Yıl 1962… Güneşli, güzel mart sabahlarından biridir… Bir kadın taksiye biner… Kadını taşıyan taksi Central Park'a doğru gider… Şoför arabanın hızı artırır… Ve bir süre sonra taksi çok sert bir şekilde karşıdan gelen kamyonla çarpışır… Olay yerine çok sonra bir ambulans gelir… Kadın gözlerini ambulansta açar… Önce kollarını ve bacaklarını hareket ettirir… Sonra gözlerini açar… Hafızasının yerinde olup olmadığını görmek için tarihleri, şiir mısralarını ve telefon numaralarını sayar… Hafızası yerindedir kadının.
Kadın çok sonraları yaşadığı bu olayla ilgili arkadaşı Mary McCarthy'ye, "Kısa bir süreliğine yaşam ya da ölüm kararının bana bağlı olduğunu düşündüm" der… Ve "hayatın epey güzel olduğunu ve onu çok sevdiğini" söyler.
Hayatın epey güzel olduğunu ve onu çok sevdiğini, söyleyen kadın yüzyılın dahi kadınlarından Hannah Arendt’tir.
Arendt, 1906 yılının 14 Ekim'inde Hannover’de bir Yahudi mühendisin tek çoçuğu olarak dünyaya gelir... Berlin'de büyür… 18 yaşında Marburg’da Martin Heidegger’den felsefe eğitimi almaya başlar... Heidegger ile düşünsel ve tutkusal bir aşka tutulur... Bu aşka tutuluş onun düşünce dünyasını alabildiğince genişletecektir. (Heidegger diz çöküp ona “aşka en büyük davet karşındakinin senden önce aşık olmasıdır” der.)
Marburg ve Freiburg’da üniversite eğitimini tamamlar ve Heidelberg’e giderek Karl Jaspers’in yanında doktorasını tamamlar… Doktorasını tamamladığında henüz yirmi iki yaşındadır.
1924-1929 yılları arasında dönemin ünlü düşünürleri ile tanışır, eğitim alır, etkiler, etkilenir, aşık olur, aşık ettirir.
Marburg’da Martin Heidegger ve Rudolf Bultmann’dan, Freiburg’da Edmund Husserl’den, Heidelberg’de Karl Jaspers’in öğrencisi olarak felsefe, ilahiyat ve Yunanca eğitimi görür.
1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesi üzerine Almanya’dan ayrılarak Fransa’ya geçer. Paris'e kaçmak zorunda kalan Arendt orada Walter Benjamin ile tanışıp onunla dost olur.
Paris’te Yahudi göçmen hareketi içerisinde aktif olarak yer alır. Fransa'nın II. Dünya Savaşı sırasında Alman askeri kuvvetlerinin Fransa'nın bazı bölgelerini işgal etmesi sonucunda Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinden ötürü Fransa'dan da kaçmak zorunda kalır.
1940 yılında Alman şair ve felsefeci Heinrich Blücher ile evlenir.
1941’de eşi ile birlikte ABD’ye gider, oraya yerleşir ve ABD vatandaşı olur. ABD’deki ilk yıllarında akademik bir iş bulmakta epey zorlanır.
1953’te Princeton’da Christian Gauss konferanslarına çağrılır. 1959’da tam kadrolu ilk kadın profesör olur.
Böylece Arendt, California, Chicago, Columbia, Northwestern, Cornell gibi üniversitelerde verdiği derslerle seçkin bir akademik kariyere sahip olur.
1975 yılında 69 yaşındayken öldüğünde New York’taki New School for Social Research’de felsefe profesörüydü.
Hannah Arendt, gerek siyasi gerekse duygusal birikime sahip olup kendine özgü düşünce çizgisi içinde, şiddet, iktidar, devrim, totalitarizm, eşitlik-eşitsizlik, özgürlük, siyaset, felsefe, insan, eylem, düşünce, hakikat, ahlak, retorik, ideoloji, kültür, demokrasi, milliyetçilik, ırkçılık, devlet, parti, rejim, insan hakları, antisemitizm, emperyalizm, sanat, kamusal alan üzerinde çalışmalar yaptı.
Arendt özellikle de şiddet ve şiddetin kaynağı üzerinde durur. Şiddeti, sayılara ya da görüşlere değil, kullanılan araçlara dayandırır. Ona göre şiddet her zaman araçlara muhtaçtır ve içerisinde her zaman bir keyfilik unsuru taşımaktadır. Ve devlet de, en güçlü şiddet araçlarını elinde bulunduran merkezi bir otoritedir.
Arendt kimi zaman şiddetin gereksiz olmadığını ve onu bir insanlık durumu olarak gördüğünü açıklar:
“Kimse meşru müdafaa amacıyla gerçekleştirildiğinde şiddeti sorgulamaz. Çünkü şiddet yalnızca açık değil, aynı zamanda mevcuttur ve aracı haklı kılan amaç hemen orada durmaktadır.” Ve ekler “Bir Yahudi, Yahudi olarak şiddet görüyorsa kendini savunmalıdır.”
Arendt’in bütün dünyada tartışılmasını sağlayan gelişme ise Gestapo şefi Heydrich’in emri altında Yahudi sorununu çözmekle özel olarak görevlendirilen Adolf Eichmann’ın yargılandığı davada kaleme aldığı düşünceleridir.
