Cumhurbaşkanı Erdoğan dur durak bilmiyor; her alanda ve her konuda açıklama yapıyor, emrediyor, bağırıyor vs. Görev alanıymış, değilmiş hiç önemi yok; muktedirin güç zehirlenmesi sınır tanımıyor. Herkese ve her şeye ayar vermeye devam ediyor.
En son ekonomiye ayar vermeye çalıştı. Siyasi alanda, bürokrasinin tanziminde, yasaların hazırlanmasında, imar planlarında vb. neredeyse her emri yerine getirilmiş olan Erdoğan, bu kez ekonomiye müdahaleye başladı. Merkez Bankası’na faizleri indir emrini verdi. Merkez Bankası buna yanaşmayınca, çok şaşırdı. Öyle ya, her ol dediğinin olmasına alışmış Erdoğan, bankanın bu tavrı karşısında öyle sinirlendi ki, yöneticilerini, Türkiye siyaset tarihinin ucuz, hamasi ve kof bir teranesi olan vatan hainliği ile suçladı.
Güç zehirlenmesinin baş döndürücülüğünde ekonomiye emredileceğini sanan Erdoğan’ın Merkez Bankası’na karşı bu tavrı, doları fırlattı! Doların fırlaması Erdoğan’ı susturdu. Her ne kadar ABD’deki iktisadi gelişmeler doları dünya piyasalarında yukarı doğru oynatmış olsa da, Türkiye’de doların artışı son bir ayda %12’ler gibi çok yüksek bir oranda oldu. Bu hızlı artışın önemli nedeni, Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da dediği gibi, iç siyasette gerilim doğuran tartışmalardır. Babacan’ın bu açıklamasını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası’na faizleri düşür baskısının sonucu olarak okumak mümkündür.
Ekonominin bileşenleri bir tahterevalliye benzer. Ekonomi çok yönlü bir denklemdir; bir tarafıyla oynamanız, diğer tarafların da şu veya bu yönde oynamasını getirir. Faizi düşürmek, dövizde yükselişi getirebilir, dövizdeki yükseliş ihracatı artıran bir unsur olabilir. Ancak Türkiye’de olduğu gibi, üretilen malların içinde ithalat girdisi yüzde 60’ları buluyorsa, o zaman ihracatın artışı döviz artışıyla doğru orantı oluşturmaz vb.
İktisadi kavramlar ve arasındaki ilişkiler, kendi alanında uzmanlık gerektirir. Bu hususta fazla kelam eyleyecek durumda değilim.
Ancak ülke ekonomisinin sanayi ve bilgi üretimine dayanmadığı, finans çevrelerinin oyunlarına açık olduğu, iktidarların çıkarları uğruna kaynakların çarçur edildiği, kamu kaynakları üzerinden zenginleşmeye devam edildiği ve bütün bunların bir sonucu olarak kırılgan/dayanaksız bir ekonomiye sahip olduğumuz gerçeğini bilmek, uzmanlık gerektirmiyor.
Erdoğan neden faiz insin dedi?
Türkiye’de son on yılda ekonomide belli bir büyüme sağlandı. Her ne kadar ekonominin bazı parametrelerindeki oranlar (Örneğin ihracatın ithalatı karşılama oranı, bütçe açıkları, işsizlik oranları, bazı sektörlerdeki yıllık büyüme oranları vb.) pek değişmese de, ekonomi hacim olarak büyüdü. Bu büyüme, satın alma gücünü artırdı, enflasyonu düşürdü ve geniş bir orta sınıf yarattı. Büyümenin dinamiğini büyük ölçüde inşaat sektörü oluşturdu.
Mesele basitçe şöyle işledi: AKP’nin sınıfsal dayanağını inşaat sektörü oluşturdu. Hatta bu sektörün çok yüksek kazançları, Anadolu’daki orta ölçekli sanayicileri de cezbederek onları inşaat alanına yöneltti.
İnşaat sektöründeki çok yüksek karlılık, bizatihi yatırımın artı değerinden değil, iktidarın siyasal gücünü kullanarak yarattığı rantlardandır! İktidarın inşaat sektörüne imar planları ve kamu ihaleleri yoluyla sağladığı siyasal imkânın (avanta, torpil, haksız kazanç, havadan para vs.) ekonomik getirisi, kentlerin, çevrenin ve sosyal yaşamın tahribatıyla ters orantılı işledi.
İnşaat temelli bir büyümenin kısa vadeli olması ve duvara toslaması normaldir. Çünkü inşaat sektörünün ürettiği ‘mal’ yani ev, dükkân, doğası gereği yüksek bedellidir. Yüksek bedelli bu malların tüketimi, hem sınırlı sayıda bir kesim tarafından (ister kendisi kullanacağı için olsun, isterse yatırım için olsun) yapılır, hem de bu piyasa büyük ölçüde vadeli borçlanmayla çalışır. Hal böyle olunca, inşaat sektörünün piyasaya arz ettiği gayrimenkulün talep kapasitesi doldu ve tüketici, uzun vadeli büyük borçların altına girdi. Dünyada bu işleyişin krize yol açan örnekleri var.
İşte bu tıkanma, müteahhitleri kaygılandırdı. İnşaat sektörü, talep yaratmak için faizlerin düşürülmesini istedi. Belli ki başta Ali Babacan olmak üzere hükümet, bunun daha büyük sıkıntılar getireceği hesabıyla buna yanaşmadı. Devreye Cumhurbaşkanı Erdoğan girerek, ol deyince oluyor alışkanlığıyla Merkez Bankası’na faizleri düşür diye emretti. Dediği yapılmayınca (faizdeki 0,25 düşüşü saymazsak), kendi hükümetinin atadığı Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı vatan haini ilan etti. Dolar fırladı. Aslında bir devalüasyon yaşadık.
Ekonominin emir dinlemediğini görünce, ısrarı kısa sürede suskunluğa dönüştü. Merkez Bankası Başkanı ile “İşi tatlıya bağladık” diyerek ‘barış çubuğu’ tüttürdüler. Ancak iş işten geçti ve iş tatlıya falan da bağlanmadı.
Siyasetin iktisadi alanda spekülasyonlar yaptığını biliyoruz, yaşadık. Gecelik faizlerin fırlatıldığı, kendi çevrelerine el altından döviz aldırılarak hemen arkasından devalüasyon yapıldığı (özellikle 1993 ve 2001 krizi) gibi birçok oyunlar oynandı.
Tıkanan konut piyasasının önünü açmak için faizlerin düşürülerek tüketiciye daha ucuz kredi sağlanmasıyla konut satışına talep yaratmayı amaç edinen Erdoğan’ın faizi düşürün emri de, siyasetin ekonomi üzerinde bir baskılama, yönlendirme girişimidir ki, geçmişteki iktidarların oyunlarından farkı yoktur.
Siyasal gerilimlerin ve despotik uygulamaların alabildiğine arttığı ülkemizde, seçim sonrasında bir iktisadi krizin çıkma ihtimali var. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları hiç sağlıklı değil ve yatırımcıya güven vermiyor. Bank Asya olayı, İş Bankası için çıkan haberler, muhalif iş çevrelerine ve basına savrulan tehditler ve denetleme adına yapılan baskılar gibi iş dünyasındaki bu keyfi uygulamalar liberal kapitalist toplumlara değil, tiranlık yönetimlerine has uygulamalardır.
İktisadi hayatın matematiğinde değer kaybolmaz; kazan kazan ilişkisini saymazsak, bir tarafın kaybettiği değer, bir başka tarafın hanesine kazanç olarak geçer. Türkiye’de kaybeden, her zaman halk olmuştur. Genel olarak her on yıllık periyotta kriz yaşıyoruz. Her kriz, periyot arasında bir parça yükselmiş olan halkın satın alma gücünü düşürüyor ve fakirliği artırıyor. Halk, her krizin faturasını vergi yüküyle ödemek zorunda bırakılıyor. Her kriz, zengin ile fakir arasındaki uçurumu daha bir derinleştiriyor.
Doların artışının durdurulması için bırakın Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesini, tam tersine faizlerin bir veya bir buçuk puan artırılması gerektiğini söyleyenler de var. Her ne şekilde olursa olsun cari açığın devam ettiği ülkemizde faiz döviz ilişkisini uzun vadeli dengede tutmak mümkün değildir.
Dövizdeki artışın devam etmesi güçlü bir olasılık olarak gözüküyor.
Haziran seçimleri yalnız siyasal alanda değil, iktisadi alanda da çok şeye gebe olarak tarihi bir öneme sahip. (HŞ/HK)