Posta kutuma düşen mesaj "Sosyal Haklar" listesinden gelmişti. "Onlar da Aile Hekimlerini İstiyorlar" başlığını taşıyordu; sanki çok istenir bir şeymiş gibi!Ama onlar için durum farklıydı. Mesajda verilen haberin bağlantısını tıkladığım zaman anladım bunu.
Haberin yer aldığı "cingeneyiz.org" sayfasındaki haberin[1] girişi şöyleydi:
"İstanbul Ataşehir'de çadır ve barakalarda yaşayan vatandaşlar ikametgah alamadıkları için aile hekimliği uygulamasından yararlanamıyorlar. Acil rahatsızlıklar dışında devlet hastanelerinde de tedavi göremeyen yurttaşlar yetkililerden destek bekliyorlar."
Haberde bu bölgede kurdukları çadır ve barakalarda zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren Abdal ve Roman kökenli yurttaşların "sabit ikâmetgahları" olmadığı için Aralık 2010'da İstanbul'da uygulamaya giren aile hekimliği sisteminden bu gerekçeyle yararlanamadıkları yazıyordu.
Aslında onlar "ikâmetgah"a dayalı hemen hiç bir hizmet ve haktan yararlanamıyorlardı, benzer durumdaki başka pek çok insan gibi!.
Ama haberde benim için çok daha önemli olan küçük bir ayrıntı vardı; bu durum yeni ortaya çıkmıştı:
"Yurttaşlar daha önce kullandıkları Küçükbakkalköy Sağlık Ocağı'na tedavi ve teşhiş amacıyla gittiklerinde sağlık ocağının aile hekimliği kapsamında Küçükbakkalköy Aile Hekimliği'ne dönüştürüldüğünü öğrendiler. İkametgahları olmadığı için aile hekimliği hizmetinden yararlanamayan yurttaşlar diğer devlet hastanelerine acil olmayan hastalıklar için başvurduklarında ise en yakınlarındaki aile hekimliği merkezine başvurmaları önerisi ile karşılaştılar.
Bu durum yurttaşların fiilen sağlık hizmetinden yoksun kalması anlamına geliyor. Zira çadır ve barakalarda yaşayan yurttaşların uzun zamandır devam eden ikametgah sorunu çözülmeden aile hekimliğinden faydalanmaları mümkün gözükmüyor."
Doğrudan söylersem, daha önce de sabit ikâmetgâhları olmadığı halde bölgedeki "Küçükbakkalköy Sağlık Ocağı"ndan yararlanırken aile hekimliğine geçildikten sonra bu haklarını yitirmişlerdi.
Başka bir deyişle ülkenin tümünde olduğu gibi "sosyalizasyon" bitmiş, "sağlık hizmetinden yararlanma hakkı" da sona ermişti.
Mevzuat böyle!
Biliyordum aslında ama yanılmayayım diye yeniden baktım aile hekimliği ile ilgili mevzuata.
Uygulamaya konulan yasada böyle bir durum öngörülmemişti. Çünkü herkesin "sabit ikâmetgâhı" olacağı varsayımından hareket edilmişti. Özeti şu: "sabit ikâmetgâhı" olmayan sağlık hizmeti açısından "yurttaş" sayılmıyor. Aslında bunun tam karşılığı bu gruba karşı "ayrımcılık" yapıldığı gerçeği.
Aslında yalnız sağlık açısından bakmamak gerekli bu "yakıcı gerçeğe".
Kapitalizm bir eşitsizlikler sistemidir ve bu sisteme dahil olmayanlar da gerçekte "var" olsalar da "yok" sayılırlar. İkâmetgâhı, adına düzenlenmiş nüfus kağıdı, banka cüzdanı, elektrik, su, telefon faturası olmayanlar "yok" hükmündedirler bu sistemde.
ABD kapitalist sistemin kalbidir; bu ülke mevcut verilere göre "evsiz" nüfusun en yoğun olduğu ülkeler arasında ön sıralardadır. Mevcut verilere göre bir milyona yakın insan "sokaklarda yaşamakta"dır.[2]
Ülkemiz "Küçük Amerika" olduğu için bu sayı o kadar yüksek değildir. Ama burada net verilere sahip olunmadığını da ifade etmek gerekir.
Sabit ikâmetgâhı olmayanların arasında doğu ve güneydoğudan göçler, başka ülkelerden gelen göçmenler de vardır. Bunların hemen hiç birisinin sabit bir ikâmetgâhları olamayacağı açıktır. Onlar durumları değişmedikçe "mevcut aile hekimliği modelinden" asla yararlanamayacaklar.
Romanlar geçmişte de bütün çabalarına karşılık ikâmetgâh alamamışlar. Dolayısıyla onların da bu model çerçevesinde sağlık hizmetinden yararlanmaları olanaklı değildir.
Zaten çok zor şartlar altında yaşama tutunmaya çalışan bu yurttaşların sadece bir "model değişikliği" nedeniyle sağlık hizmetlerinden yoksun kalmalarının kabul edilemeyeceği açıktır.
İtiraf!
