göreli ölçüde iyi işleyen yapıların bile tez zamanda dejenere edildiği örneklere (Hitler'in Almanyası, Sokrates'i ölüme gönderen Atine Meclisi) de sıkça rastlarız. Enfeksiyonla mücadele edecek içsel bir güç olmadıkça kalıcı hasar ya da ölüm kaçınılmaz.
Eleştirisizlik kendine güven. Özgürlüğün tadılması eleştiri ile olanaklı. Bu anlamıyla yalnızca entelektüellerin değil yapan, eyleyen, yargılayan her öznenin icra edebileceği özgürleştirici bir eylem. Eleştiri, eleştireni, eleştirenin bağlamını, ethosunu özgürleştirici bir işleve sahiptir. İyileştirici olduğu kadar sağaltıcıdır da. Çünkü bağlamdakileri irinden kurtarır. Gülhane'den bu yana enfeksiyon altında ağır ateşle bir tür delirium içindeyiz. Hakikatsizlikten mustaribiz oysa ilacımız var: Eleştiri. Eleştirisizliği bir çözümmüşçesine bize kötücül Anlatısının sosu, Hakikatin örtüsü olarak deforme eden İktidarın ipliğini pazara çıkarmadıkça enfeksiyon sürecektir. "Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" deyimi, tam da burada kullanışlılık kazanır. Oysa ikisinin de dışında "sağlık" var ve bu olanaklı. Bu olanağın en büyük kaynağı da Eleştiri.
Kimilerimizin bilmesi sorumluluğudur, bilenlerin ise bildiklerini lisanı münasip biçimde paylaşımları. Eleştiri, ancak, radikal muhafazakârlarca icra edilebilir.
Söz, anlam dünyamızındır. Anlam evrenini beslemek entelektüellerin sorumluluğudur. Eleştiri, yapılanın üzerine söz söylemek kadar benzer kategoride söz, eylem, iş üretmektir de. Eleştiri yaratıcı bir eylemdir bir bakıma. Yaratıcılık, düşünmeye ve yapmaya içkin olmakla birlikte bunları aşar. Eleştiri, olanı tekrar etmez. Olanı sorunsallaştırır. Enfeksiyonumuz var, sürekli antibiyotikle baskılıyoruz, bağışıklığımız zayıf, güçlenmenin deyim yerindeyse yüzleşmenin temel aracı: Eleştiri. Çünkü Hakikatin özgürleştiriciliğine giden yol eleştiri taşlarıyla döşelidir.(MVB)