"Devleti dağıtmanın yolu bir devlet kurmak değildir" [Raúl Zibechi]
Rize'de doğayı talan edecek 'Yeşil Yol Projesi'ne dur demek için devletin kolluk güçlerinin önüne atılan 'Rabia Nine' (ya da üzerine yapışan adıyla 'Havva Ana'), "Ben halkım, halk! Devlet kimdir? Kaymakam kimdir?" diye sorduğunda, onun bu isyanı Batı'dan Doğu'ya geniş kesimlerce sahiplenilmişti. 'Rabia Nine'nin, halkın devlet ve onun mekanizmaları karşısındaki varlığını sorgulayan bu sorusu, özünde, 'temsil'e dayanan devletli 'demokrasi' üzerine düşünmeyi buyurmaktaydı. Yine Gezi isyanında gündeme gelen sorgulama da farksızdı. Orada da karar mekanizmalarında 'doğrudan' yer alma arzusu kendini gösteriyordu.
Peki, gerçekten de "Devlet kimdir?" Bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan, geçmişte de onun türevlerinden sıkça duyduğumuz "tek'lik" vurgusu (tek devlet, tek vatan vb.) devletin kim'liğine dair bize bir şey söylemektedir. O, temerküz eden ve her şeyi tek yer'de toplama gayreti içinde olandır: Bir başkentte, bir bayrağın altında, bir dilde, bir dinde... Bu yüzden de devlet, her şeyden önce, toplumsal kontrolü güçleştirecek "parçalılığın" (yerel-mahalli örgütlenmelerin, yerel renklerin) karşısına "merkeziliği" koyandır. Bunu da 'temsil' sistemi aracılığıyla gerçekleştirendir. Tüm bunları yaparken kendi varlığını olası bir sorgulamadan uzak tutan devletin ısrarla sorgulatma uğraşı içinde olduğu şey ise halktır, halklardır; ve engel olduğu şey de yerelin güçlenmesidir.
Rizeli Rabia Nine'nin "Devlet kimdir?" sözleri, devleti bir sorgulamaya tabi tutarak, kurucu bir unsur olarak halkın varlığını yüceltmekteydi. Diğer taraftan Cizre'de, Yüksekova'da hep dillendirilen ve bugün daha çok yükselen "PKK halktır, halk burada!" sloganı da devletin kim'liğini sorgulamakta ve devlete karşı halkı merkeze almaktadır. Bunu, Doğu ile Batı arasında bir "ortaklık" olarak görmek mümkündür. Çünkü bugün Batı'da özellikle Gezi ile görünür olan ve gün geçtikçe farklı boyutlarda karşımıza çıkan[1] şey, devlete karşı bir refleksten öte, devlet aklına karşı bir isyana ve duruşa işaret etmektedir.
Batı'nın, Rabia Nine'nin devleti sorgulayan çıkışını sahiplenmesi, bunun karşısında ise Kürdistan'daki özyönetim talebine yönelik bombalı, silahlı vahşi saldırıları canhıraş savunma halini anlamak mümkün değil. Oysa Rize'nin de Gezi'nin de Cizre'nin de taleplerinin "devlet karşıtlığı" noktasında bir ortaklık kazandığını görmek elzemdir.
"İktidarı Dağıtmak"
Raúl Zibechi’nin Otonom Yayınları tarafından Türkçe basımı yapılan "İktidarı Dağıtmak"[2] adlı kitabı, Bolivya'daki Aymara yerlilerinin El Alto'daki özyönetim mücadelesini ve kazanımlarını anlatıyor. El Alto deneyimi ise Rojava'dan Gezi'ye ve bugün özyönetim talebinin katliamla karşılık bulduğu Cizre'den Silopi'ye dek, olan biteni anlamak için muazzam bir perspektif sunuyor. Bu nedenle kitapta anlatılanlar tüm Dünya halklarını ilgilendirdiği kadar bizi de yakından ilgilendiriyor.
Zibechi, Bolivya'da yaşananları anlattığı kitabında, devletin rolüne ve toplumu devlet karşıtı hareketlerle değiştirmenin olasılıklarına eğiliyor. 2003-2005 yılları arasında, Morales yönetiminin de önünü açan 'Gaz Savaşı'na[3] öncülük eden El Alto sakinlerinin mücadele dinamiklerini aktaran Zibechi, devlet başkanını devirmeyi başaran El Altoluların destansı hikayesini okuyucuya anlatıyor. John Holloway'in dediği gibi, Zibechi'nin bu kitabı bizi "şehre", El Alto'ya götürüyor ve bize "Kent Zapatistalarını nasıl yaratırız?" sorusunun yanıtını veriyor.
