Geçen ayın sonundan bu yana süren türban tartışması gündemdeki diğer sorunları geri plana itip küllendirdi. Bunlardan birisi Yükseköğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın açıklamalarıyla başlayan paralı yükseköğretim tartışmasıydı.
Aslında bu yeni bir tartışma sayılmaz. Konunun 1990’ların başından bu yana Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve YÖK'ün bazı yayınlarıyla beraber gündeme geldiği hatırlanabilir. Bu açıdan ne Özcan’ın, ne de onu destekleyen yazarların önerileri orijinal.
Bunların üniversiteler, yükseköğretim ve sınav sistemiyle ilgili olarak getirdikleri temel öneri ve argümanlarının kaynaklarının, TÜSİAD ve YÖK'ün raporlarının olduğu söylenebilir.
Fakat bu seferki tartışmanın ilginç yanı, Türkiye solunun önemli simalarından olan iki akademisyenin, Murat Belge ve Baskın Oran’ın paralı eğitim önerisine destek vermeleriydi. Böylece tartışma yeni bir boyut kazandı ve sol içinde konuyla ilgili iki farklı eğilim arasında bir tartışma haline geldi.
Oran kendisine yönelik itirazları peşinen solun basmakalıp ezberi olarak damgalamış olsa da solun diğer kesimlerinden Belge ve Oran'a yönelik oldukça sert itirazlar geldi. Benim şimdi yapmak istediğim şey tartışmanın heyecanının yatıştığı şu günlerde, her iki tarafın söylediklerini daha soğukkanlı bir şekilde tekrar değerlendirmeye çalışmak.
Ezbere Meydan Okuyan Olgular
Genel olarak, paralı eğitimi savunanların vurguladığı temel hususlar:
- Sistemin ciddi bir finansman sorunu olduğu ve devletin yeterli finansman sağla(ya)madığı;
- Bu yüzden sistemin bütün paydaşlarının zarar gördüğü;
- Üniversitenin sözde bedava sayıldığı ama aslında Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) hazırlık, harçlar ve öğrencinin yüklenmek durumunda olduğu kmasraflar göz önüne alındığında ciddi bir maliyeti olduğu; bu nedenle ancak bu maliyeti karşılayabilen gelir düzeylerinden gençlerin yükseköğretim şansı olduğu;
- Bu nedenle en alt sınıfların kendi çocukları yararlanamamasına rağmen, daha üst sınıf kökenli gençlerin eğitim masraflarını vergileriyle finanse etmek zorunda kalmalarının haksızlık olduğu;
- Bu durumun makul ve adil çözümünün "paralı eğitim", yani öğrencilerin yükseköğretim maliyetlerinin tamamını kendilerinin, ya da burslu olarak karşılayacakları bir finansman sistemi olduğu.
Tartışmaya sol içinden katılanların ilk üç hususta paralı eğitimi savunanlarla hem fikir oldukları söylenebilir. Tabii iki tarafın anlaşamadığı temel noktaysa paralı eğitimin sorunun makul ve adil çözümü olacağı iddiası. Bu sistemde devlet üniversitelere genel bütçeden ödenek vermek yerine, ihtiyaç sahibi öğrencilere burs sağlayacak, üniversitelere para öğrencilerin yaratacağı talep kanalıyla girecek ve girdiği üniversitede kalacak.
Bu önerinin tam olarak bir özelleştirme önerisi olmadığını, yani devlet üniversitelerinin bütünüyle özel sektöre devrinin söz konusu edilmediğini görüyoruz. Önerilen şeyin "yükseköğretimin ticarileşmesi" olarak adlandırılması daha uygun olacak.
Her ne kadar yükseköğretimin durumuyla ilgili eleştirilere katılmamak imkansız olsa da kendini solun içinde addeden birisi olarak, ben de ticarileşmenin tüm bu sorunlara çözüm getirebilecek sihirli bir değnek olduğuna inanmıyorum. Bu nedenle paralı yükseköğretim önerisine soldan gelen eleştirilere temel noktalarında katıldığımı belirtmem gerekiyor.
Bu açıdan önce paralı eğitim konusundaki eleştirilerin bir kısmını geliştirmek ve birkaç yeni hususa dikkat çekmek istiyorum.
Paralı Eğitim ya da Ticarileşme Çözüm Değil
Sanırım yükseköğretimde paralı eğitimi savunanların en önemli sorunu, yükseköğretim sistemiyle ilgili doğru bazı eleştirileri ortaya koymalarının, paralı eğitim önerisini meşrulaştırmak için yeterli olduğunu sanmaları. Ancak açık ki parasız sistemin, paydaşlarını tatmin etmeyen, etkinlikten uzak ve adaletsiz bir yapısı olduğunu tespit etmek, paralı eğitime geçince bu sorunların çözülüvereceğinin garantisi olamaz.
