18 yıl olmuş yüzünü görmeyeli, sesini duymayalı, kolumu göğsüne dolayıp güvenli uykulara dalmayalı...
Kimselerden gizlemeden, sözüme yanıt bekleyerek “baba” diye en son 18 yıl önce seslenmişim demek ki...
Anılarımda, benden bir buçuk yaş küçük kızkardeşimle birlikte babama aldığımız ilk “babalar günü” hediyesi, bir kitap.
Gazete bayilerinde satılan aşk kitaplarından. Hediyemizi verdiğimizde patlayan kahkahalarda bir tuhaflık hissetmiştik de, babamız o kadar mutlu ve gururlu sarılmıştı ki bize, en doğru hediyeyi seçtiğimize ikna olmuştuk hemen...
Bir başka babalar günü, bir başka hediye...
Sanırım yine aynı gazete bayiinden, bir sinek kovucu sprey. Hani şu vücuda sürüldüğünde her türlü haşereyi sizden uzak tutanlardan...
Yine aynı mutluluk ve gurur tablosu. En gerçek, en samimi gülüşlerle bezenmiş...
Babalık görevlerinin promosyonu: Karışma hakkı
Sonrası? Sanırım biz büyüdük, paramız arttı, hediyelerimizse “sıradanlaştı”.
Anne ve babamızın “bir öpücük yeter” yollu telkinleri ise nezdimizde ancak “teselli” statüsünde algılandı.
Ne de olsa öğreniyorduk, “babamıza sevgimizi anlatmanın” yolu “özel” hediyelerden geçerdi...
Henüz büyük alışveriş merkezleri açılmamıştı ama Kadıköy’de tüm vitrinler bizi “babamızı sevindirmeye” çağırırdı...
“Babasız kızlar” sınıfına geçiş yapınca, “babalar günü” de biçim değiştirdi tabii... Kızkardeşimle alışveriş maceralarımız yerini telefon başında geçirilen zamana bıraktı.
Yıllar boyunca amca ve enişteler aranıp babalar günü kutlandı...
Farklı bir kutlama biçimiydi, ama hüznü dağıtmaya yeterdi. Yalnız değildik, seviliyorduk, önemliydik...
Büyüyünce anladım ki, “babalık” görevlerini üstlenmenin promosyonu, hayatımıza dahil olma hakkıydı ve bu annem için sorumluluklarını paylaşmanın aracıydı. Yakınmayacağım, amcalarım da eniştelerim de hâlâ önemli sırdaşlarımdandır benim.
Masal masal içinde, masal gerçek içinde
Benim babalar günüm üç yıl önce kızımın doğumuyla değişti. Sevgilim“baba” olunca beni de bir telaş aldı...
Biliyordum, bir çiçek yeterdi ama yine de... Yıllar önce kaybettiğim büyüyü yeniden yakalamak için düştüm yollara vardım bir alışveriş merkezine.
Süslemelerle bir “düş bahçesi”ne dönüşen bu merkezde, beni çocukluk günlerimin “sonsuzluk” hissi bekledi. Yüzlerce insanla birlikte buyurgan çocuklara dönüştük, istedik, edindik, hak bildik; sihirli değneklerimiz ellerimizde.
Kredi kartımızla paranın maddiliğini ortadan kaldırdık, edinmek için bedel ödemek zorunda olmadığımız günlere geri döndük.
Hem bu masal ülkesinde satılan ürünler de büyülüydü: Yaşıyorlardı, bir ruhları – kişilikleri vardı. Hediyemizle babamızı neşeli, maceracı ya da sakin bir insana dönüştürebiliyor, maceralarla dolu ya da dingin ve mutluluk vaat eden bir hayat kurgulayabiliyorduk. Zaman ve gerçeklik algımızsa çoktan kaybolmuştu.
Ben yıllar sonra ilk kez bir babalar günü hediyesi almaktan mutlu, masala kapılmış giderken boşlukta kaybolan birileri daha vardı tabii; Endonezya’da açlıktan ölen çocuklar mesela...
Dünyada askeri harcamaların 10 yılda yüzde 45 arttığı, silahlanmaya harcanan paraların, açlıktan ölümlerin engellenmesi için gerekli olanın 31 katı olduğu bilgisi de babalar günü kutlamalarımız sırasında gözden kaçanlardandı...
Açlıkla, ölümle, silahlanmayla ilgilenmedik, ilgilenmiyoruz. Çünkü canımız sıkılıyor ve sıkıntıyla başa çıkabilmek için eğlenmeye, tasalarımızın gediğini yamamak için tüketmeye ihtiyacımız var.
Savurganlık ayinleriyle asıl savuşturmaya çalıştığımız yaşamımızdaki kıtlık ve kuraklık. Ve dünya “ışıklı vitrinler” üzerinden ikiye bölünüyor, vitrindekilere sahip olabilenlerle olamayanlar ayrışıyor. Birinciler sıcak, güzel ve dost yüzlü; diğerleri “öteki”, soğuk ve korkutucu.
Farklı bir babalar günü
Kızım bugün üç yaşında. Babasıyla sevgi dolu bir ilişki geliştirmek için ne babalar gününe ne de hediyelere ihtiyaç duyuyor.
Birlikte oyun oynuyor, tiyatroya - konsere gidiyor, çiçek büyütüyorlar. Bazen babasına resimler çiziyor kızım, bazen şarkı söylüyor. Bu senenin babalar günü sürprizi, okulda hazırladığı bir seramik anahtarlık.
Babasının beklentisi, kızımızla aralarına hiçbir reklamın, spotun ya da imajın girmediği gerçek bir ilişkiyi yürütebilmek.
Peki ya ben? Babamı hâlâ özlüyorum ve bugün onu en çok bize “dost” ve “düşman” yüzlerin arkasına bakmayı öğrettiği için seviyorum galiba...
Bizi önemseyerek başkalarını önemsemeyi öğrettiği için bir de...
Umudumsa, kızımızın da babasından “önemsenmeyi”, “önemsemeyi” ve “görünenin ardındakini merak etmeyi” öğrenmesi... (BB/EZÖ)