Zibechi, merkezileşme ve yoğunlaşmanın devlet/kapitalizm modelleri olduğunu hatırlatarak; El Alto'daki "parçalı mahalle örgütlenmesine" dikkati çekiyor ve bu durumun devletin faaliyet alanını nasıl daralttığına vurgu yapıyor. O, Aymara'nın nasıl 'savaş makineleri' oluşturduğu hakkında ise şunları söylüyor: "Bunlar hem dışarı hem de içeri doğru çalışan dağıtma makineleridir, çünkü hem devletle savaşırlar hem de yerini alacak merkezi ve birleşik bir aygıt oluşturmadan onu parçalarlar. Ya da şöyle de diyebiliriz, devleti yeniden kurmadan onu dağıtırlar."[4]
Zibechi'ye göre bu dağılmayı üreten topluluktur; çünkü topluluk, dağılma üretir[5] ve bu dağılma da kendi akışkanlığının olasılığını meydana getirir. Ortak olana geri dönmenin bir yolu olarak dağılma ise şu manayı taşır: "Dağılmanın kendisi birikime ve yoğunlaşmaya karşıttır, aynı zamanda kendisini sabitleyen ve biçimlendiren öğeleri de dağıtır. İktidarın dağıtılması, devlete karşı savaş, merkezileşmenin dağıtılması."[6]
Devlete karşı olmak
Özetle; Zibechi, devleti tamamen tüketmeyi beklemeden özlemini çektiğimiz başka bir dünyayı kurmanın mümkünlüğünden bahsediyor. Devrimcilerin iyi niyetinin hakkını vererek bu vurguyu yapan Zibechi, özgürlükçü toplumsal ilişkiler kurmak için devletin uygun bir araç olmadığının altını çiziyor. Birçok iyi devrimin, insanların yaşam koşullarını iyileştirse de yeni dünyalar kuramadığını söyleyen yazar, "Bu açıdan bakıldığında, yapabileceğimiz en devrimci şey kendi topraklarımızda yeni toplumsal ilişkiler kurmak için mücadele etmektir, mücadeleden doğan ve mücadele ile büyüyen ve yayılan ilişkiler kurmaktır," diyor.[7]
Zibechi'nin bu vurgusu, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "devletsiz demokrasi" ya da ulus-devlete karşı Demokratik Ulus tezi ile koşutluk içeriyor. Demokratik Ulus'un yapılanma biçimi olan ve 'Devlet ve Demokratik Konfederalizm arasındaki ilişki biçimi ya da hukuku' olan demokratik özerklikte de asıl olarak temel itirazın 'devletçi' yaklaşımın demokratik yerel alana dair kısıtlayıcı ve yüzeysel yaklaşımına olduğu düşünüldüğünde, bu koşutluk daha anlaşılır bir hal alıyor.
Demokratik özerklikte, 'demokrasi ancak devletsizlikle ifade bulur' öğretisi esas alınırken,'bir şeyin demokratik olması demek, onun devletsiz olması demektir' iddiası benimsenir.[8] Bu açıdan da "devlet eliyle ulusçuluk ne kadar yerelin, bölgeselin ve bireyin demokratikleşmesinin inkarıysa; demokratik ulusçuluk da tersine o denli yerelin, bölgeselin ve bireyin demokratikleşmesi" anlamına gelir.[9]
Yani Öcalan da devletin "merkezi" yapısına karşı, yerelin "parçalılığına" dikkat çekerek, bu parçalı yapıları mümkün kılacak bir sistemi -demokratik özerklik- öngörüyor ve öneriyor.
Eğer bu iki yaklaşım ışığında, bugün Cizre'den Yüksekova'ya dek yaşananlara bakacak olursak, denilebilir ki, oralarda halk -El Alto'daki Aymaralılar gibi- "yapabileceği en devrimci şeyi" yapmaktadır çünkü "kendi topraklarında yeni toplumsal ilişkiler kurmak için mücadele etmektedir." Diğer bir ifadeyle, ulus-devletin (Türk devletinin) yerele karşı saldırgan tutumuna karşı başkaldıran halk (Kürt halkı), kendi özyönetimini, bu en doğal hakkını elde etmek için direnmektedir.
