Filistinliler'in yaşam ve hareket alanlarını daraltmak üzere İsrail'in diktiği duvarlar, Meksikalılar'ın Amerika Birleşik Devletleri'ne geçmesini engelleyen sınır bariyeri, Türkiye'nin Suriye'yle arasına uygun gördüğü set veya Avrupa Birliği ülkelerinden Yunanistan'dan sonra, şimdi de Bulgaristan'ın Trakya'da inşasını duyurduğu duvar…
Görünen o ki Ortadoğunun yıllardır deşilmeye devam edilen Arap-Yahudi düşmanlığı beton önlemlerle şifa bulamadı, cehennemî şartların hüküm sürdüğü Meksika'dan ABD'ye göçmen ve bilhassa uyuşturucu sevkiyatı artarak devam ediyor; dolayısıyla insanın aklına mevzubahis duvarların aslında devletlerin otoritelerini empoze etmek için kullandığı bir araç, insanların üzerindeki baskıyı artırmak için resmî bir sembol, hatta paravan işlevi gördüğü geliyor.
Ne de olsa adaletsizlik, sefalet ve açlık, zulüm, vahşet ve savaştan kaçmakta olan insanlar ölümü göze alarak istenmedikleri ülkelere ulaşmak üzere daha da tehlikeli yollara başvuruyorlar.
Suriye'de insanlıkla alakası kalmayanların hedefi haline gelmiş savaş kurbanları can havliyle kendini sınırların ötesine atmaya çalışırken kıyamete sürüklenircesine çığırından çıkmışa benzeyen gezegende birilerinin merhametine sığınmaları bir lüks olarak algılanıyor herhalde.
Yoksa bazıları varlık ve konfor içinde demleniyorken fakir ve halen sömürülmekte olan memleketlerden göç mutlaka süreceği için siyasi entrikaların gölgesinde bariyer örmekten fayda beklemenin abes olduğu faşistçe inkâr mı ediliyor?
Kendini bir Orta Çağ kalesi gibi korumaya çalışan AB özellikle Akdeniz'e kıyısı olan üye ülkelerin zoruyla daha da katı önlemlere yönelmenin yanı sıra, yıllardır kaçak iş gücünden faydalanmaya devam edip tavizsiz gibi görünen vize uygulamalarıyla güçlü ve parlak imajını cilalamaktan da geri durmamıştı.
Fakat insan haklarının baş savunucusu Batı medeniyetinin temsilcileri göçmenlere reva gördükleri muamelelerle sicillerini fazlasıyla kirletmiş durumdalar ve gittikçe kalabalıklaşan yerküreye hâkim politik ve ekonomik sistemlerin fayda etmeyeceğini inatla reddederek kaba kuvvete sığınmayı yeğliyorlar gibi görünüyor.
Belgesel
Türk boylarının akınlarına karşı örülen Çin Seddinden sonra insanlık tarihinin en meşhur duvarlarından Berlin'deki utanç duvarının hafızalardan hâlâ silinmediği bir dönemde AB'nin göçmenlikle iştigal eden kurumu Frontex, kuruluş tarihi 2005'ten itibaren her geçen gün daha fazla göze batmaya başladı.
Özellikle Libya'da patlak veren olaylar sonrası Afrika'nın çeşitli ülkelerinden Avrupa'ya kaçmaya çalışanların başına gelenler göstermelik önlemlerin birebir yansımasıydı. Suriye'deki çarpışmaların ivme kazandırdığı AB'ye yönelik kaçış Birliğin lokomotifi kıvamındaki Almanya'nın tavizsiz politikalarıyla daha birçok kurbanın verilmesine sebep olacak gibi duruyor. Yoksa özellikle Malta, İtalya, Yunanistan, hatta Bulgaristan'ın birebir muhatap olduğu bu sorunla başetmek için daha pragmatik ve pratik bir bakış açısı geliştirilecek mi?
1975 Berlin doğumlu Jakob Preuss bu utanç verici manzaraya Europe's Borderlines (Europas Grenzen - Avrupa'nın Sınırları) adlı belgesel projesiyle kamerasını doğrultuyor, AB'nin periferisini keşfe çıkıp coğrafi sınırlarına göz atarken birliğin kimlik, entegrasyon ve açıklık sınırlarını da irdeliyor.
Batı Berlin'de büyümüş bir çocuk olarak şehirdeki duvarla her gün iç içe yaşamanın getirdiği tecrübe ve motivasyonla iki Almanya'nın birleştiği, Schengen anlaşmasının yürürlüğe girdiği ve AB hudutlarının gittikçe genişlediği yeni dönemi masaya yatırıyor. Çekimler için daha önce pek uğranmamış hudut bölgelerine seyahat ederken kafasındaki ideal Avrupa konsepti adeta sarsılıyor ve iç sınırlarını yıkmış gibi görünen yaşlı kıtada yeni, hatta daha yüksek Berlin duvarları örüldüğüne tanıklık ediyor. Avrupa'nın içinde serbestçe dolaşabilmenin bedelinin kimler tarafından ödendiği sorusunu seyirciye yöneltmekten de imtina etmiyor.
Yönetmen Preuss 2010 yılında The Other Chelsea: A Story from Donetsk (Diğer Chelsea: Donetsk'ten bir Hikâye) adlı belgeselle ünlendi. Ödüllü yapımda genç sinemacı Ukrayna'daki kömür ocaklarına eğilip cüzi ücretlere çalışanlarla yüksek kazançlar edinenler arasındaki gelir uçurumunu gözümüze sokuyordu.
Avrupa'nın Sınırları projesi ise 2011 yılında Nordhein-Westfalen Film ve Medya Vakfının Gerd Ruge ödülü, 2012 ve 2013'te Hollanda Prodüksiyon Platformunun destek ödülleriyle yoluna devam ediyor.
Yunanistan'ın ıssız bir hudut bölgesinde Amazon hissini veren kadın polisin görevine sıkıca sarılmasını ve Frontex önlemlerinin caydırma gücüne olan inancını görüyoruz. Merkezi Varşova'da, gayet modern ve ihtişamlı bir binada bulunan sözkonusu müessesenin temsilcileriyle yapılan röportajlar ise diplomatikçe sarf edilen idealist lafların pratikte pek geçerliliği olmadığı duygusunu veriyor, ofis girişlerinde güvenlik önlemlerinin yoğunluğuna da diyecek yok!
Belgeselle ilgili açıklamalarda Avrupa hakkında kâh melankolik bir meditasyon, kâh siyasi sistemin ayrıntılı bir incelemesi betimlemeleri kullanıldı; çok uzak olmayan bir gelecekte tamamlanıp gösterime gireceğini umarken, dünyanın o zaman geleceği halin günahı ise insanlığın boynuna diyorum…
Haa bu arada gezegende çeşitli mazeretlerle örülmüş hudut duvarları hakkında bilgi için şu kaynak bir fikir verecektir. (MT/ÇT)