Merkez Bankası’nın ya da daha doğru bir deyişle Cumhurbaşkanlığının son faiz kararından sonra ekonomide merak edecek bir konu kalmadı. Bir ülke ekonomisinin her şeyden önce öngörülebilir olmasının gerektiği epeydir söyleniyordu. Her işte bir hayır varmış, artık ekonominin nereye gittiği açıklıkla görülebiliyor.
Faiz politikası gayet net
Son birkaç ay politika faizinin düzeyine ilişkin tartışmalarla geçti. Para Politikaları Kurulu’nun (PPK) her toplantısında, ekonomide bütün kararların rasyonel olduğuna iman etmiş iyimserler faizin artırılmasını bekledi. Nasıl bir ülkede yaşadığını biraz bilenler hiç olmazsa sabit kalmasını diledi. Kötümserler bile, bari az bir şey indirseler, geçen sefer indirdikleri için bu sefer dokunmayabilirler, bu belki de son indirimdir, gibi umutlar taşıdılar.
Bunların hiçbiri olmadı. Türkiye’nin politika faizi şimdilik yüzde 15. Enflasyon oranı resmi rakamlara göre şimdilik yüzde 20 dolaylarında. Resmi rakamlara güvenmeyenlerin tahmini yüzde 40 civarında. Yurtdışından da yüzde 60’a uzanan bir tahmin geldi.
Bu rakamlardan hangisinin doğru olduğunu bilmiyoruz ama artık faiz politikası açısından bir önemi yok. Hangisi doğru olursa olsun, Türkiye’de faiz oranlarını enflasyonun altında tutmaya dair bir ısrar var. Bundan sonra faiz oranı sabit kalabilir ya da daha çok indirilebilir, ki muhtemelen indirilecek. Enflasyon da sabit kalabilir ya da yükselebilir, ki muhtemelen yükselecek. Yani ülkenin mevcut dengelerinin aynı şekilde süreceğini veya daha da bozulacağını düşünmeliyiz.
Dış alemle ilişkilerin nereye gittiği belli
Bu tespitler geçerliyse ekonominin gidişi de öngörülebilir. Örneğin yurtdışından kaynak sağlamanın maliyeti hesaplanabilir. Enflasyonist ortam, devalüasyon beklentisi, kriz olasılığı, siyasal istikrarsızlık, savaş, göç gibi nedenlerle belirsizlik ortamı arttıkça risk primi artar, ortadan kalktıkça sıfıra iner. Bu nedenlerin hepsinin birden mevcut olduğu bir durumda tartışacak bir konu da kalmıyor. Türkiye’nin risk primi (CDS) halen 450 dolaylarında. Yurtdışından kaynak arandığında faiz oranına bundan sonra da en az bu düzeyde ilave yapılacak. Bu o kadar yüksek bir düzey ki bundan sonra daha fazla artsa da artmasa da –en azından meşru yollarla- kaynak girişi sağlanamayacak.
Son bir yılda dolar 7,5 liradan 11,5 liraya çıkmış. Aşağı yukarı yüzde 50 artmış. Euro da 9 civarından 13 civarına yükselmiş. O da kabaca yüzde 45 artış göstermiş. Enerji başta olmak üzere ithal girdilerde bir yıl için olağanüstü bir fiyat artışı yaşandığı ortada. Artışın bu düzeyde kalması bile iyimser bir tahmin olacak. Ülkenin ihracatı ağırlıkla Euro, ithalatı dolar ile yapıldığından doların daha hızlı artması ayrıca dezavantaj. Girdi maliyetlerinin bundan sonra düşmeyeceğini, artmasının muhtemel olduğunu öngörebiliriz.
Yine de liranın değerinin düşmesinin dış ticaret dengesini sağlamada olumlu rol oynayacağı savunulabilir. Ülkede araştırma geliştirme harcamalarını artırmak ya da eğitim kalitesini yükseltmek gibi kafa karıştırıcı işlere girişilmediğinden, ihracatı artırmanın tek yolu budur zaten. Emek yoğun malların maliyeti düşük tutulur ve ihracat artırılır.