Devlet dışı güçler
Kitapta, "devlet dışı güçler"den bahseden Zibechi, bu güçlerin hareketli ve değişken, yani süreksiz ve geçici olduklarını belirtmektedir. Buna göre, bu güçler, devletten geri çekilmeyle ve hareket halindeki yeni toplumun çekirdeğini oluşturan toplumsal ilişkilerin patlaması ile beliren karmaşık durumlarda ortaya çıkmakta ve kaybolmaktadır. Özetle devlet dışı güçlerden kasıt şudur: Onlar, devleti dağıtma veya devletin görünür hale gelmesini önleme kapasitesine sahip güçlerdir.[10]
Bugün Cizre'den Silopi'ye, Yüksekova'dan Sur'a dek gördüğümüz direnişin failleri, Zibechi'nin dediği "devlet dışı güçler" olarak anlaşılabilir. Cizre'deki hendekleri kazan ve "kendimizi savunuyoruz" diyen bir YDG-H'linin (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) ağzından dökülen şu sözler ise tanımı daha anlaşılır kılmada yardımcı olmaktadır: "Devletin uygulamaları halkın güvenliğini tehdit ediyor, zarar veriyor. Biz de halkımızı devlete karşı korumak zorundayız." YDG-H'li gencin bu sözleri, devlete alternatif bir güç ortaya konulduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Zibechi'nin "devlet dışı güçler" olarak tanımladığı, kendi özsavunmasını gerçekleştiren bir güce işarettir; halkın gücüne, topluluğun gücüne.
"Halkı devlete karşı savunmak" nedir? Bu savunma, salt devletin silahlı saldırılarına karşı bir zırhlarını kuşanma durumu değildir; devletin neoliberal politikaları ile yoksullaşmaya, devletin yarattığı ekolojik yıkıma ve kapitalist devletin nice saldırılarına karşı çıkma ve durmadır da. El Alto'dakiler de bunu yapmıştır. El Alto topluluğunun 2003-2005 yılları arasındaki "Gaz Savaşları" dönemindeki eylemlilikleri buna işarettir:
"Olayların zirvesinde, mahaller tamamen yeni bir şey yaratmak ve icat etmek zorunda kaldı ve bunu yapmak için hep birlikte sokaklara çıktılar, kendi mahalleleri için mücadele ettiler ve on yıllar önce gerçekleştirdikleri toplumsal eylem türünün çok ötesine geçtiler. Bu günlerde El Alto topluluğu tüm bölgeye yayıldı, ordunun mevzilenmek için geçmesi gereken alanları tutarak silahlı baskıyı etkisiz hale getirdi. El Alto toplumsal makinesi devletin askeri makinesini dağıtabildi ve bunu yapabilmek için yalnızca savunma ve saldırı konusunda yetersiz oldukları için değil, aynı zamanda, zaten dağılması gereken 'ötekinin' bir parçasını meydana getirdikleri için de kendi örgütlenmelerinin ve liderlerinin ötesine geçtiler."[11]
Burada, Zibechi'nin "eylem biçimlerinin değişen niteliğine" ilişkin olarak altını çizdiği şeyi belirtmekte de yarar var. O, halkın büyük çoğunluğunun toplumsal mücadeleye katıldığı güçlü anlarda, o ana kadar hakim olan eylem biçimlerinin değiştiğine dikkati çekmektedir. El Alto'da da durum böyle olmuştur, Cizre'de de.[12] Geçmişte "taşa sarılan" kentlerdeki Kürt gençlerinin bugün artık "silaha sarılıyor" olması eylem biçiminin değişen bu niteliğine sadece bir örnektir.[13]
"Hendeklerin arkasında komünal yaşam örülüyor"
Cizre'deki direnişi uzaktan ya da yakından takip edenler en azından şu bir kaç mahallenin adını ezberlemişlerdir: Nur Mahallesi, Yafes Mahallesi, Sur Mahallesi ve Cudi Mahallesi. Cizre'de halk, sokağa çıkma yasağının uygulandığı süre boyunca kentin bu mahallelerinde, ana caddelerden mahallelere giden yollara hendekler kazarak, devlet güçlerinin buralara girişini engellemiştir. Devlet tarafından sıkça dile getirilen ise "güvenlik güçlerinin hedefinin bu hendekler olduğu" iddiası olmuştur.