Aksine, şöyle bir akla vurduğumuzda, içinde yaşadığımız koşullar altında paralı yükseköğretim önerisinin, alternatifi olduğu iddiasındaki bugünkü sistemin varolan sorunlarını çözemeyeceğini görmek işten bile değil. Ayrıca paralı eğitim savunucularının, yalnızca gelişmiş ülkelerde oturmuş, işlerlik kazanmış örnek sistemler üzerinde durarak, bizimki gibi gelişmekte olan ya da sistem değiştiren, eskinin 3. ve 2. dünya ülkelerinde yükseköğretimin özelleşmesi sürecinde yaşanan ciddi sorunları görmezden geldikleri de aşikar.
Önerilen ticarileşmiş yükseköğretim sisteminin en kritik noktalarından birisi burs sistemi. Bu sistemin iddia edildiği gibi adil bir yapısının olabilmesi için içerdiği burs sisteminin aksamadan ve haksızlıklara meydan vermeden işlemesi gerekli. Önerinin kimi eleştirmenlerinin de vurguladığı gibi bu, rüşvetin, aldatmacanın, adam kayırma ve patronaj ilişkilerinin kamu kaynaklarının dağıtımında vazgeçilmez geleneksel kanallar olduğu ve haketmeyen bir sürü insanın yeşil kart sahibi Türkiye’de oldukça güç.
Ayrıca önerilen sistemde öğrenciler burslarını kaybetme korkusuyla bir başarı yarışmasının içine gömüleceklerinden, burs sistemi öğrencileri otomatik portakallara çeviren mucize ilaç görevi görecektir. Mezuniyetten sonra bu bursların geri ödenmesiyse öğrencinin neredeyse bir ömür borçlu kalması sonucunu doğuracak.
Bunun ötesinde, varsayalım burs sistemi işlesin, ÖSS kaldırılmadıkça paralı sistem yine hiçbir şeyi çözemeyecek. Çünkü eğer öğrenciler üniversitelere eskisi gibi ÖSS'yle yerleştirilirse, devlet bursları da bu sınavda başarılı olan öğrencilere verilecek.
Yani eskiden vergileriyle üniversitelere verilen ödenekleri finanse eden alt sınıflar, bu kez de ÖSS'de başarılı olmak için gerekli olan dersane vb. masraflarını karşılayabilen belli gelir düzeylerindeki ailelerin çocuklarına vergileriyle burs sağlamış olacak. O zaman bu ÖSS ve dershane sisteminin yarattığı haksızlığın aynen devam edeceği anlamına gelmez mi?
Üniversiteler açısından duruma baktığımızda ise paralı sistemin uygulanmasıyla öğrencilerin ödediği para üniversitelerde kalacağından bu onlara mali özerklik ve rekabetçi bir ortam sağlayacak, kaynaklarını iktisaden daha etkin kullanmalarına ve olasılıkla bir kısım öğretim üyesinin gelir düzeyinin yükselmesine neden olacak. Belki bir kısım akademisyen ticarileşmeyi bu beklentiyle desteklemekte.
Ancak bu etkinliğin ve göreli refahın bedeli, rekabet ortamının, üniversitelerin faaliyetlerini iyice Ulusaşırı Korporasyonlar'la işbirliği yapan yerli sermayenin öncelikleri gereği, bunların emek piyasasında yarattığı kalifiye emek talebine dönük bir şekilde yönlendirmesi olacak.
Bu üniversiteleri ar-ge çalışmalarından ve beşeri alanlardan uzaklaştırarak, belli teknik ve yönetsel alanlara özgü bilgi taşıyan teknokrat-bürokrat okulları haline getirecek. Verilerle sabit ki yatırım yaptıkları ülkenin bağımsız bilimsel-teknolojik gelişimi ve teknoloji yoğun üretim ve ihracatının artması, bu Ulusaşırı Korporasyonların öncelikleri arasında olmamakta, üniversitelerden temel beklentileri belli teknik ve yönetsel alanlarda kalifiye emek ihtiyacına dönük eğitim olmakta.
Bu açıdan ticarileşmiş yükseköğretim sisteminin, bu yöndeki eğilimi iyice güçlendirerek, ar-ge çalışmalarına ve beşeri alanlara ayrılan kaynakları iyice kısacağından kaygı duymalı. Halbuki bugün, bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde azgelişmişlikten kurtulabilmenin temel yolu, yüksek teknoloji yoğun üretim alanlarında gelişmek.
Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin üniversitelerindeki beşeri düşünce, sanat, felsefe, toplumsal ve eğitsel bilimler gibi alanlardaki çalışmalar, bu ülkelerin demokratik, toplumsal, kültürel vb. alanlardaki gelişiminde çok büyük rol oynar.
Gelişim, yalnızca iktisadi göstergelerdeki pozitif büyümeye indirgenmemeli; toplumun yaşayan ve gelecekteki bireylerinin siyasi, kültürel vb. tüm alanlardaki farkındalık ve sorumluluk duyguları, gezegeni ve hayatı paylaştığı tüm varlıklara karşı çevresel duyarlılıkları, diğer bireylere karşı empati, dayanışma ve toleransları gelişmiş, "etik vatandaşlar" olarak olgunlaşmalarını da içeren bütüncül bir proje anlamında, "insani gelişme" olarak kavranmalı.
Bu açılardan bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde üniversitelerde ar-ge ve beşeri alanların gelişimi toplumun ve devletin özel dikkatini ve kayırmasını gerektir.
Paralı eğitimden beklenen diğer bir yarar üniversitelerin bütçedeki ödenek yükünün azaltılması. Umulan şey ticari sektörün ve 3. sektörün (dernekler, vakıflar) sağlayacağı bursların, burs yükünü hafifleteceği. Ancak 2. ve 3. sektörün gayr-ı ticari katkısı, yani karşılıksız burslar, genellikle finans sorunu için yeterli bir çözüm olamıyor.
Dolayısıyla, uzun vadede eğitimde ticarileşmenin varacağı nokta, öğrenci burslarının kredi sektörünün mortgage tipi bir kalemi haline gelmesi; bankalarda burs işleri için oluşan departmanlar; Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) gibi sırf öğrenci bursları üstüne çalışan kredi şirketleri; kredi senetlerinin ticarileştirildiği bir mortgage pazarı vb. olacak.
Bunun sonucunda, kısa vadede, üniversitelerin finansman kaynağı sorunu hallolabilir. Fakat bu kez de yükseköğretimin finansmanı oldukça büyük riskler taşıyan bir pazarın konusu haline gelmiş olacak. Bizimki gibi finans piyasaları henüz sığ ve dışa bağımlı bir ülkede, böyle ciddi bir kriz riskini yükseköğretim gibi hayati önem arzeden bir alanın başına musallat etmemiz ne kadar akılcı, bilemiyorum.
Zira ABD'deki konut kredisi sektöründe yaşanan mortgage krizinin boyutları ortada.
Dünyada yaşanan bazı örnekler bu öngörüleri doğrular nitelikte. Bu konuda YÖK'ün Şubat 2007'de son şeklini vererek yayınladığı "Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi" isimli raporun 17-21. sayfalarında aktarılan bilgiler büyük önem arzediyor.
Hem Nalına hem Mıhına: Eğitimde Bütün Ezberlere Son
Görüldüğü gibi, yükseköğretim ve üniversite sisteminde dikkatli ve ciddi bir hesaplama ve planlamaya dayandırmadan çalakalem girişilen bir ticarileştirme ve/veya özelleştirme hareketi, sistem için, dolayısıyla üniversite gençliği ve bütün toplum açısından büyük riskler taşıyan, irrasyonel ve tehlikeli bir girişim.
Aslında bu, bugünkü yükseköğretim sisteminin sorunlarının adalet ve etkinlik doğrultusunda giderilmesi gibi bir gerekçeye dayandırılmaya çalışılsa da, açıkça neo-liberal dünya görüşüne dayanan, ideolojik bir tercih.
Öte yandan, neo-liberal paralı eğitim savunucularının, Belge ve Oran gibi düşünenler dışında sol cenahtakilerce pek benimsenmese de, bence es geçilemeyecek kadar önemli ve güçlü bir argümanları var. O da bugünkü yükseköğretim sisteminin, alt sınıfların kendi çocuklarının yararlanamamasına rağmen, daha üst sınıf kökenli gençlerin yükseköğretim masraflarını vergileriyle finanse etmek zorunda kalmaları gibi bir haksızlığa neden olduğu.
Oran’ın yazısındaki ezber bozma üslubu can sıkıcı da olsa ve ticarileşmeyi bir çözüm olarak benimsemelerini kabul etmesem de, Belge ve Oran’ın cesaret göstererek bu konuda solun gündeminde tartışma açmaya çalışması bence önemli. (AÖ/GG)