Her zamanki gibi erkenciyim. Sabah sayımı saat sekizde alınıyor.
Uyanamayanlar için, alt kattaki hoparlörden sayım yapılacağı anonsu yapılıyor.
Adli tutsaklar sayım sonrası öğlene kadar uyumak için yukarı çıkıyorlar.
Bizse, sayım zamanı genellikle kahvaltıda oluyoruz.
Kahvaltı sonrası günün nöbetçisi temizliğe başlıyor. Geri kalan bir kısmımız temizliğe yardım ederken, bazılarımız da ya yukarı çıkıp günlük çalışmasına başlıyor ya da sabah mahmurluğunu atmak için havalandırmaya çıkıyor.
Bu sabah canım hiçbir iş yapmak istemedi. En azından temizlik bitinceye ve koğuş sessizleşinceye kadar akşam başladığım kitabı okumak istedim.
Şubatın son haftasından beri, bazı istisnalar hariç; her cumartesi sabahı erkenden "Görülmüştür" damgalı yazımı yazmak için masamın başına geçiyorum.
Ve o günün önemli bir kısmını yazımı yazmak ve temize çekmekle geçiyor.
Ne yapalım?
Burada bırakalım bilgisayarı, en basitinden bir daktiloya bile izin vermiyorlar.
Gerekçeyi soracak olursanız!
Öyle uzun boylu bir gerekçe bulmak için mesai tüketmek gerekmiyor.
Zira bütün yasaları formüle edip alt alta dizerken, her bir maddeye ekledikleri "güvenlik sorunu" anında bütün gerekçe ihtiyacını karşılamaya yetiyor.
Hal böyle olunca kaleme kuvvet diyerek, bütün yazım işlerinizi elle yapıyorsunuz.
Her ne kadar dışarıda yazdan kalma sıcak sonbahar günleri sürse de bugünlerde duvarların ortasında sonbahar soğukları çoktan hâkimiyetini ilan etti.
Bu nedenle masa başında oturup çalışmak ile ranzada battaniye altında okumak ikileminde; çoğunlukla battaniye altı tercih ediliyor.
Bu sabah da erkenden yazmak yerine, Sargis Alemyan'ın Anıları'nı okumayı sürdürmek daha cazip geldi.
Tembellik yapmak istediğim bu tür durumlar da, bir irade koymasam şayet; elimdeki kitabın çekiciliği ile battaniye altında yakaladığım sıcaklığın yarattığı uyuşuklukla öğlen yemeğine kadar kalkmam.
Kendimi bildiğim için, sabah 10.00'da masaya geçmeliyim diye kendi kendime şart koydum.
Saatim onu gösterdiğinde de aldım kalemi kağıdı ve oturdum masama.
Neler yazayım diye düşünürken; mapusluk hallerinden birinde karar kıldım.
Duruşma sendromu dediğimiz şey; sadece duruşmaya gidecek kişiyi, aynı koğuşta kalanları etkileyen bir psikoloji değil.
Bazen sağlı-sollu komşu koğuşların hücrelerin sakinlerini başka hapishanelerdeki mektup arkadaşlarını da sarıp sarmalayabiliyor.
Geçmiş deneyimlerimden, dışarıda bekleyen olmanın, her duruşmada tahliye beklentisi yaşamaktan çok daha sıkıntılı olduğunu iyi biliyorum.
Bütün bekleyenler bilir ki; her duruşmada özgürce açılan bir kapı olduğu umudu vardır.
Ve bu duygu değişik düzeylerde de olsa, başta duruşması olan tutsak gelmek üzere, tüm koğuş sakinlerinin, dışarıda bekleyenlerin yüreklerine yerleşir.