Cizre'de 21 sivilin yaşamını yitirdiği 9 günlük sokağa çıkma yasağının son bulduğu ve direniş sonrası devlet ablukasının kaldırıldığı günün sonrasında, Dicle Haber Ajansı'nda (DİHA) yayınlanan bir haberin başlığı ve haberde aktarılanlar ise devletin asıl "hedefinin" ne olduğunu açık etmektedir:
"Hendeklerin Arkasında Komünal Yaşam Örülüyor: Cizre'de oluşturdukları mahalle meclisleri ile sorunlarını çözüp ihtiyaçlarını temin eden halk, zor durumda olan ya da yardıma ihtiyacı olan ailelere el birliği ile yardım eli uzatıyor. Saldırı ve gözaltı operasyonlarına karşı hendek kurulan mahallelerden biri olan Cudi Mahallesi'nde mahalle meclisi yöneticileri tarafından temin edilen gıda poşetleri, akşam saatlerinde ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı..."[15]
Ya da Erdem Bulduruç'un yine o günlerde dikkati çektiği üzere, hedef, "demokratik komünalizm fikrinin toplumsal tabanı olarak Kürt halkı"dır.[16] Çünkü Cizre'de de Sur'da da ve bölgedeki diğer direniş merkezlerinde de gerçek şu ki, "daha çok toplum, daha az devlet"[17] var artık. Polisin ablukası ve saldırısı altındaki yerlerden olan Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki Sur Halk Meclisi'nin kurumlarından olan Hasırlı Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği'nin üyelerinden Hasan Yıldız'ın söylediği üzere: "Halk, tüm sorunlarını kendi arasında çözmeye başladı. Artık devletin kurumlarına ihtiyaç duyulmadı. Sur'a yönelik (ve diğer yerlere de) bu kadar saldırının olmasının nedeni, bu kendini yönetme başarısıdır."
Direnişi "ortaklıklar" ile örmek ve büyütmek
Burada, Zibechi'nin, El Alto sakinleri arasında eylemsel birliğe ilham veren faktörlere ilişkin vurgusuna değinmek yerinde olacaktır. Ona göre; ortak talepler, ortak yoksunluk, ortak tehlike ve ortak acı çekme hali bu "ortaklıklar"ın kurucu unsurlarıdır.[18] Bugün Cizre'den Yüksekova'nın mahallelerine dek bir çok yerde örülen direniş ağında da bu "ortaklıklar"ı görmek mümkündür.
Gerçekten de direnişte olan halkın talepleri, yoksunlukları, kendilerine yönelen tehditler ve nihayet halkın acıları derin bir "ortaklık" içermektedir:
* Halkın ortak yoksunluğu, bir sömürgenin maruz kaldığı yoksunluk ne ise odur: Anadilinde eğitim hakkından yoksunluk, kendini yönetme hakkından yoksunluk, kendi topraklarında yaşama hakkından yoksunluk...
* Halkın devletin gaspı ile beliren bu yoksunluklar karşısındaki talebi ise şudur: Kendi kendini yönetmek.
* Halka yönelen tehdit ise açıktır: Askeri, polisi, topu ve tüfeği ile devletin her türlü baskı aygıtları ve direnen halka karşı devletin tetiklediği linççi, ırkçı grupların saldırıları.
* Ve nihayet ortak acı ise yoksulluk, ölüm ve katliamdan başka bir şey değildir.
Cizre'den Sur'a ve Yüksekova'ya dek bölgedeki mahalle örgütlenmelerinin devletin alanını daraltarak onu dağıttığına şahitlik etmekteyiz. Cizre'de 9 günlük ablukanın kalkmasının bir lütufla olmadığı açıktır; oradaki muazzam direnişin, örgütlülüğün, mahalle meclislerinin işleyişinin devletin ablukasını dağıttığını görmek gerekir. Nasıl ki El Alto toplumsal makinesi devletin askeri makinesini dağıtabildi ise Cizre'deki 'toplumsal makine' de bunu yapmaya çalışıyor ve yapıyor da.
