Biz
Aykırıya
Ayrıntıya
Ayrıksıya
Azınlığa tutkunuz.
Edip Cansever
Okullarda hemen her şey gün geçtikçe daha da boğucu, bunaltıcı hale geliyor. Kavanoza tıkılıp kapaklarımız kapatılmadan evvel üzerimize yönetmelikler, yönergeler, kurallar, müfredatlar, sınavlar, tek'ler, ortaklık'lar iyiden iyiye boca ediliyor. Ne yazık ki 90 yıldır bu memleketin her dönem geleneği bu. Kadınlar ve gençler, aile ve okullar; yeniden yapılandırmada her zaman ilk hedef!
Şimdilerde okullarda bağzılarının korkuları duvarları aşıyor. Bağzıları çeşit çeşit gerekçenin arkasına saklanıp onursuz bir yaşama teslim olmaya -her zamanki gibi- hazırlanıyor. Kimse fiziksel ve duygusal olarak elde ettiklerini kaybetmeyi göze al(a)mıyor! Muktedirlerin savaşıysa yukarıda aşağıda devam ediyor.
Peki, okulların "azınlıksal" öğretmenleri, biz?
"Çoğunluk(sal)" için hep en büyük tehlikeyiz! Düşman belledikleriyle dahi birleştirecek bir tehlike! Kesinlikle kontrol edilmeli, sıkıştırılmalıyız. Gözden çıkarılmamız çok da kolay değildir. Varlığımız zaman zaman gerekebileceği için bir kenar süsü olarak konumlandırılmamız makbüldür. Elbette edeplice! Ha bir de kadınsak, eyvah eyvah!
Biz, "azınlıksal" öğretmenler, dayatılan varoluş biçimlerine her daim başkaldırır; tek, ulusal, erkek, kadın kimliklerini; vasat, sinik olmayı, kontrol edilmeyi reddederiz. Her şeyin sorgulanabilir, tartışılabilir olduğunu bilir, buna inanır ve bunun sınırlarını zorlarız. Derdimiz normları alaşağı etmektir. Kesin ve keskin tanımları tartışmaya açmak, her tür norm, tanımlama ve dayatmaya karşı direniş alanları inşa etmektir. Bize verili olanı yutup sindirmeyiz, bizden bekleneni yapmayız, varolanı tekrarlamaz; neleri, nasıl değiştirebileceğimize kafa yorarız. Bir yanımızla evet "yıkıcı karakter"lerizdir. Herkesin kendisini istediği gibi kurmasının alanlarını birlikte yaratmak, özgür ve özerk olmak, kendimiz olmak içindir bu yıkıcılık. Ne gündelik yaşamda ne politik alanda ne kendi çalışma alanımızda ne öğretimde, eğitimde ilkemiz, tercihmiz "ya o ya bu" değil; "o, bu ve elbette şu; şunlar"ı kurmak, zorlamaktır. Hiçbir ikiliğin içinde hapsedilmeyi kabul etmediğimiz gibi, başkalarının edilmesine de itiraz ederiz. Kafamızın içindeki faşizmle hesaplaşmışızdır ve bu hesaplaşma sürer gider. Bu yüzden de ekonomik, ideolojik, kimlik, cinsiyet, toplum, din, dil.. her tür faşizmin ve onun doğurduğu ayrımcılığın, nefret suçunun; vasatlığın, sığlığın, ortalamanın karşısında konumlanırız. Tahammül ve hoşgörünün ikiyüzlü ve hiyerarşik sırıtışından yana değilizdir. Kendimizi ötekinin, ezilenin, mağdur edilenin, yok sayılanın yerine koymaya, toleransımızın sınırlarını zorlamaya çalışırız. Kendimizi, birbirimizi pek severiz; yapıp ettiklerimize çokça inanır, sahip çıkarız. Dayanışmadır bir besinimiz. Ama hem kendimizi hem birbirimizi kıyasıya eleştirmekten, yıkıp yıkıp yeniden inşa etmekten geri durmayız.
