Onlar cinsel şiddete maruz kaldılar; önce tek tektiler. Yaşadıklarıyla yüzleşme ve yaşadıklarını anlamlandırma sürecini ise birlikte yaşadılar. Onlar benim arkadaşlarımdı.
Adı Ekim
Otuz iki yaşında, devlet memuru. Çocukken maruz bırakıldığı cinsel şiddeti kendine bile anlatamamışken, geçen sene ekim ayında gruba anlatmıştı. Ekim ayında doğduğunu söylüyor. Bu sebeple adını Ekim olarak belirledi. Sözü Ekim'e bırakıyorum.
İçimdeki kız çocuğuyla göz göze gelince ağlıyorduk
"İçimde beş altı yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Hiç büyüyemiyordu. Gözlerinde ise bir acı. O bana bakıyordu ben de ona. Sonra ikimiz de ağlıyorduk. Kimdi bu kız çocuğu? Göz göze geldiğimiz her an neden ağlıyorduk? Anlayamadım yıllarca.
Anlayamamakla birlikte zamanla içimde bir öfke oluştu. Öfke ile birlikte değersizlik hissi. Değersizlik hissi ile birlikte de kocaman bir boşluk. Boşluğu hissettiğimde nefes almakta zorlanıyordum.
Boşluktan kurtulabilmek ve değer bulabilmek için elimde bana ait ne varsa veriyordum. Bu bazen bedenim oluyordu bazen de param. Gerçekten sevmek ve sevilmek istiyordum. Ama olmuyordu.
Her çabam boşluğumun daha da büyümesine sebep oluyordu. Boğuluyordum. Benliğim ikiye ayrılmıştı. Duygusal açlığı olan ben ile mantıksal ben. Mantıksal ben'in, 'Artık sen bir orospusun' dediği gün gözümü acilde açtım.
Midem yıkanıyordu. Feminist bilincim yaşadıklarımı 'orospu' kelimesiyle nitelendirmesine karşı çıkıyordu. İçimdeki küçük kızın kim olduğunu ve gözlerindeki acının nedenini bulmalıydım... "
Adı Kaktüs
Kırk yaşında, bir çocuk annesi, devlet memuru. Üniversite yıllarında Kaktüs isimli feminist bir kadın dergisini takip etmeye başlar. Kadınlık bilinci oluşturmasında önemli bir yere sahip olan bu derginin adını kendine isim olarak seçti.
Sekiz yaşındaki kız çocuğunun arkasındaki erkek
"Küçükken sessiz ve yalnız bir çocuktum. Erken yaşta baş ağrılarım başladı. Baş ağrılarımın başladığı ilk yıllarda, baş ağrım başladığında zihnimde sekiz yaşında bir kız çocuğu figürü beliriyordu.
O kız çocuğuna öfke ile bağırıyor sonra da onu dövüyordum. Ona bağırırken, kendi sesimi duyamıyor, ne söylediğimi anlayamıyordum.
Zamanla baş ağrılarıma öfke, güvensizlik ve değersizlik hisleri eklendi. Değersizlik hissime ailemin neden olduğunu düşünüyordum.
Beni yeteri kadar sevmemişler ve koruyamamışlardı. İçimden 'koruyamadılar beni' derken, neyden, kimden korumaları gerektiğini bilmiyordum.
Değersizlik hissinden kurtulabilmek için ilk evlilik teklifini kabul ettim. Kendime değer bulabileceğim bir aile kuracaktım.
Eşimle aynı yatağı paylaştığımda yanıldığımı anladım. Eşimin her dokunuşunda irkilmeye başladım.
Cinsellikten nefret ediyordum. Benim için eziyetti. Evliliğimin bozulmaması için görev olarak yapmaya başladım.
Evlendikten sonra baş ağrılarımın şiddeti ve sıklığı artmaya başladı. Ve sekiz yaşındaki kız çocuğunun arkasında artık bir erkek yüzü görüyordum. Erkeğin yüzü bulanıktı. Kim olduğun seçemiyordum.
Sekiz yaşındaki kız çocuğunun arkasında gördüğüm ve yüzünü seçemediğim bu erkeği gör(ür görmez)düğümde arka tarafımda keskin bir acı hissediyordum. Kimdi bu adam ve neden onu gördüğümde arka tarafımda dayanılmaz bir acı hissediyordum?
Parçaları dağılmış bir puzzle gibiydim. Parçalar ortalıkta darmadağındı. Bir araya getirip resmi göremiyordum. Bu karmaşa içinde tek sığınağım işimdi. İşimi çok seviyordum.
Tek başarılı olduğum alandı. Ama içimdeki güvensizlik hissi işe de yansıyordu. Başarısız olacağım korkusuyla yapabileceğimi bildiğim birçok görevi üstlenemiyordum..."
Adı Deniz Yıldızı
Evli kırk iki yaşında, iki çocuk annesi, ev kadını. Adını neden Deniz Yıldızı olarak belirlediğini son bölümde kendisi açıklayacak, bu sebeple sözü doğrudan kendisine bırakıyorum.
Boğuluyordum, bir çıkış bulmalıydım
"Kimdim ben? Adımı söylediklerinden yüzümü çevirip bakıyordum ama adımın dışındaki benliğimi bilmiyordum. Duygularımı anlayamıyor, karmaşa içinde yaşıyordum. Evin dışına adım atmaya korkuyordum.
Kendi hapishanemi oluşturmuştum. Hiç kimseyle görüşemiyordum. Dışarıdaki hayatı istiyordum aslında. Cesaretimi toparlayıp adım attığımda ise koşarak geri dönüyordum hapishaneme.
Korkuyordum. Geçmişte yaşadığım karmaşık ilişkileri sezip beni yargılayacaklar sanıyordum. Kendimi paylaşacağım kimse yoktu. Her şeye 'evet' diyordum. Hiçbir şeye itiraz etmiyor, bana sunulan her şeyi kabulleniyordum.
Üniversiteyi kazanmıştım ama kapının dışına adım atmaya cesaret edemediğim için gitmedim. On sekiz yaşındaydım. Tek kurtuluş o zaman için evlenmek gibi gelmişti. On sekizinde nişanlandım, on dokuzunda evlendim.
Yirmisinde ise hamile kaldım. Eşime ve çocuklarıma rağmen içimdeki boşluk dolmuyordu. Dürüst olunca sorunların çözüleceğini sandım. Geçmişime ait parça parça hatırladığım an'ları eşime anlatmaya başladım.
Eşim bir bütünü görmek ve öğrenmek istiyordu. Bütünü ben bilmiyordum ki ona anlataydım. İnanmadı bana. İnanmamakla birlikte benden kuşkulanmaya ve onu aldatacağımı düşünmeye başladı.
Kendi hapishaneme bir hücre eklendi. Boğuluyordum. Bir çıkış bulmalıydım... "
Şiir zamanı
Bu bölümü, gruptaki bir kadın arkadaşın şiiriyle bitirmek istiyorum.
"Bir kadının çığlığını kim duyuyor?
Bir çocuğun keskin tiz çığlıklarını.
Susman gerektiğini nasıl öğreniyorsun?
Bunun senin suçun olduğuna nasıl karar veriyorsun?
Ve kendini suçlamaya nereden başlıyorsun?..."
Yarın: Aynalı Kadınlar 2/ Aynalardaki Tecavüzcüler/Yüzleşme
* Haberimizde kullandığımız görsel, Filiz Nalçacı'nın eseridir.