Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, 30 Ocak günü Zürih'te, yayın yoluyla yaptığı "Ermeni soykırımı yoktur diyorum, gelsinler beni tutuklasınlar" açıklamasıyla hem bir parlamenter olarak tarih yazmış, hem de Fransa Parlamentosu'nda kabul edilen Soykırımı İnkar Yasası ile üçüncü bir ülkeyi, İsviçre'yi de tartışmanın ortasına çekmişti.
Bağış, dün bir lisede katıldığı "kariyer günleri"ndeki konuşmasında da "Ben İsviçre'de söyledim. Fransa'da da söylerim. Dünyanın dört bir yanında da söylerim. Bizim elimizdeki bilgilere belgelere göre soykırım yaşanmamış. Aksini ispat etsinler ondan sonra oturup konuşalım. Arkamda kapı gibi duracağını bildiğim bir Başbakan ile çalıştığım için bugün bunları söylüyorum " dedi.
Lise öğrencilerine büyük ihtimalle kariyerlerinde lazım olabilir düşüncesiyle soykırım hakkındaki görüşlerini ileten Bağış'ın ifade hakkını kullanırken referansının Başbakan olduğunu da bu vesile ile öğrenmiş olduk.
Belli ki bu hakkın bir birey olarak kendisine Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle zaten tanındığını çok da önemsemiyor. Yoksa genç zihinlere, görüşlerin ifade edilebilmesi konusunda verdiği mesajda güvence olarak Başbakan'ı değil, ilk başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS) gösterirdi; en azından Avrupa Birliği'nden sorumlu bir bakan olarak.
Bağış, bu söylemleriyle ilgili bilindiği üzere kısa bir süre önce amacına ulaştı ve Zürih Savcılığı'na yapılan bir şikayetle kendisi hakkında ön soruşturma başlatıldı. Bundan sonraki aşama İsviçre iç hukuk mevzuatının nasıl yürütüleceği ile belli olacak.
Sonuçla ilgili olasılıklardan biri, Bağış'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne başvuracak olması. Gerekçe, AİHS'nin 10.maddesinin ihlali: "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir."
Kulağa oldukça tanıdık gelmiyor mu?
Dink-Türkiye Dava dosyasını da yanına almalı
Dava AİHM'ne taşınırsa o aşamada yüksek ihtimalle kendisine (Başbakan'ın güvencesi dışında) Hrant Dink - Türkiye davası da ışık tutacak, karara atıfta bulunulacak. Egemen Bağış eğer uluslararası yargıya giderse kolunun altına, Hrant Dink'in 11 Ocak 2007'de AİHM'ne başvurduğu bu dosyayı mutlaka almalı. 14 Eylül 2010 tarihinde dava sonuçlandığında Dink'in hayatta olmadığı dosyadan söz ediyorum.
İfade özgürlüğünün ihlali ile başlayıp, AİHM tarafından kamu görevlilerinin sorumluluklarının tespit edildiği bir cinayetle sonuçlanan ve hükümete göre "deneyimli bir gazeteci olan Fırat Dink'in, TCK'nın söz konusu maddesi (eski TCK 159-yeni TCK 301) uyarınca cezai takibata uğrayacağını makul bir düzeyde öngörebilecek durumda" olduğu dosya.
Uluslararası yargı; Hükümetin, Dink Davası için AİHM'ne savunma verdiği dosyanın, ifade özgürlüğünün ihlali ile ilgili karar kısmında şöyle diyor: "AİHM, söz konusu başvuruda, Yargıtay'ın başvuranı, sözleri nedeniyle suçlu ilan ederek, Devlet'in 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilmesine karşı çıkan kurumlarını eleştiri konusu yapması nedeniyle, dolaylı yoldan cezalandırdığı tespitine ulaşmaktadır"
Ardından ekliyor: "(...) AİHM'ye göre, belli bir önemi haiz tarihi olaylar üzerine kurulu tartışmaların gerçekleştiği böyle bir toplumda, bu tartışmaların özgürce yapılabilmesi öncelikli unsurlardan biridir. AİHM diğer yandan, bir noktanın daha altını çizme şansını bulmaktadır: tarihi gerçeklerin araştırılması, düşünce özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. (...) Mahkemeye göre, yargılama kurulları tarafından Fırat Dink hakkında verilen suçluluk hükmünün onaylanması, tecrit edilmesi ve aşırı milliyetçi militanlar tarafından yapılabilecek ölümcül bir saldırıya karşı koruyucu önlemler konusundaki eksiklik, başvuranın düşünce özgürlüğü hakkına yersiz bir müdahale oluşturmaktadır. Sonuç olarak AİHS'nin 10. maddesi ihlal edilmiştir."*
Eğer sayın Bakan ifade özgürlüğü konusunda Fransa'yı, İsviçre'yi bir kenara bırakıp Türkiye'nin AİHM'ndeki 10.madde ile ilgili dosyalarına göz atarsa konu ile ilgili pratiğini oldukça arttırabilir, arttırması da gereklidir. Zira; konser salonlarında, liselerdeki kariyer günlerinde kendi ifadesiyle "arkasını Başbakan'a dayayıp" konuyla ilgili hesapsızca demeç varmak, değil bir hükümet yetkilisi, sokaktaki vatandaş için bile oldukça sıradan kabul edilecek bir davranış şeklidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, bütün temel hak ve özgürlüklerin omurgası olması nedeniyle son derece önemli ve ciddi bir mesele; yumurtadan kirlenen ceket için karakola gitmeye, Da Vinci şakası yapmaya benzemez.
Ayrıca; bugün kendi ülkesinde düşünce ve ifade özgürlüğü güvencesini Başbakan'dan ya da dokunulmazlık zırhından değil sadece uluslararası sözleşmeler ve yasalardan alan onlarca gazeteci, yazar, öğrenci ve bilim insanı tutuklu bulunurken, başka bir ülkenin ifade özgürlüğünü test etmeye kalkışmak da tamamen abesle iştigaldir. (AT/HK)
* Yargıtay'ın internet sitesinden alınmıştır.