İşte azınlıksal'a dahil bu öğretmenlerin işi en çok böyle zamanlarda zordur. Nasıl zamanlar? Muktedirler, muktedirliklerini ilan etmişlerdir çoktan. Belirsizliğin sağladığı esnek ortam ortadan kalkmış; kurallar, uygulamalar, düzenlemelerle yeni öğrenci, öğretmen, okul, program, yönetmelik vs. hesapları kitapları netleşmiştir!
Bütün bunları baba'larından uzun zamandır bekleyenler, için hava hoştur! Geri kalanı zaten boştur! Kaybettiği babasının peşindedir o hep. Kendi başına ne yapacağını bilemez. Babasının gelip onu kurtarması gerekir. Aradağı, beklediği, arzuladığı baba bir türlü gelmeyince kendi içinde kaybolan kıpkısık sesiyle öğretmenler odalarının gri göğünde şikâyetlerine devam eder!
Şimdi, yazının bundan sonrasında ne karma eğitimden vazgeçme önerilerine ne dersanelerin kapanıp kapanmaması meselesine ne kantinlerin, merdivenlerin cinsiyetlere göre ayrılmasına ne kızınız omzunu yanındaki erkeğin omzuna samimi şekilde atmış şikâyetiyle babanın okula çağrılmasına ne ders kitaplarında sansürlenen şiirlere ne okutulması yasaklanan kitaplara ne taciz eden okul müdürünün görevine iade edilmesine ne ortaokullarda bu sene uygulanmaya başlanan her dersten sene içerisinde belirli sayıda merkezi sistemle sürekli sınav yapılacak olmasına ne bunun önümüzdeki iki sene içerisinde liselerde de uygulanacak olmasına ne YGS mi LYS mi -hangisi her ne ise- üniversiteye geçişin çoktan seçmeli zulmüne, beyin ve ruh mıncıklamasına ne üniversitelerin lise düzeyinde akademik, sosyal, kültürel vasat ortamına ne ne ne.... değinmeyeceğim.
Zira hiçbir zaman baharı yazı yaşamamış eğitim-öğretim-okul üçlüsü, mevsimsizdir artık. Hükmü ne zaman vardı, öğrenciyken ya da öğretmenken okullar benim okulum oldu mu hiç? Hatırlamıyorum. Ayrıca neyin/kimin okulu, sorusunu cevapladığım hiçbir zaman öğrencisi ya da öğretmeni olduğum okulların benim okulum/bizgillerin okulu olduğunun cevabını veremedim, bulamadım.
Benim/bizgillerin hayalindeki okul barışın, adaletin, antimilatarizmin, eşit yurttaşlığın, demokrasinin, özgürlüğün, özerkliğin... akıl yürütmenin, tartışmanın, sorgulamanın, yıkmanın, kurmanın, okumanın, yazmanın... edebiyatın, sanatın, bilimin, tarihin... kurgulanmış olanın, yalanın, dayatılanın değil; hakikatin... bütün dillerin, sınıfların, cinsiyetlerin, cinsel yönelimlerin... aşkın, bedenin, kavganın, isyanın, direnişin, coşkunun... okulu. Bu, hiçbir zaman mümkün olmadı elbette. Ama mümkün'ün kıyılarını zorlayabildiğimiz zamanları yaşadık.
Biz "azınlıksal" öğretmenler bir süredir hayallerimizi rafa kaldırmış olsak da bulunduğumuz, kazandığımız alanlarda mücadelemizi sürdürdük ve devam da ediyorduk. Son zamanlardaysa MEB, her uygulaması, değişikliği, açıklaması, ortada dolaşan haberleriyle bizi iyice sıkıştırdığı gibi bunu dört gözle bekleyen çoğunluk(sal) olandan hiçbir zaman kop(a)mayan devletçi zihniyet karşısında iyice güçsüz kılmakta, çaresiz bırakmakta.
