Ahmet Büke'nin yeni öykü kitabı yayınlandı. Kumrunun Gördüğü adlı kitabıyla 2011 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan Büke, yeni öykülerini Ekmek ve Zeytin adını verdiği kitabında derledi.
Can Yayınları'ndan çıkan kitabın ilk öyküsü "Tanrı Bir Devlet Bir"de 16 Eylül 2011'de Van'dan İstanbul'a nakledilirken çıkan yangın sonucu ring aracında yanarak hayatını kaybeden mahkûmları konu almış.
Pakize Barışta'nın deyimiyle "tokat gibi öykülerinden" biri olan "Tanrı Bir Devlet Bir" adlı öyküsünü yayınlıyoruz.
***
Karahindibalar uçuyor etrafta.
Şöyle bir dünya var: Yüksek kayalardan gece soğuyup gündüz ısınan taşlar çatlamış. Yuvarlanmışlar yol kenarına. Kenarda su gölcükleri. Akşamdan yağan yağmur birikmiş. Sabaha karşı iyice üşümüş yüzü. Buruşmuş. Çoktan yuvalarına çekilme kararı almış karıncalardan -yalnızca- iki tanesi dışarıda geziniyor. Gözcü mü çıkardılar onları? Ya da tohum isyanına katıldılar. Tekme tokat dışarı atıldılar; kovuldular. Birbirlerine dokunup yeniden su kenarına iniyorlar. Su öldürür halbuki onları. Güz suyu daha da çeker içine, soğukla beraber yakar her şeyi.
Şöyle bir dünya: Bir kartal geziniyor ovanın üzerinde. Yola düşüyor arada gölgesi. Göç vaktini gözlüyor. Çiftleşemedi bu yıl. Erkekler çok uzak geldi ona. Bol yılan ve kır tavşanı yedi. Bir iki de keklik. Palazlar etrafında dolandı, annelerinin kanlı teleklerine dokundular. Belki de bundan istemedi erkek.
Karahindiba, gökte kartal, aşağıda su gölcükleri, yanlarından kıvrılarak geçen yol ve iki karınca.
Şöyle: Yolda uzun ve metal -teneke aslında- bir araba.
Hayatın dirlik ve düzenliği için beş sabıkalı beş kelepçe marifetiyle tenekede kilitliler birbirlerine. İnsanları hapsedebilirsiniz. Bu güvenli bir yol değildir. Bütün duvarların ve demirden perdelerin bir çatlağı bulunur. Ama insanı insana kilitlemek en iyi yol. Birbirlerini boğazlayamazlar. Çünkü kimse yanında bir cesetle yürüyemez. Yaralamazlar da birbirlerini. Aksayan adım diğerini bezdirir hayattan. En iyi yol mahkûmu mahkûma bağlamak. Zamanla sayıları da yarıya iner. İki adamken tek bir soruna geri çekilir. İşte o açıkta kalan tek kişiyi de arabanın tavanındaki metal kirişe bağladılar. Böylece araba ile adam tek oldular. Bir oldular.
Yük manifestosudur:
Sabah 06.06
Beş mahkûmun ismi anons edildi. "Sevk için isimleri okunanların on beş dakika sonra..." Akşamdan küçük torbalarını hazırlamışlardı. Yataklar ve diğer elbiseler sonra arkadan gelecek. Ali karakalem çizmeye başlamıştı. Gerçi şimdiye kadar bitirdiği olmadı ama bütün uğraştıklarını kalın kartonlara sardı sonra nevresiminin arasına iyice sıkıştırıp depocuya verdi.
"Kırılmaz değil mi?"
"Ne bileyim ben."
"Yani hiç sevk olmadım da. Bilemedim nasıl geliyor arkadan."
"..."
"Kaç gün sonra varır?"
"..."
Sabah 06.21
Hiçbir şey zamanında olmaz aslında içeride. Ne yemek saatinde gelir, ne de ziyaretçi kapısı beklenen anda açılır. Ama sevk zamanı şaşmaz.
