Türkiye ekonomisi kendi sıkletinde rekorlar kırarak büyüyor. Yalan değil, rakamlar bunu söylüyor. Ama rakamlar başka taraftan bakarsanız başka şeyler de söyleyebilir...
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ben bu ekonomik büyüme, gelişme işine kafayı takmış durumdayım. Yaklaşık 10 yıldır ekonomi gazeteciliği yapıyorum. Bu işe başladığımdan bu yana bir türlü şu ekonomik gelişmenin gerçek olduğuna ikna olmadım. Hele de şimdi rekorlar kırılıyorken...
Bir ekonominin büyümesinde neye bakmalıyız sizce. Gayrisafi Milli Hâsıla'nın artması yeterli bir ölçü müdür? Eğer öyleyse gayet başarılı bir ekonomik büyüme sürecinden geçiyoruz demektir. Çünkü Türkiye ekonomisi son altı yıl içinde ortalama yüzde altı civarında bir büyüme yakaladı.
Peki ya meseleye toplumun en zengin yüzde 2'lik kesimi ile geri kalan yüzde 98'lik kesim arsındaki gelir farkının azalması, istihdamın artırılması, gerçek ücretlerin istikrarlı bir biçimde artması, eğitime, sağlığa ve altyapıya bütçeden ayrılan payın yükseltilmesi gibi sosyal ve insani kıstaslar ışığında bakarsak hala başarılı olduğumuzu söyleyebiliyor muyuz?
Peki ya toplumsal kalkınma?
Yukarıdaki sorunun yanıtını vermek aslında çok kolay. Elbette ülkenin temel büyüklüklerindeki gelişme iyi bir şeydir ama gerçek ölçü, temel büyüklüklerdeki bu gelişmenin toplumun en geniş kesimlerine nasıl yansıdığı ve toplumsal kalkınmanın ne ölçüde gerçekleştiği olmalıdır. Toplumsal kalkınmadan kastım insani gelişimin sağlanabilmesi...
Bu kavramı daha iyi anlamak için kültür ve sanat çalışmalarının desteklenmesi gibi kamu eliyle yürütülmesi gereken hizmetleri ve bir ücretlinin çalışma zamanı dışında kalan sürede insani gelişimine ne kadar zaman ayırabildiği gibi hiçbir ekonomik büyüklükle ölçülemeyecek olguları dikkate alabilirsiniz.
Kaldı ki büyümenin gerçek olup olmadığı konusunda bile bir takım şüpheler var. Yaşanan büyümenin önemli bir kısmının ihracata dayalı tüketim, ve lüks tüketim harcamalarından kaynaklandığı eleştirisi bu şüphelerin merkezini oluşturuyor. O zaman da rahatlıkla diyebiliriz ki Türkiye�nin ekonomik gelişmesi, gerçek bir büyüme bile olsa, toplumun geniş kesimlerine olumlu bir etki yapamıyor.
2001 krizinden sonra...
Türkiye'nin ekonomik büyümesinin neden toplumsal bir biçimde gerçekleşemediği sorusunu şimdilik bir yana bırakalım ve başka bir soruya odaklanalım:
Peki, ne oldu ve nasıl oldu da Türkiye ekonomisi 2001 yılında tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşadıktan sonra bir anda büyük bir patlama yaparak son altı yılda az önce belirttiğimiz yüksek büyüme hızına ulaşabildi?
Bu soru yaşadığımız sürecin arkasındaki gerçek aktörleri görmek için şart. Sabırsızlar için hemen söyleyelim, olayın müsebbibi sıcak para ve Türkiye�nin artık küreselleşmeye tam anlamıyla olmasa da büyük oranda eklemlenmesi�
Ama ayrıntılı yanıtı merak edenler için kısa bir zaman yolculuğu yapıp 2001 yılına dönmemiz gerekiyor. Kemal Derviş'in liderliğinde ve 57. hükümetin denetiminde başlayan ekonomik programlar dönemi Türkiye'nin küresel yapılanmaya eklemlenmesinin son adımını oluşturdu. 57. hükümetin başbakanı Bülent Ecevit'in, sıcak para ülkeden büyük bir hızla kaçarken dile getirdiği "bütün borçlar devlet garantisi altındadır" açıklaması bu sürecin ruhunu özetliyor bana kalırsa.