Derslerin kenar süsü olmayan bir edebiyat şart
Okullarda, "azınlıksal" olan ile edebiyatın yolu kesiştiğinde aykırının, ayrıntının, ayrıksının, azınlığın ve bunların tutkunları olmanın peşine düşmek, düşmeyenleri düşürmek, düşenlere alan açmak nasıl da mümkün! Bu, devlet ve devletçigillerce gayet iyi bilindiğinden ve bundan korkulduğundan yasaklar, bakışsızlıklar, vasatlıklarla yaşam alanlarımız iyiden iyiye daraltılmakta, tepemizdeki gözlerin camları günden üç öğün silinip parlatılmakta. Evet, elbette haklılar! Zira acil durum butonuna haziran döneminde basıverdiğimizde sağımız solumuz önümüz arkamız biraz bile değil çokça edebiyat değilse neydi! Şiir sokakta, sokak şiirde değil miydi?
Tam da bu yüzden edebiyatın bu gücünü kırmaları, yok etmeleri, insanları edebiyattan dolayısıyla hayattan, sokaktan, insandan; aşktan, bedenden, direnişten, isyandan, yıkımdan, başka'dan uzaklaştırmaları gerekmiyor mu? Bu yüzden en iyi bildiklerini yaparak ezber bilgilere, seçeneklere, gramere kupkuru 40 dakikalara hapsetmiyorlar mı? Ancak bu sayede uyumlu'yu, uysal'ı, cici'yi inşa etmiyorlar mı 1920'lerden bugüne? Ve böyle böyle de kadına, dillere, dinlere, kimliklere, eşitliğe, barışa, sanata, söze, hayale, aşka, sevişmelere karşı ayrımcı, nefret dolu, savaşçı, militarist, ırkçı, cinsiyetçi, yasakçı, ahlâkçı, homofobik, eril sistemlerin çarkına su taşıyan çoğunlukları inşa etmiyorlar mı?
İçlerine bir şiirin, dizenin, öykünün, bir roman karakterinin soluğu, coşkusu, ateşi düşmemiş olanlar; kopya bilgilerde ve hayatlarda kaybolanlar sınıflarda, ders kitaplarının sığlığında dülgerbalıklarının pullarını devletle el ele yok ederken bizgillere ağ atmayı da ihmal etmezler elbet!
Her atıldığında kurtulmanın yolunu bulduğum bu ağların içerisinde ruhum artık iyiden iyiye sıkış tepiş. İmdat frenimi çoktan çektim de ortada kalakaldım sanki. Bu hâlim sebebiyledir ki bu yazıda edebiyat eğitimine dair meseleleri akademik, pedagojik, sosyolojik, politik bağlamda ele al(a)mayacağım. Aklımın ipini tutasım hiç yok bu sefer. Sözümü aklımın ipini tuta tuta çok yerde söyledim. En yakın zamanda derli toplu söylediklerim için, bakınız: "Bir Yok Etme Aracı Olarak Edebiyat Eğitimi" başlıklı yazım. Birikim, Aralık 2012.
Zira değişmeyen tablo şöyle:
Şairler, yazarlar, eserleri, özellikleri; edebiyat dönemleri, tarihsel bağlamları, özellikleri, ilkleri, temsilcileri; nazım şekilleri, yazı türleri, bu şekil ve türlerde verilen eserler, ilkleri, en'leri; kitaplara sorulan kim, nerede, ne zaman, ne yapmış soruları; isim, sıfat, zamir, zarf, eylem çatısı, cümle öğesi, Türk dilinin tarihi gelişimi, dil aileleri, eylemsi, sözcüğün anlamı, paragrafın yapısı, dilek şart kipi... betimleme, günlük, anı, deneme hemen her türde yazdırlan yazılar...
Ortak sınavlar, ana düşüncesi ne, şair burada ne demek istemiş, konusunu yazın, özetini çıkarın, dönemin özelliklerini yukarıdaki eserden yazın, şairin hangi özelliğini görüyorsunuz yukarıdaki şiirde... metinlerin kalitesizliği, bilgilerin köhnemişliği, yanlışlığı; teorisizlik, yaşamasızlık, kainatsızlık, görüşsüzlük...
"Yazarın görüşünü yazacaksın evladım, kendininkini değil; metin inceleme soruyoruz" deyip de çocuğun yazdığının kişisel görüş olduğunu iddia ederek "ama yazdım hocam işte" diyen çocuk karşısından "ben sana senin düşünceni sormadım ki; yazarın düşüncesini sordum" diye veryansın etmek...
