Yeni birikim, dünya kapitalizmine ucuz işgücünü temel avantaj sayan bir üretim profilinde ifadesini alacak.
2001'de yaşanan yüzde 10'a yakın küçülme, işgücünden başlayarak birçok şeyi "değersizleştirdi", ucuzlattı.
Yeni birikim modelinin hedefi, ucuzlatılmış faktörlerle üretimi dış talep için yapmak. Bunun iki ayağı var. Birincisi ihracat, ikincisi turizm.
Ucuz işgücü, dışa dönük üretim, sermaye birikimi
Kuşkusuz bu ucuz işgücü ve girdi avantajıyla dışa dönük üretim ve bu yolla sermaye birikimi modeli, sermayenin yeniden yapılanmasıyla el ele gidiyor. Türkiye sermayesi, daha çok global sermaye ile halvet oluyor. Dışa dönük yeni birikim modeli küçük küçük de olsa işlemeye başladı. 2001'de ihracat yüzde 12 artarak 31 milyar doları aştı. Sanayide Mart ayında bir canlanma yaşadı. Tükenen stoklar için üretim çarkları işlerken canlılığın daha çok tekstil ve ihracata dönük dayanıklı tüketim malları dallarında olduğu gözlendi. Bu nasıl mümkün oldu?
Yoksullaştırıcı ihracat
Bir kere, içeride maliyetler düşürüldü. Daha da önemlisi yüksek oranlı devalüasyon ihracatı ateşledi. Daha ucuza üretim ve devalüasyon gazıyla dışarıda fiyat kırarak içerideki daralma kısmen telafi edildi. Dolayısıyla, bu "yoksullaştırıcı ihracat" sayesinde daha fazla küçülme, daralma frenlenebildi, diyebiliriz. Ama bundan sonrası da böyle olacak. Teknolojisi ve başka avantajlarıyla dış rekabet şansı olmayan Türkiye kapitalizmi ancak düşük ücret ve kur faktörlerinin omuzlarına basarak dış pazar bulmaya çalışacak ve belli oldu ki hedef, bunu kurumsallaştırmak, kalıcılaştırmak.
Bu format üstüne yıllık yüzde 7-8'leri bulan büyüme trendlerinden henüz uzak Türkiye kapitalizmi. Çünkü, Uluslararası Para Fonu (IMF) ancak yüzde 3'lük, önümüzdeki iki yıl için de yüzde 5'erlik büyüme izinleri tanıyor Türkiye'ye. IMF, öncelikle alacakları tahsil etme telaşında olduğu için, yüksek büyümeye izin vermiyor, vermeyecek.
Global sermayenin istikrar beklentisi
Yeni birikim modeliyle etkili büyüme oranlarına kavuşmak için umut yabancı sermayeye bağlanmış durumda. Ama global sermaye de Türkiye kapitalizmi için henüz tam bir istikrar göremiyor. Özellikle siyasette belli bir istikrarsızlık hissetmiş olmalı. Sorun siyasi istikrar beklentisi ise, o zaman bu beklentiyi karşılamak gerekmez mi?
İşte tam da bu noktada IMF ve Derviş, erken seçim tartışmalarını başlattılar. Koalisyonun başındaki Ecevit'in fiziksel tükenişi de siyaset düzleminde yenilenme ihtiyacını pekiştirmiş oldu.
Seçim tartışmaları ve farklı yaklaşımlar
Bu düzlemde zamanlama konusunda iki farklı yaklaşım var. IMF ve Derviş, yaptıkları "yapısal düzenleme"lerden ve IMF'nin kontrolünden o kadar eminler ki, bir seçim atmosferinde, "popülist bir ekonomi politikası"na imkan bırakmadıkları kanısındalar. Bir an önce seçimlerin yapılması , özellikle global sermayenin siyasi istikrar beklentilerinin karşılanması, onlar için birinci öncelik.
TÜSİAD "kriz"den kaygılı
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ise erken seçimin zamanlaması konusunda aynı görüşte değil. TÜSİAD, IMF ve Derviş kadar, gerçekleştirilen yapısal düzenlemelerden emin değil. Seçimle birlikte "popülist bir ekonomi politikası"na geçileceğinden ve bugüne kadar kontrolde tutulan politikaların gevşeyeceğinden , bunun da yeni bir krizi davet edeceğinden endişeli.
Seçim soruları
Derviş'in siyasete girmesi-IMF'nin de isteği bu yönde, kendisi de uzak değil- nasıl olacak, hangi partiden, hangi pozisyonla?
Anketlerde görülen Ak Parti'nin yükselişi nasıl kesilecek?
Demirel'in Mehmet Ali Bayar eliyle siyasete müdahalesi nasıl sonuçlanacak?
Seçimden büyük oy kaybıyla ayrılması muhtemel koalisyon ortakları seçimin erkene alınmasını nasıl engelleyecekler, erken seçim kararı ortakların iç dengelerini nasıl etkileyecek?
Bunlar , siyaset düzleminin öne çıkardığı sorulardan bazıları. Bakalım IMF ile Dünya Bankası, Derviş işbirliğinde ekonomide becerebildikleri kesme-biçme, şekillendirme kolaylığı ve olanağını, erken seçimle siyasette bulabilecekler mi? (BB)