Türkiye’yi yönetenler can simidi olarak bu ihtimale deli gibi sarıldılar. Hatta Çin ile Batı ülkeleri arasında siyasal sorunların artmasından ümitlenip, Çin’in yerini almaya bile heveslendiler. Asgari ücret Çin düzeyinin bile altına düşürüldü. Yetmedi, asgari ücretin bile altında, boğaz tokluğuna çalıştırılan mültecilerin çaresizliğinden medet umuldu. Fakat bunların hepsinin bir sınırı var, dünyada onlarca ülke bütün umudunu ucuz emek rekabetine bağlamış durumda.
İnşaatta bile umut kalmadı
Faizlerin düşürülmesinin konut talebini artırması beklentisi, Türkiye’nin geleneksel ekonomi politikası haline geldi. Dönüp dolaşıp, ucuz kredi verelim, ev alsınlar, ekonomi canlansın, alan memnun satan memnun olsun demenin ötesine geçemiyorlar. Son sıralar buna bir de yerli yersiz “win win” demeyi eklediler.
Oysa Türkiye son on yılda 8 milyon konutun inşaatına başladı, 7 milyonunu bitirdi, bunların ancak 6 milyonunu satabildi. Hala konut yapıyor ve hala satamıyor. Konut alabilecek insanlar zaten konutunu aldı. Orta sınıflar ortadan kalktığı için konut talepleri yok. Orta ve alt gelir grupları için kar haddi düşük konutlar yapılması gerekir ki bu da hükümetin gözbebeği müteahhitlerin pek tercih edeceği bir hal sayılmaz. O zaman konut kooperatifçiliğini desteklemek ya da en yoksul kesimler için kiralık konutlar üretmek lazım ama paranın kıt zamanında kim büyük inşaat şirketlerinden kesip kooperatiflere kaynak aktaracak.
Bu durumda konut satışında yabancılara umut bağlandı. Bir dizi yasal düzenleme sonucunda yabancılara her yıl 40-50 bin konut satılmaya başlandı. Bu çok yüksek bir rakam ve sürekli artıyor. Bu yıl yabancıya satışlarda geçen yıla göre yüzde 40’a yakın artış var. Bu sayının hızla artması kara para aklamaya ilişkin kuşkuları da güçlendiriyor. Türkiye’nin gri listeye dahil edildiği bir ortamda bu artış yeni sorunlara yol açabilir. Sonuçta mafya babalarının hapisten salınmasının, koalisyon ortaklarının pazarlıklarında önemli bir yer teşkil ettiğini bütün dünya görüyor.
Öngörülemeyen dış politika
Beklentiler önemli. Öngörülemeyen bir ekonomide beklentiler de oluşamıyor. Türkiye ekonomisi artık öngörülebilir. Enflasyonun hızlanacağı, büyümenin yavaşlayacağı, döviz kurunun yükseleceği, dış kaynak girişinin tamamen duracağı, yoksulluğun artacağı, işsizliğin –özellikle genç işsizliğinin- süreceği bir ekonomi. Galiba bunu görmeyen yok. Gençlerin tek umudunun yurtdışına kapağı atmak olması da bu yüzden. Hayal Bandosu (Bandar Band) adlı İran filminde “Sanki buradan uzaklaşmak başlı başına bir başarıymış gibi” deniyordu. Türkiye de öyle oldu.
Türkiye bu gidişi değiştirmek için kamu kaynaklarını yapısal dönüşüm sağlayacak şekilde seferber edebilir mi? Pek mümkün görünmüyor zira gelir dağılımı bu kadar bozulduktan sonra ancak üst gelir gruplarından kaynak sağlanabilir ki mevcut yönetimde bunun teklif dahi edilmesi söz konusu olamaz.
Belki biri bitmeden öbürü başlayan savaş hallerine son vermek, daha aklı başında bir devlet algısı yaratabilir. Asabiyet krizlerinin sona erdiğine, silahlanma takıntısının tedavi edildiğine, komşularla itişip kakışmaktan vazgeçildiğine dünyayı inandırabilir. Krizden çıkış için zorunlu olan dış kaynak ihtiyacının karşılanması için umut doğabilir. İşte bu öngörülmeyen bir durum olur.
(BD/NÖ)