D-6 koğuşunda üç hükümlü, dört tutuklu kadınız. Benim dışımdaki tutuklu arkadaşlar iddianame ve ilk duruşma tarihini bekliyorlar. Ol sebepten, benim üzerimden ilk duruşma sendromunu yaşıyorlar. Bundan olsa gerek ki, benden çok daha fazla heyecanlılar. Her fırsatta sözü illa ki duruşmaya getiriyorlar. Ha bire benim yerime şafak sayıyorlar...
Bense sevdiklerime kavuşma istek ve ihtimaliyle, özgürlüğü umut etsem de... Aklım her defasında frene basıyor ve ihtiyatlı olmamı söylüyor.
Eee! Beş koca yılı ardımda bıraktım. İnsan bunca zaman hiçbir maddi kanıta dayanılmaksızın boş yere tutsak kalınca!
Terörle Mücadele Yasası (TMY) gibi ucube yasalar sayesinde; her duruşma sonrası:
"...üzerlerine atılı suçu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular bulunması, suçun niteliği, delil durumu, tutuklanma tarihleri ve CMK 100. maddesindeki şartların devam etmesine binaen tutukluluk hallerinin devamına..." denilerek tutsaklığımın devamında karar kılan 10. Ağır Ceza Mahkemesi; bu defa da aynı ezberi tekrar edebilir.
Anlayacağınız yıllardır büyüttüğüm özlemlerimle, duygularınla-aklım arasında salınıp duruyorum.
Günlerdir dışarıda bir fırtına estiriliyor.
KCK operasyonu adı altında, yüzlerce BDP'li gözaltına alınarak tutuklanıyor...
Kürt siyasetçiler ve Kürt halkı üzerinde tam bir terör estiriliyor.
Bu saldırı dalgasında da her zamanki yöntemleri devrede.
Nasıl olsa TMY/ (Toplumla Mücadele Yasası!) bütün bu gözaltı ve tutuklama terörünün "yasal" dayanağını veriyor polise, jandarmaya, mahkemelere...
Beş yıl önce böyle bir saldırı dalgasıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştım(k)...
Şimdi bütün özgürlük-demokrasi güçleri için aynı yöntemi kullanıyorlar.
Ve bu gerçeğe rağmen, değişik zamanlarda benzer saldırılara maruz kalan yurtsever, devrimci hareket, TMY'yi tarihin çöplüğüne atmak için birlikte hareket etmenin, mücadele etmenin yollarını aramıyorlar.
Biliyorum dışarıda mücadele etmek için o kadar çok sorun var ki...
Güçlerin sınırlı oluşu, hatta var olan gücü harekete geçirmek de kolay değil.
Apolitizm en büyük baş belası.
Fakat başarmak için de birlikte iş yapmaktan başka yolu yok!
***
Her tutsağın özgürlüğe adıma attığı, hapishane kapısının önünde iki yol çıkarmış karşısına.
Biri yaşadıklarını bir daha yaşamamak adına düzene çıkarmış.
Diğeri de, nerede kalmıştık demeden hayatın içine dalmaya!
Doğrusu hapishanede ardımda bıraktığım yıllarda zamanı kovalamakla, ona yetişmekle geçti zamanım.
Eminim bu süreç dışarıda dört gözle yolumu bekleyen sevdiklerim bakımından hayli zor geçti.
Bakalım bu defa 13 Ekim'de ne olacak? !
Ya 14 Ekim'de kucaklaşacağız!
Ya da 15 Ekim Cumartesi sabahı yine bu masada, kalemime sarılıp; sizlere "Görülmüştür" damgalı 32. mektubumu yazıyor olacağım...
Ta ki, bir dahaki duruşmaya, yeni bir umutla bekleyişe kadar! (FE/HK)
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane, 8 Ekim 2011
** Desen: Semih Paroy (Mahsus Mahal'den)
bianet'in notu: Aralarında Füsun Erdoğan'ın da bulunduğu 12'si tutuklu 24 sanıklı MLKP davasında tahliye çıkmadı. Altıncı yılına giren dava 13 Şubat'a ertelendi.