Hak savunucuları ekonomik durumu ve ulusal bütçeyi yakından izler.
2024 bütçe maratonu 17 Ekim’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunulan Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile başladı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın sunumunun ardından bütçe görüşmelerinin komisyon safhası da 24 Kasım’da bitiyor. Son olarak, 4-15 Aralık arasında da TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek önümüzdeki yılın yaşamımızı etkileyecek bütçesi belirlenecek.
Bütçeden eğitim, sağlık, ulaşım vb. kamu hizmetlerine ayrılan pay başta yoksullar olmak üzere hepimizin yaşamını doğrudan etkiliyor. Benzer şekilde, bütçenin hangi vergi kalemlerinden toplandığı da doğrudan maaşından kesilen vergilere tabi olan bilhassa ücretli çalışanlar, kamu emekçileri vb. kesimler kadar toplumun geniş kesimlerine etki ediyor. Ayrılan bütçe sunulan kamu hizmetlerinin kapsamını ve niteliğini doğrudan etkileyen bir faktör.
Türkiye’de ekonomik durumun hiçbir zaman çok iyi olmadığı herkesin malumu. Ancak, COVID-19 küresel salgını, 6 Şubat depremleri vb. afetler döneminde ekonomik göstergeler daha da geriledi. Tabii bu gerilemede esas itici unsurun AKP iktidarlarının izlediği faiz, kur korumalı mevduat vb. uygulamalarla yaşama geçirilen ekonomik politikalar olduğu bir gerçek. Bahse konu politikaların ekonomiyi kırılgan hale getirmesi sonucunda kriz veya afet gibi olağandışı herhangi bir gelişme yoksul kesimleri derinden etkiliyor.
Karşılanamayan ihtiyaçlar giderek artıyor
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ekim ayı enflasyon oranı %61.36. Bağımsız uzmanlardan oluşan ENAG ise enflasyonu aynı dönemde %5’lik bir artış ile %105,48 olarak duyurdu. Bu verilerin ekonomik kriz ve yoksulluk bakımından ne anlama geldiğini uzmanları çok detaylı olarak yorumluyor. Yurttaşlar bakımından bu verilerin yansıması çarşı, pazar ve markette temel ihtiyaçlarını karşılayamamak oluyor. Benzer şekilde, eğitim masraflarını karşılayamadığında veya hastalandığı vakit aldığı sağlık hizmetleri faturası bütçesini aştığında bu verilerin ne demek olduğunu daha net anlıyor.
TÜİK’in konut fiyatlarıyla ilgili verileri ile ödenen kira miktarlarındaki büyük artış arasındaki fark, konut fiyatlarındaki artış ekonomik krizin düzeyini daha belirgin hale getiriyor. Anayasa’da düzenlenen eğitim hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı ancak ve ancak maddi imkânı el verenler bakımından anlamlı ve geçerli oluyor. İnsan hakları prensipleri açısından kriz ve yoksulluk, insan onuruna yakışır bir yaşam sürmenin önüne çektiği setler ve yol açacağı ihlaller bağlamında incelenir. Yoksulluk bebek, çocuk, genç, yetişkin ve ileri yaştan herkesi etkiliyor. Yoksulluk nedeniyle ihtiyaçların karşılanması giderek zorlaşırken, karşılanamayan ihtiyaçlar giderek artıyor.
Kriz dönemlerinde karşımıza çıkan ve ihlallere yol açma potansiyeli olan bir diğer sorun da yoksunluktur. Kişisel olarak ekonomik kapasitenin olduğu ancak bahse konu ihtiyacı karşılayacak hizmetin olmaması durumları veya dezavantajlı toplumsal grupların mensubu olanların maruz kaldığı yapısal sorunlar yoksunlukla ilgilidir. Benzer şekilde, eğitim, istihdam ve barınma hakkından da yoksun kalınabiliyor. Kişinin yaşadığı semtin veya bölgenin eğitim imkânlarından yoksun olması diğer hak alanlarında da ihlallere yol açma potansiyeli taşıyor.
Neoliberal politikalardan vazgeçilmeli
6 Şubat’ta 11 ili vuran depremler de mevcut ekonomik yapının yaraları sarma noktasında yetersiz kaldığını ortaya koydu. Yaşanan büyük felaketi önleyemese bile yıkıcı etkisi azaltabilecek doğa ile uyumlu imar politikaları ancak ve ancak hak temelli kamu hizmetleri anlayışı ile başarılabilir. Mevcut imar politikaları ve inşa edilen yapıların sağlamlığının etkili bir biçimde denetlenmemesi felaketin boyutunu arttıran faktörler arasında. Depremin yaşanmasının ardından ulaşım, telekomünikasyon, sağlık, barınma, beslenme vb. acil ihtiyaçların gerektiği biçimde karşılanmaması kamu hizmetlerine ayrılmayan bütçe ile doğrudan ilgili. Kamu kurumlarının afetlere hazırlıklı olma düzeyinin yeterli olmadığını bu depremlerde en acı bir biçimde deneyimledik.
Kriz ve afet gibi olağandışı durumlarda kamu hizmetlerinin niteliği ve sunulma biçimi hem hizmet alan yurttaşlar hem de hizmeti sunan kamu emekçileri bakımından önemlidir. Yaşamsal öneme sahip bu hizmetlerin olağandışı koşullara adapte edilerek olağan dönemdekine en yakın nitelikte sunulması yeterli kamu emekçisinin istihdam edilmesine, insan onuruna yakışır ücret almasına, çalışma koşullarının içinde bulundukları krize göre düzenlenmesine, herhangi bir afet veya krizin gerektirdiği becerileri kazanabilecekleri eğitimlerin sunulması vb. birçok boyuta bağlı. Tüm bunların gerçekleşmesi için kamu hizmetlerine yeterli bütçe ayrılması, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesiyle sonuçlanan neoliberal politikalardan vazgeçilmesiyle mümkün.
Yani kamu hizmetlerinin planlanması ve uygulanması hak temelli olabilmesi ve herkes için nitelikli, eşit, ücretsiz ve anadilinde sunulması ile mümkün.
Nitelikli kamu hizmetleri için yeterli bütçe
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) her yıl olduğu gibi 2024 bütçe sürecini de yakından takip ediyor. “Emekten Yana, Demokratik Halk Bütçesi İstiyoruz” başlığıyla hazırladığı bildiride 2006-2024 dönemi karşılaştırmasında kamu hizmetlerine ayrılan payın %39,5’ten %29’a indiğinin altı çiziliyor. Bütçeden kamu hizmetlerine ayrılan payın azalmasına son verilmesinin, nitelikli kamu hizmetleri sunulmasının olmazsa olmaz koşulu olduğunun vurgulandığı bildiri bu konuda detaylı veriler içeriyor. Vergi adaletinin sağlanması, toplumsal cinsiyete dayalı bir kamu bütçesinin hazırlanması ve kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına, özelleştirilmesine son verilmesi de KESK’in talepleri arasında yer alıyor. KESK bütçe ile ilgili kampanyasını 2 Aralık’ta İstanbul ve Diyarbakır’da gerçekleştireceği mitingler ile sürdürecek.
Olağan dönemlerde olduğu gibi ekonomik kriz ve afet gibi olağandışı dönemlerde kişilerin herhangi bir ihlalle karşılaşmaması devletlerin yükümlülüğündedir. Bu yükümlülük sosyal bir hukuk devleti olma niteliğinden kaynaklanıyor. Hak savunucuları olarak bu yükümlülüğü hatırlatmaya devam edeceğiz.
(Oİ/VC)