Türkiye, 2001 krizinde ülkeden hızla yabancı para kaçarken, sermaye fakiri bir ülke olarak, borç krizine düşmemek için piyasa ekonomisi kuralları çerçevesinde gerekeni yaptı. Yapması gereken basitti. Kaçan parayı içerde tut, hatta mümkünse daha çok yabancı sermaye çek. Bunun için de yapması gerekenler küreselleşmenin el kitabında yazıyordu zaten:
Ticareti serbestleştir, kamuyu ekonomiden çek, yani bütün devlet şirketlerini özelleştir, dengeleri piyasanın oluşturmasına ve paranın engelsiz dolaşımına izin ver.
Bunu uygulamaya dökülmesi için bir takım teknik adımlar da atıldı elbette. Sıkı para politikası bunun ilk adımını oluşturdu. Yani kısa vadeli faizler artırıldı, buna bağlı olarak da tüketici kredileri ve kredi kartı harcamalarının da faizi arttı piyasadaki harcama eğilimi azaltıldı. Bu da enflasyonun düşüşünde önemli bir etken oldu.
Kısacası, önce paranın maliyeti artırıldı. Bu maliyet artışı mal ve hizmetlere talebin düşmesi sonucunu getirdi. Talep düşünce de piyasa aktörleri, fiyatları ya sabit tutarak ya da gerileterek talebi canlandırma yoluna gitti. Fiyatlar gerileyince enflasyon düştü.
Faizin artırılması aynı zamanda ülkeyi yabancı para açısından cazip bir yer haline getirdi.
Dünyada da para boldu o dönemler. Sadece birkaç yıl önce 35-40 dolar aralığında hareket eden petrol fiyatları hızla yükselerek önce 65-70, bir iki yıl içinde de bugünkü 95-100 dolarlık aralığa oturmuş, bunun sonucu da ortaya trilyonlarca dolarlık karlar çıkmıştı. Ayrıca gelişmiş ülkelerdeki tasarruf sahiplerinin yatırımlarını yöneten ve elindeki paranın birkaç katına, kimilerine göre bu oran günümüzde 80 kata kadar çıktı- kadar yatırımlar yapan hedge fonların bitmek bilmez iştahı da bu karları birkaç kat artırmıştı.
Para artık alınıp satılan bir mal...
Hem küreselleşmenin el kitabında yazanları harfiyen uygulayan, hem tam piyasacı bir tek parti hükümeti ile yönetilen hem de dünyadaki en yüksek faiz getirisini sunan bir ülke varsa elinizde emin olun ki sıcak para bu fırsatı kaçırmaz. Kaçırmadı da.
Bugün ülkede 120 milyar dolar tutarında sıcak para var. Bu para devlet iç borçlanma piyasasında ve İstanbul Borsası'nda park etmiş durumda. Bu para aynı zamanda YTL'nin de değerlenmesi sonucunu getiriyor. Para artık alınıp satılan bir mal olduğu için mal ve hizmet piyasaları için geçerli olan arz talep kuralları para piyasaların için de geçerli. YTL cinsi yatırımlar (Bono piyasası ve İMKB) iyi bir kar şansı veriyor. Ama merkez bankası enflasyonu kontrol etmek için piyasada dolaşan YTL miktarını belirli bir seviyenin altında tutuyor. Yani piyasada YTL az ve bu nedenle de talep arttıkça YTL'nin fiyatı da atıyor.
YTL'nin değerinin artması, birçok ham-ara madde ve tüketim malı ithal eden Türkiye�nin ithalat faturasını da düşürüyor. Bu durumda da malların fiyatları azaldığı için enflasyon kontrol edilebiliyor.
İşte ülkemizin son altı yılda yaşadığı ekonomik gelişmenin yapılabilecek en kısa özeti.
Ama bugün artık bu süreç bazı noktalarda kesintiye uğradı. Bu yazıda 2001'den bugüne geçen ekonomik büyüme sürecini değerlendirdik. Gelecek hafta ise son iki aydır dünyayı sarsan ekonomik krizi analiz edeceğiz.
(DB/NZ)