Şubat ayı sonlarında İstanbul'daki "aile hekimliği" uygulamasına dair kamuoyuna bilgi vermek üzere yapılan bir toplantıda[3] İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, söz konusu "aile hekimliği'" uygulamasıyla ilgili olarak "'Tüm yapı dikkate alındığında yüzde 99'larda hizmetin rahatlıkla verildiği, çok az bazı noktalarda zorlandığımız bir sistem söz konusu" demiş.
Modelin İstanbul'da uygulanması 1 Kasım 2010'da başlandı. Henüz 3-4 ay oldu. Böyle "kökten" bir değişiklikle ilgili çeşitli sorunların yaşanması doğal. Ama Romanların yaşadığı söz konusu sorun uygulama sürecindeki sorunlara bağlı değil. Uygulamanın dayandığı "temel" böyle öngörüldüğü için yaşanıyor.
Modelin uygulanması sürecinde başka sorunlar yaşanacağı da açık. Müdür Dokucu "biz 8 ay içinde 4 bin kişiyi eğitmek suretiyle sertifikalandırdık" demiş. Toplantı sırasında "3 bin 395" aile hekiminin hizmet sunduğunu belirtmiş. 15 Şubat'ta yani "üç ay" sonra yapılan ikinci bir değerlendirme toplantısında[4] ise "200 hekim"in sistemden ayrıldığı belirtilmiş. Başka bir deyişle 14 Mart Tıp Haftası'nda Beyoğlu'nda yürüyerek haklarını arayan hekimlerin belirttikleri gibi hizmeti uygulayanlar da bu durumdan "hoşnut" değiller.
Aslında hizmeti sunan cephesinde de sorun olması doğal. Eldeki verilere göre İstanbul'da bir aile hekimine yaklaşık 3 bin 600 kişi düşüyor. Aile hekimleri ayda "otuz gün" çalışmak zorundalar. Buna göre günde "120 kişi"ye bakmak zorunda. Hastalansalar da hastalanmasalar da her gün kendine kayıtlı 120 kişinin sağlıkla ilgili taleplerine yanıt vermek zorunda aile hekimleri.
Bunun son verilere göre bir kişinin yılda sağlık kurumuna başvuru sayısı 6-8 arasında değişiyor. Sistemin iyi çalıştığını hesaplasak ve hepsinin önce aile hekimine başvurduğunu düşünsek ortalama olarak bir aile hekimi her gün "tanı tedavi amacıyla" başvuran 60 kişiyi muayene etmek, tetkik istemek ve reçete yazmak zorunda olacak.
Başka bir deyişle "hastanelerdeki görüntü" aile hekimlerinin olduğu yerde de rastlanacak. Böyle bir durumda yaşamın her alanında "öteki kılınan" Romanların etkin ve nitelikli sağlık hizmeti alması mümkün olabilir mi?
Ve AB ilerleme raporu
Sağlık alanındaki sorunun varlığının bir başka itirafı da AB'ye bu yıl sunulan ilerleme raporunda da yer alıyor. Rapordaki "Tüketicinin ve Sağlığın Korunması" başlıklı bölümde "aile hekimliğine ilişkin olarak aynen şöyle deniliyor:
"Halihazırda aile hekimliği uzmanlarının sınırlı sayıda olması ve iyi tasarlanmış bir raporlama sisteminin bulunmamasından ötürü kısıtlanmış durumda olan aile hekimliği sisteminin başlatılması, sağlık ihtiyaçlarını daha iyi karşılamayı ve nüfusun sağlık durumunu izlemeyi amaçlamaktadır."
Bunun anlamı ortada henüz bir somut ve doğru sonucun olmadığı yolunda.
Mevcut durum ve duruma dair yaşananlar ve değerlendirmeler böyle. Bir hakkın gereği olan hizmetlere eğer o hakka sahip olan herkes, her durumda ulaşamıyorsa, orada bu hakkın gerçek anlamda varlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Abdallar ve Romanlar, ekonomik ve sosyal nedenlerle göç edenlerle, göçmenler, dezavantajlı gruplar olarak sağlık hizmetinden yararlanamıyor. Mevzuat da zaten bu kesimlere hizmeti olanaksız kılıyor. Mevcut sistemde hizmeti sunanlar da bundan hoşnut değil.
Bu durumda yanıtlanması gereken soru şu: Sağlık gerçekten herkesin hakkı mı? (MS/EÖ)
[1] http://cingeneyiz.org (18.02.2011)
[2] Evsizlik, insani gereksinimlerin karşılandığı, sürekli bir konuta sahip olunamaması durumu olarak tanımlanmaktadır. Evsizlik durumu yoksulluk ile yoğun bir ilişki içindedir. 2005'te yapılan araştırmaya göre ABD nüfusunun %13,3'ü, yani 38,231.521 insan yoksulluk içinde yaşamaktadır. 1980'lerin başlarında 250 bin civarında olan evsizlerin sayısının, 2005 yılı itibariyle 723,968'e yükseldiği yapılan araştırmalarda görülmektedir. Nüfusa oranla evsiz insanların en yoğun bulunduğu eyaletler sırasıyla California (195,637), Texas (39,578), New York'tur (59,456). Kaynak: http://www.ekurtoglu.com/amerikadaevsizlik.html
[3]http://www.saglikaktuel.com/haber/istanbulda-aile-hekimligi-uygulamasinin-ilk-3-ayi-15754.htm