30 Mart’ta başlayan ve 14 Nisan’da sona erecek olan 32. İstanbul Film Festivali’nde feminist yönetmen Margaretge Von Trotta’nın yönetmenliğini yaptığı “Hannah Arendt” filmi izleyiciyle buluştu.
Film, bir düşünür, aynı zamanda sert bir kadın olan ve sigaraları uç uca içen, "kötülüğün sıradanlığı" düşüncesiyle hem kendi halkını hem dünyayı karşısına alan Hannah Arendt’in 1960-1964 yılları arasındaki zaman dilimine odaklanır.
Senaryosunun da Von Trotta’nın yazdığı filmde Barbara Sukowa (Hannah Arendt), Axel Milberg (Heinrich Blückher), Ulrich Noethen (Hans Jonas), Michael Degen (Kurt Blumenfeld), Klaus Pohl (Martin Heidegger), Friederike Becht (Küçük Hannah Arendt), Victoria Trauttmansdoff (Charlotte Beradt) oynuyor.
Film düz bir zaman çizgisinde ilerlemez. Sıçramalı zaman ile geçmişe de döner. Bu geçmişe dönüş Arendt ile hocası olan Martin Heidegger ile olan düşünsel ve tutku düzeyindeki ilişkileri anlatılır. Bu aşk Arendt’e düşünce ve tutku üzerine düşünmesini sağlayacaktır.
Film genel olarak 1960-1964 yılları arasındaki zaman dilimine odaklanır. Nazi Adolf Eichmann’ın (ya da Eichmann tiyniyetli insanların), 1960 yılında Mossad ajanları tarafından Arjantin’de yakalanıp İsrail’'e götürülmesiyle başlar. Eichmann’ın yakalanması hem İsrail’de hem de dünyada yankılanır.
Çünkü Eichmann önemli bir isimdir. Gestapo şefi Heydrich’in emri altında Yahudi sorununu çözmekle özel olarak görevlendirilen kişidir.
Filmin bundan sonrasında da Hannah Arendt’in Eichmann’ın yargılandığı dava için Kudüs’e gitmesi, mahkemede Eichmann’da gördükleri (mahkeme görüntüleri gerçek görüntülerdir), düşündükleri, bu düşündükleri karşısında İsrail/Yahudi toplumunun gösterdiği tepkiler ve bu tepkiler karşısında Arendt’in yaşadıklarını ve Martin Heidegger ile olan aşkını izleriz.
Hannah Arendt, Eichman’ın yargılanacağı mahkemede görmek ve New Yorker gazetesine yazmak için 1961 yılında Kudüs’e gider. O’nun bu gidişi başlangıçta “adalet aramak” içindir. Ancak dava sırasında Eichman’ın tavırları Arendt’te faklı düşünceler yaratır. Bu düşüncelerini “Eichmann Kudüs’te: Şeytaniliğin Basitliği Üzerine Bir Rapor” adlı kitapta dile getirir. Kitapta savunduğu bu düşünceler bugün dahi tartışılmaktadır.
Hannah Arendt düşünme yetisinden yoksun olmuş bireylerin verilen eylemi sorgusuz sualsiz gerçekleştirdiğine inanır. Eichman’ın da bu düşünme eyleminin yoksunluğundan dolayı iktidarın verdiği eylemi yerine getirdiğini düşünür.
Yine Arendt Yahudi soykırımı sırasında yaşananlarda Yahudi liderlerinin rolü olduğunu da söyler. Ona göre, onların muhalefet etmeyip işbirliği yapmalarının bunda etkisi olduğunu savunur.
İşte Arendt’in bu “acı”masız sözleri soykırım yaşamış Yahudi halkının yüreğini “acı”tır. Arkadaşlarının çoğu onu şiddetle eleştirir. Yahudi Konseyleri onu Alman makamları ile işbirliği ile suçlar. Kimisi bu düşüncelerine katılırken kimisi de onu ölümle tehdit eder. Tehdit mektupları alır. Filmde Mossad tarafından tehdit edildiğini de görürüz. Üniversitedeki işinden olur.
Ancak Arendt kendi düşüncesinden bir adım geri atmaz ve düşüncesini tutarlı bir şekilde savunmaya devam eder. O Eichman’ı ve soykırımı gerçekleştirenleri anlamanın onu ve onları affetmek anlamına gelmediğini düşünerek “anlamak asla affetmek anlamına gelmez” der.
Arendt kötülüğün temel ve kökten bir şey mi yoksa basitçe sıradan insanların diğerlerinin emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup olmadığı sorusuna cevap arar.
“Düşünmenin tezahür rüzgarı doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırabilir. Yeter ki insan düşünme eylemliliği içinde olsun.” Arendt hem düşünme hem de tutku açıdan gerçekleştirdiği eylem ile bilinçli insanın yüreği beyninde atar, sözünü doğrular.
Von Trotta’nın yönetmenliğini yaptığı “Hannah Arendt” filmi sinemasal olarak görmeye yetenekli gözlere pek bir şey sunmasa da Holokost’u daha önce kimsenin yapmadığı şekilde yazma cesaretini gösteren ve “ölüm ve yaşam kararının bana bağlı olduğunu” düşünen kadını bir de sinemada görmek açısından izlemek gerekir. (KT/AS)
* Hannah Arendt’in “Eichmann in Jerusalem” ile “Şiddet Üzerine” adlı kitaplarından yararlanılmıştır.