Acıyı paylaşmak
İktidarı daraltmak ve dağıtmak için, Zibechi'nin dikkati çektiği üzere, daha çok "parçalı" örgütlenme gerekmektedir. Bu ise Doğu ile sınırlı kalmayan, Batı'nın da direniş ağına dahil olması (ya da dahil edilmesi) ile mümkünlük kazanabilir. Bu noktada ise Zibechi'nin bahsettiği "ortaklıklar"dan olan "acı"nın Doğu ve Batı'daki bağını kurmak hayati önemdedir.
Rizeli 'Rabia Nine'nin varoluşundan beri üzerinde bir hayat sürdüğü toprağının[18] devlet eliyle gasp edilmesi ile yaşadığı acı; Gezi'de çocukları katledilen ailelerin yaşadığı acı; ve Kürdistan'da devlet eliyle yakılan ormanlık arazilerde meskenleri talan edilenlerin, yine çocukları, kardeşleri, anne ve babaları katledilenlerin acısı ne kadar "farklı acılar"dır? Devlet, iki yakadaki acıların "farklı acılar" olduğunu dayatmaktadır. Bu da özünde ortak olan acıların buluşarak "paylaşılmasını" ve buradan da devleti hedef alan bir "ortaklığın" inşasını engellemektedir.
Zibechi'nin dediği gibi, "acıyı tanımlamak ya da onu başka birine aktarmak mümkün değildir, yalnızca paylaşmak mümkündür";[19] çünkü "mantığın, rasyonalitenin, dilin ötesine geçer" ve bu durumda acı, "topluluğa giden kapıyı açan anahtardır."[20] Devlet, 'topluluğa giden kapıyı açacak' olan bu "acıyı paylaşma" haliyle sürekli oynamaktadır.
Özyönetim
Cizre'de devlete karşı direnişin başladığı ilk günlerde kente giden Financial Times muhabiri Piotr Zalewski, "Rıdvan" isimli bir YDG-H'li gencin söylediklerini şöyle aktarmıştı: "[...]Yüzünün üzerine yünden kar maskesi çekmiş bölge yerlisi bir genç, Rıdvan, otomatik tüfeğini alıp devriyeye çıkmaya hazırlanırken 'PKK'ye katılmaya ihtiyacımız yok, çünkü PKK halktır' diyor... 'Dağlara da gitmedik, Suriye'ye de gitmedik çünkü bunun gelmekte olduğunu tahmin ettik' diyor Rıdvan ve ekliyor: 'Şimdi savaş tam burada'."
Yine Cizre'deki hendeklerde nöbet tutan gençlerden olan ve gündüz demirci olarak çalışan, akşam ise mahallesini savunan 20'li yaşlardaki Munzur da Sendika.Org muhabirine mahallelerdeki durumu şöyle özetlemişti: "[...]Bazı evlerde anne, kızı ya da gelini, günlük işlerinde iş bölümü yapıp, her evden bir kadın inisiyatif alıp buraya gelerek nöbet tutuyor. Herhangi bir baskın durumunda ise biz gençler devreye giriyoruz. Biz burada yerel halk olarak PKK ile düşünsel olarak beslensek de PKK veya başka bir şeyle direk bağlantımız yok. Yani PKK’nin bizlere fiziki bir yardımı olmuyor." Ve şöyle devam etmişti Munzur: "Doğuştan sahip olduğun temel hak ve özgürlükler ayaklar altına alınıyor ancak buna karşın örgütlenme daha gürleşiyor. İnsanlar dar günlerde birbirlerini tanıyabilirler, buradan da güçlü bir dayanışma çıkıyor."[21]
YDG-H'li Rıdvan'ın dediği gibi halkın savaşı artık "burada", yani kentlerde; ve gündüz demirci, akşam direnişçi olan Munzur'un belirttiği gibi de baskı karşısında "örgütlenme her geçen gün daha da gürleşiyor".
Zibechi'nin kitabının önsözünde John Holloway, kitabın, "Şehirde otonom, anti-kapitalist, devlet karşıtı alanlar veya dinamikler nasıl yaratabiliriz?" sorusuna yanıt verdiğini söylüyor. Türkiye'de de "İktidarı Dağıtmak" ve şehirlerde otonom yapılar oluşturmak için sadece Gezi örneğine bakmanın, salt onunla yetinmenin eksik olacağı açıktır. Bu açıdan Cizre'nin, Yüksekova'nın, Sur'un ve diğer "özyönetim" merkezlerinin, buralardaki direniş ağlarının nasıl örüldüğünün iyi 'okunması' gerekiyor.
Ve son olarak; Batı'nın Kürdistan'daki "özyönetim" talebine sırt çevirmek yerine onu sahiplenmesinin Batı için de makul olduğu açıktır. Ergun Babahan'ın özyönetimi herkesin anlayacağı şekilde özetlediği haliyle söylersek eğer: "Ege, Ege olarak kalmak istiyorsa, yönetim erkini kendi eline almalı, kaderini kendi belirlemelidir."[22] (BA/HK)
* Fotoğraf: DİHA
[1] Gezi'de karar mekanizmalarına doğrudan dahil olma arzusu; HES karşıtı direnişlerin tümü ve benzer örnekler.
[2] Zibechi, Raúl. İktidarı Dağıtmak: Devlet Karşıtı Kuvvetler Olarak Toplumsal Hareketler. Çev: Nurhayat Köklü. Otonom Yayınları. İstanbul: 2015.
[3] Bolivya'dan çıkarılan gazın ucuz fiyata ABD'ye ihraç edilmesine karşı "Gaz Savaşları" denilen başkaldırı başlamış ve bu isyan dalgasına El Alto sakinleri öncülük etmiştir.
[4] Zibechi... a.g.e. s.103
[5] Zibechi, toplumsal hareketlerin meydana getirdiği dağılmayı, pazar ve devlet tarafından yüceltilen parçalamadan ayırmak gerektiğini belirtir: "Dağılma, merkezileşmeden kaçınıp işbirliği akışını desteklerken, parçalama merkezileşmeyi sermaye mantığında sabitleştirir ve ona tabi hale getirir. Dağılma birleştiriken, neoliberal parçalanma hiyerarşiler oluşturur ve yukarıdan itibaren yoğunlaşır." Bkz: a.g.e. s.213
[6] Zibechi... a.g.e. s.212
[7] a.g.e. s.34
[8] Avcı, Bekir. Demokratik Özerklik Denen Şey Halkın Gezi'de Yaptığıdır. Bianet: 2013. [Erişim Tarihi: 20.09.2015]
[9] Öcalan, Abdullah. Bir Bütünün Parçaları Olarak Komün ve Meclisler. Demokratik Modernite. 2014. Sayı: 9.
[10] Zibechi... a.g.e. s.115
[11] Zibechi... a.g.e. s.95
[12] Cizre'deki toplu-tüfekli devlet ablukasına karşı sergilenen tutum böylesi bir an'a işarettir: HDP'li vekillerin 'uzun' yürüyüşü, kamyon şoförlerinin nehirleri aşması, bölge il ve ilçelerinden Cizre'ye gerçekleştirilen akın...
[13] Financial Times muhabiri Cizre'den yazdı: Öfkeli Kürt gençleri artık taşa değil, silaha sarılıyor. Bkz. [Erişim Tarihi: 21.09.2015]
[14] Hendeklerin Arkasında Komünal Yaşam Örülüyor. Bkz. [Erişim Tarihi: 20.09.2015]
[15] Bkz [Erişim Tarihi: 20.09.2015]
[16] Sur'da Daha Çok Toplum Daha Az Devlet. Bkz. [Erişim Tarihi: 20.09.2015]
[17] Zibechi... a.g.e. s.60-62
[18] Rabia Özcan, hitap ettiğimiz adıyla 'Rabia Nine', Çamlıhemşin'in Sırt mahallesinde doğmuş ve dedeleriyle birlikte çocukluğundan beri burada yaylacılık yapıyor. Bkz: Rabia ana: Ben iki kuruşa susmam kardeşim! [Erişim Tarihi: 24.09.2015]
[19] Zibechi... a.g.e. s.36-37
[20] Negri'den aktaran: Zibechi... a.g.e. s.37
[21] Cizre’de direnen gençlerle söyleşi (I): 'Hiç kimse kendi çocuğunu Saray uğruna feda etmemelidir'. Bkz. [Erişim Tarihi: 24.09.2015]
[22] Babahan, Ergun. Egeliler, öz yönetim asıl size gerekli! Millet Gazetesi. Bkz. [Erişim Tarihi: 21.09.2015]