Bu dönemlerden, akımlardan, sanatçılardan sorumlusunuz; alın, bunlar özellikleri, bunlar eserlerinin özellikleri, bunlar da özetleri...
Fotokopi çektirip ezberleyin!
Bunların hepsini üniversite giriş sınavı için yaptıklarını, öyle bir sınav olmasa böyle davranmayacaklarını söylemelerinin sahteliği... Her durumda çocuğun haksız olduğu sonucuna vardıkları konuşmalar...
Edebiyatla, okumakla, yazmakla, hayatla, insanla çocuğun arasına sağlam duvarlar örüp bunun yıkılmasını her yolla, araçla engellemeleri... Bunların üzerine, ama sana karışan mı var canım deyip, seni oynamayan kız pozisyonuna düşürmeleri!
Edebiyatsız edebiyat derslerinin sorumluları, müfredatlar, yönetmelikler, programlar, ders kitapları, edebiyat tarihi ezberi üzerine kurulmuş edebiyat fakültelerinin Mehmet Kaplan'la başlayıp orada kalmış Berna Moran'a dahi değmemiş hocaları. Kendilerini apayrı bir dünyada konumplayıp okullara, edebiyat hocalarına sadece çamur atmayı seçen ve okulları kitap satışı yapacakları pazarlar olarak gören yazar, şair, editör, yayıncı tayfası...
Hepinizden mavi mavi illallah!
Çözüm önerim, kesin bilgi olarak: Edebiyat dersleri -ki ismi de zaten Türk Edebiyatı- kaldırılsın. Dil Anlatım dersi de. Türk Tarihi, Kültürü ve Dili adında bir ders olsun çok istiyorlarsa. Haftada iki saat. 9. sınıftan itibaren tıpkı üniversitedeki gibi edebiyatın temel bilgileri, dilin önemi, dil aileleri, gramer, edebiyat tarihi üzerine hap bilgilerden kurulsun. Bunları "anlatsın" ya da "cd" olarak dağıtsın öğretmenler. Test sınavları olsun. Lise de dört sene değil iki sene olsun. Üniversitelerin dört sene olması da gereksiz, bize yutturmaya çalıştıkları o haplar için iki sene yeterdi, fuzuli yere masraf, sahici olanla buluşmak için vakit kaybı gerisi! Mümkünse şiirler, öyküler, romanların o çok sahici olanları, pek güzelleri okullara girmesin.
Bu sayede çocuklar "edebiyat" kelimesini okulda hiç duymasın. Okul sonrası en azından birilerinin face ya da twitterda yazacağı dizeyle hayatına girecek misal Cemal Süreya'yla, edebiyatla arasına nefret, korku duvarları örülmesin.
Belki âşık olur, belki sokakta canı yanar, belki patronu kızar, annesi ölür, hastalanır, polis kapısına dayanır, misketleri çalınır, internet bağlantısı engellenir, bedeni hapsedilir, sevişmesi yasaklanır, ondan olmak istemedikleri beklenir...
Hatta bir gün belki babasına karşı çıkası ya da bir ağaca sarılıp kestirmem de kestirmem diyesi gelir...
Olmaz mı olur!
İşte o vakit şiir de şair de öykü de roman da ötegeçelerden koşa koşa gelip kalbine, aklına, diline ses verir, kulak verir. Buluşur, koklaşır, tanışırlar. Olur, neden olmasın? Olmadı mı?
Yeter ki 90 yıldır kapkara bir hâl alan, her dönem otoriter, totaliter yapıların inşası için araçsallaştırılan edebiyat bir şaire, şiire, dizeye, öyküye, bir roman karakterine tutkuyla, şehvetle, arzuyla düşmemiş, sarılmamış olanların elinden artık kurtulsun. Dülgerbalıkları edebiyattan korkmasın. Onlar şu kara hayatta birbirlerinine gerek.
Okulların, öğretmenlerin ve edebiyat derslerinin bu haline çokça error! Ne halt edeceğimi artık bilmiyorum! Anne ben ne zaman mezun olucam? Yalvarırım söyle!
Ama elbette, biz dülgerbalıkları olarak diyoruz ki:
"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da." * (MK/HK)
* Edip Cansever, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka.