Eriyen karaların betona düşerken çıkardığı sese eşlik eden serçe cıvıltıları bir senfoni tadında; hafta sonu sessizliğine bürünmüş mahpushanede baharın gelişini müjdeliyor gibi...
Payımıza bir avuç düşse de, gökyüzü kendini güneşin parıltılı okşamalarına bırakmış; muhteşem mavisiyle karşımda duruyor. Ve her zamanki soğuk, çirkin yüzüyle beton; "ben buradayım" dercesine, kendisini hissettiriyor.
Pazartesi postasını hazırlamak için yine masamdayım. Ayak parmaklarımdan başlayarak, bacaklarıma doğru ilerleyen beton soğukluğunu bu defa bir başka haliyle hissediyorum!..
Gündeme dair son gelişmeler; Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmalarına ilişkin tartışmalar, Ankara'da kızışan vekil borsası, daha bir dizi sorun kafamın içinde dolaşıp duruyor..
Önümde 5 Mart 2011 tarihli Radikal Gazetesi'nden bir kupüre bakıyorum; soğuk yüzüyle kupürdeki sararmış fotoğraf da bana bakıyor!
O soğuk yüz, betonun soğukluğuyla birleşiyor. Aklımda Ahmet Arif'in 33 Kurşun şiirindeki Kürt köylüleri... "Acaba" diyorum; "1943'ün Temmuz sıcağına da kurşuna dizilen yoksul Kürt köylüleri de, namluya sürülmüş domdom kurşunlarıyla kendilerini alacak ölümün soğukluğunu düşünüp; o birkaç dakikalık bekleme anında üşümüşler midir?"
"Muğlalı ayıbı" başlığı ile verilen Tarık Işık imzalı haberi okuyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner'den, Van'ın Özalp ilçesindeki Jandarma sınır taburuna konulmuş olan Orgeneral Mustafa Muğlalı isminin kaldırılmasını istemiş...
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu referandum öncesinde Van gezisinde Başbakandan bu tabelanın kaldırılmasını "rica etmiş"...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da; "...halkın tepki göstermesine rağmen hala bunun muhafaza edilmesi doğru değil" demiş.
Müthiş bir üçlü! Zamanlamalarıyla, açıklamalarıyla Ankara siyasetinin pasını yaşatmakta büyük bir yarışa girmişler.
Mustafa Muğlalı ismiyle,1998'de RTÜK'ün Özgür Radyo'ya verdiği 90 günlük kapatma cezası sırasında haşir-neşir olmuştum. Biri kadın, biri 11 yaşında çocuk olan 33 Kürt köylüsünün uğradığı katliamın öyküsünü ayrıntılarıyla İsmail Beşikçi'ye yıllarca mahpus yatıran kitabından okumuştum. O günlerde bu katliamı hatırlatmanın karşılığıydı üç aylık ceza.
Katliamdan yaralı olarak kurtulan bir köylünün o gün yaşananları anlatmasıyla devlet paşasını yargılamak zorunda kalır. Mustafa Muğlalı 2 Mart,1950'de idama mahkûm edilir. Daha sonra cezası 20 yıl hapis cezasına çevrilir.
Ancak devlet yargılamak zorunda kaldığı paşasını aklamaya çalışır. Devletin paşasını aklama çabasını görmek Muğlalı'ya nasip olmaz! 11 Aralık,1951'de kalp krizinden ölür.
Devletin tarihindeki bu katliamı örtbas etme çabası sonraki yıllarda da devam eder. 1988'de aldıkları özek bir kararla Muğlalı Edirnekapı şehitliğinden çıkarılarak devlet töreniyle Ankara'daki Devlet Kabristanı'na gömülür.
1997'de Muğlalı'ya itibarı iade edilir; rütbeleri geri verilir. Faili belli cinayetlerin; evinden, işyerinden, sokak ortasından kaçırılarak kaybetme emirlerini paşalardan onbaşıların ağzına kadar düştüğü yıllarda (1998) Harp Akademisi'nin bahçesindeki "Kahramanlar Geçidi"ne Muğlalı'nın büstünün dikilmesi; elbette basit bir hatırlama, ödül değildir!
Devletin paşasından özrü, en son Erdoğan'ın Başbakan, Bülent Arınç'ın da Meclis Başkanı olduğu bir süreçte;16 Mart 2004'te Özalp'taki Jandarma taburuna "Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası" isminin verilmesiyle noktalandı.
Devletin paşasının aklama çabası, elbette 33 yoksul Kürt köylüsünün katli başta gelmek üzere, benzeri tüm katliamlara, JİTEM cinayetlerine sahip çıktığının da ilanıydı.
Dolayısıyla, Kılıçdaroğlunun, Başbakan Erdoğan'ın ve yardımcısı Bülent Arınç'ın seçimler öncesinde Muğlalı tabelasının indirilmesine dair "rica"ları, açıklamalarının hiçbir hükmü de, anlamı da yoktur!
Bugün Kürt halkının, ilerici-demokrat aydınların, devrimci, sosyalistlerin istekleri tabelanın indirilmesi gerektiği talebini çoktan aştı! Onlar toplu mezarların başında, Galatasaray'da alanlarda...
"Kemiklerimizle yüzleşeceksiniz!", "Ölenlerin Değil Öldürülenlerin listesini istiyoruz!" "Katiller sanık sandalyesine!" şiarlarını haykırıyorlar!
Varsın Ankara siyasetçileri de oy peşinde, buldukları her "malzeme"yi oya çevirmenin peşinde mesai tüketsinler! Ne diyelim?!
* * *
8 Mart nedeniyle içeriden ve dışarından bol miktarda kutlama aldım. Geçen hafta kız kardeşimin 8 Martı'nı kutlamayı unutmuşum. Ne büyük ayıp değil mi? Bu unutkanlığımı Adnan Yücel'in dizeleriyle telafi etmek istiyorum...
"Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
Aşk ile sevmek bir güzelliği
Ve değişebilmek o güzellik uğruna
İşte yüzünde badem çiçekleri
Saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
Sen misin seni sevdiğim o kavga
Sen o kavganın güzelliği misin yoksa..."
Her gününüzün 8 Mart olması dileğiyle, 8 Martınızı kutluyorum!.. (FE/Lİ/EÖ)
* Füsun Erdoğan, 12 Mart 2011, Kandıra 2 Nolu T Tipi Mapushanesi