Ali, İbrahim, Yusuf, Mustafa ve Adem.
Yan yana dizildiler. Ayak uçlarında küçük torbalar.
Asker kelepçeleri getirdi.
İbrahim Yusuf'a, Mustafa Adem'e rapt edildi. Ali için uzun bir zincir arabanın tavanından sarkıyordu. Onun ucuna bağlandı iki bileği.
Kapı kapandı.
Motor uğuldadı. Hareket ettiler. Yol çok çok uzun.
Şöyle bir dünya vardı arabanın dışında: Ova büyük. Bulutlar arabalı atlar gibi çekiliyorlar hızla. Akşamdan yağan yağmur kına renkli kayaları ıslamış. Çatlaklar dolmuş. Taşan sular gözyaşından ziyade hızlarıyla süzülüp ve karahindibaların keselerindeki kilidi gevşeterek yer çekime doğru uzaklaşmışlar. Rüzgâr bu fırsatı kaçırmayınca tohumlar şimdi ince telli şemsiyeleriyle mesafe derdine düştüler. Su aşağıda kıvrılan yolun kenarlarında toplanıyor. Niyeti göl olmak ama hayat herkese bu fırsatı vermiyor işte. Kartal yukarıda son dairelerini çizerken ateş rengi bir sese takılıyor gözü. Karıncalar da duruyor tam o anda. Çok üzgünler aslında. Yuvadan kovuluşlarının ikinci gününde öleceklerini biliyorlar. Ama onlar bile şaşırıyor olana.
Motorun sesi kişnemeye dönüyor. Sonra acı bir duman. Koşturan ayaklarla. Jandarmanın biri diz çökmüş öksürüyor. Kusacak neredeyse. Küfür ve inleme.
İbrahim Yusuf'a, Mustafa Adem'e bağlı. Büyük tenekeyi tekmeliyorlar bütün güçleriyle. Ağlıyorlar durup sonra yeniden yükleniyorlar. Ali'nin elleri tavana bağlı. O susuyor. Aklında nevresim takımı. Ama içindeki resimlerini düşünmüyor o anda. Çarşaf bezini ikiye katlayıp diken, ilik yerleri akan annesi mi aklında?
İki karınca geriye çekiliyor. Arka ayakları suyun içinde. Buz gibi oluyorlar.
Tutanaktır:
Mekanik bir arızdan kaynaklı TC456/ -taksim- TR100 nolu mahkûm ve tutukluk sevk aracında çıkan yangın sonucu bütün çabalara rağmen aşağıda künye numaraları, kapıaltı fotoğrafları ve açık eşgalleri olan 5-beş-adet mahkûm kurtarılamayarak ölmüştür.
Araç komutanı -ekte açık kimliği olan- Kıdemli Kademeli Bşçv. M.N'nin ve diğer jandarma eratının ve sivil şoför A.S'nin ifadeleri yine ekte yer almaktadır.
Ayrıca, kaza sonrası getirilen K. İlçesi Karayolları Kademe Baş Ustası M.R'nin hasar tespit notu yapılacak yazışmalar neticesinde Karayolları Genel Müdürlüğü tarafında giden ve gelen evrak numarasıyla ulaştırılacaktır.
Mahkûmların kimlik tespitleri yapılamadığından otopsi ve aile yüzleşmeleri için gerekli izinler...
Ek: Bir mahkûmun elinin kelepçeden ayırmak mümkün olmadığı için, demir testere marifetiyle... Kelepçenin adli tıpta kaybolmaması için ekteki demirbaş numarası hususuna dikkat edilmesi arz ve rica olunur.
Şöyle bir kartal var havada: Erkek istemiyorum. Yumurta istemiyorum. Yuva yapmak istemiyorum. Tanrım, ne büyükmüş zulmün. Bunca yağmuru ve suyu tutup ateşi salıvermelerin. Av istemiyorum, ekmek istemiyorum. Verdiğin gözleri de geri al. Bu zincirler yüzünden kaçamıyorum verdiğin kanatları da geri al! (AB/HK)