Makalede şunları anlatıyor yazar:
On Gün Sonra
"Artık New York'ta yaşamak böyle bir şey işte. Televizyonu açıp haberlere bakıyor ve ağlıyorsunuz. New York Times'ın birinci bölümünü daha bitirmeden gene göz yaşlarına boğuluyorsunuz. Kendinizi evden dışarı atmazsanız haber izlemekten başka bir şey yapamıyorsunuz.İşe doğru yola koyuluyorsunuz ve Penn istasyonunun duvarlarındaki fotokopiyle çoğaltılmış kayıp arama ilanlarını görünce yine çöküyorsunuz. Artık hiç kimsenin bunları buraya yapıştırmanın yakınlarının bulunmasına bir yardımı olacağına inanması mümkün olmasa da ilanlar, burası bir halk anıtıymışçasına, her gün çoğalıyor. Dünya Ticaret Merkezi'ndeki 6,333 kayıpsa artık ölmüş kabul ediliyor.
"Her şey değişti, değişti apansız,"
Nereye baksanız trajedi ve kahramanlık işaretleriyle karşılaşıyorsunuz. Bir itfaiye merkezinin yanından geçiyorsunuz, duvarlarında insanları kurtarmak için ateş cehennemine atılıp ölenlerin resimleri, dışarıda yerde betonun üzerine yığılmış çiçekler, mumlar ve dua kitapları.
Kent merkezine ünlü, bildik New York siluetine bakıyorsunuz. Ama size artık tanıdık gelmiyor. Artık hiçbir şey tanıdık değil. Hiç kimse sıradan değil. "Her şey değişti, değişti apansız," diyordu şair Yeats. "Korkunç bir güzellik doğdu."
Geçen gece bindiğim tren, Times Meydanı'nda durdu ve kapılarını açtı. İş çıkışıydı. Tren kalabalıktı. Birbirimize endişeyle bakıyorduk. Az sonra, siyah kauçuk elbiseli bir adam kafasını kapıdan içeri uzatarak koltuklarımızın altına bakmamızı ve sahipsiz bir paket ya da çanta olup olmadığını kontrol etmemizi söyledi. Vagonun öbür ucuna doğru aynı şeyleri söyleyip uzaklaşırken oturduğum yerde 'Beyrut, Kudüs yada Londra'da mıyız' diye düşüne kaldım. Acaba kalkıp trenden çıksa mıydım? Biraz sonra tren yine yola koyuldu. Bunun bir bomba tehdidi mi, bir ihbar mı yoksa sıradan bir uyarı mı olduğunu hiç bilemeyeceğim. Ama rahatsızlık duymaya hakkım yok. Yaşadığım için çok şanslıyım.
Korkuyorum
Korkuyorum. Bugün üç ayrı kişiden, bir polis, bir doktor ve bir yayıncıdan daha benzer bir uyarı aldım: İçmek için şişe suyu kullan ve bu hafta sonu kamu taşıma araçlarından uzak dur. Bu uyarıyı ciddiye alıyorum ama korkularım kentimin ötesine taşıyor. Arap ve Güney Asyalı Amerikalıların saldırıya uğramalarından korkuyorum. Saldırılar başladı bile. Ülkemin Afganistan'da yapacaklarından ve Orta Asya'ya kızgın bir boğa gibi daldığımızda daha kaç masum sivilin hayatını kaybedeceğinden korkuyorum.
Dünyanın pek çok yerindeki dostlarım benden de fazla dehşet içinde. Bana rica mesajları gönderiyorlar: "Gerçekten savaş olacak mı? Yapabileceğin bir şey var mı?"
"Ne yapabilirsek yapacağız"
Ne yapabilirsek yapacağız. Çarşamba gecesi kent merkezinde büyük bir toplantı salonunda çeşitli barış gruplarınca düzenlenen bir acil durum toplantısına katıldım. Katılımın büyüklüğü karşısında küçük dilimi yutacaktım. Her yaş, cins ve renkten en az beş altı yüz kişi vardı. Toplantıyı altmışlı yıllardan ve yeni küreselleşme karşıtlarından dört deneyimli eylemci yönetiyordu. Görüş farklılıklarına ve kaçınılmaz çığırtkanlıklara karşın, herkes geniş bir mutabakata dayanan savaş karşıtı bir hareketin yaratılmasının gerekliliğinin farkındaydı.
Beş noktada anlaşmaya varıldı:
* 11 Eylül saldırısı kurbanlarının acılarının paylaşılması ve saldırıların lanetlenmesi.
* Saldırıya savaş ve militarizmle yanıt verilmemesi.
* Hak ve özgürlüklerin savunulması.
* Anti-İslam, anti-Arap, ırksal, etnik ve dinsel ayrımcılık ve şiddete karşı konulması.
* Ekonomik ve toplumsal adalet temelinde küresel barış için mücadele edilmesi.
"Düşman İslam, Savaş Çare Değil"
Toplantıya katılanlar 6 Ekim hafta sonundan büyük bir yürüyüş düzenlenmesi için anlaşmaya vardılar. New York'ta ve başka yerlerde ayrıca çok sayıda barış etkinliği planlanıyor: Her üniversitede, "Düşman İslam, Savaş çare değil," sloganıyla tartışma toplantıları, oturma eylemleri ve yürüyüşler düzenleniyor. Küreselleşme karşıtı hareket IMF'nin New York'ta 29 Eylül'de yapacağı ancak daha sonra ertelediği toplantı gününde ülke çapında eylem çağrısından bulunuyor.
Bu yeni oluşan barış hareketi savaşı durdurmaya yetebilecek mi? Elbette hayır, nasıl durdurabilir ki? Dışarıdaki arkadaşlarıma şöyle yanıtlar yazıyorum:
"Yapabileceğimiz her şeyi yapacağız. Ama siz daha fazlasını yapabilirsiniz. Hükümetlerinizin ABD'ye açık çek vermesini önleyebilir, Koalisyonun aklını başına almaya ve sükunete davet edebilirsiniz. Burada kıpırdayan her şeyi bombalamak isteyen bir sürü sağcı manyak var. Bushlar'ın da Irak'la kan davası sürüyor.
Arkadaşım Ann soruyor: "Neden Afganistan'a gıda bombası atmıyorlar. Böylece ortada terörizm diye bir şey kalmazdı."
Keşke...
Keşke bütün bunlardan böyle bir sonuca varılabilse. Keşke iyi ve kötü yanları arasında ikiye yarılmış olan ülkem, hayatlarını başkaları için vermiş itfaiyecilerine layık olabilse ve ilk kez tanıştığı ve dünyanın geri kalanıyla paylaştığı bana da bir şey olabilirmiş duygusundan işbirliği, paylaşma ve adalet olmaksızın güvenlik diye bir şey olamayacağını öğrenmiş olabilse. (NU)