Kemal Özer'i yitirdik. Her ne kadar üzerine bir düzine yazı yazmış isem de esasen ben bir Kemal Özer okuruydum. Herkesin bir şairi olur hayatta, başına bir iş geldiğinde, neşelendiğinde ya da öfkelendiğinde, eğer dili küfre meyyal değilse, şairi aklına gelir insanın ve ondan bir kaç dize... İşte gene öyle: Şair öldü ve "ağzımda kül tadı / bir yarayı öper gibi ağzım."
Oldukça zor ya, gene de tercih edeceğini sandığım yalın, açık ve anlaşılır bir veda yazısı yazmaya çalışacağım ardından. Yanılmıyorsam eğer -ki bunu bilmem olanaksız- tanıdığım Şair öyle yazılsın isterdi... Benim gibi sadık bir "okurun" sabırla, neden Kemal Özer'in elbette bir şair ama daha da fazla bir işçi sınıfı şairi olduğunu, ömrünü bu tür bir varoluşun ve hayatın tarihsel olanağını araştırma ve bizzat inşayla geçirdiğini, kanıtlarıyla göstermeyi görev bileceği de aynı ölçüde kuşkusuzdur.
İlk gençlik dönemimde yayınladığım -daha sonra kitaplaşan- çeşitli eleştiri yazılarında Kemal Özer şiirini anlamaya çalışmıştım.(**) Ardından da yapacağım bu, çünkü, 1973'te şiiri yeniden doğduğunda "Üzgünüm, insanın dağılan yüreğini / bir dizeyle birleştirmek için / bunca geç kaldığına şiirlerimin. / Ama övünüyorum gene de kardeşler, / kavgaya girmekte geciksem bile / yanınızda olacağım yaratırken zaferi." diye yazmıştı.
Çünkü, kavga sürüyor ve zaferi yarattığımızda, aramızda olacak, dimdik ayakta...
Yaşadığımız Günler
Kemal Özer, eleştirelliği tartışmalı bir şiir geleneğinden dönüşerek toplumsal kurtuluş davasına bağlanmış bir şairdi. Eserinin değeri zamanla daha da çok anlaşılacaktır. Bugün onun eserinin izini sürecek ve yeniden kurarak kendi özgünlüğüyle doldurabilecek bir genç akım maalesef belirmiş değil, kaybı benim ve -insanlığın kurtuluşu davasına adanmış- bizim için o nedenle de doldurulamaz bir boşluk yaratmıştır: Gittikçe daha fazla sermayenin yoğunlaşmasına sahne olan yayıncılık dünyasında, bu yoğunlaşmanın yarattığı kurumlar içindeki bir takım müdürlerin, iyice vasatlaşmış beğenilerini yansıtan edebiyat dergilerinde şiirlerini yayınlamak telaşındaki gençlerin "başka türlü bir şey" yapmaları elbette mümkün olmuyor.
Üstelik, toplumsal kaygılar, sınıf mücadelesinin herhangi bir biçimi içinde bilinçli olarak yer alma vd. "sanatçının kendiliğinden partili olma sendromu" gibi öncü davranışlar da -bazı örneklerde sürse de- bir genel eğilim olarak tarihe karıştı. O yüzden her şiir yıllığı birbirine daha çok benziyor. Sanatsal bilginin bir tür aşkınlık içerdiğine hiçbir zaman inanmış değilim, ama insan tekinin tasarım gücünün, imgesel ve simgesel düşünme düzeyinin, sanatsal faaliyet söz konusu olduğunda daha da göz kamaştırıcı hale geldiği apaçıktır. Tıpkı, hücre resmine bakarken, "Bir ağaç dalı bile dövüşür." diyebilen Kemal Özer'deki gibi...
Türk Şiiri
Bir kavram kullanacağım, "Türk Şiiri". Ben, bu kavramla, Türk dili ile yazılan ya da Türklerin yazdığı şiirden fazlasını kastediyorum: Türk ulusu, diğer geç modernleşen uluslar gibi icat edilmiş yeni bir ulustur. Modernleşme süreci, aynı zamanda ulusal bir inşa stratejisi ile örtüşür. (***) Benim Türk Şiiri derken kastettiğim, bu ulusal inşa sürecinde ve sonucunda açığa çıkan edebiyatın parçası olan şiirdir. Türk Şiiri, Türk Modernleşme sürecinin bir parçası ve sonucudur.
Baki, Nedim ya da Pir Sultan Abdal, başka bir tarihsel dönemin ve farklı toplumsal tabakalaşmanın ürünüdürler, inşa sürecinde kendilerine yapılan başvurular oranında Türk Şiirine bağlanırlar. Namık Kemal ve Tevfik Fikret ise Osmanlı Modernleşmesinin şairidirler; bu modernleşme Türk Modernleşmesini beslediği oranda Türk Şiirine bağlanırlar. Türk Şiirini uluslaşma sürecinin "dışında" ya da "ondan özerk" olarak düşünmek sadece ideolojik bir yanılgı değil, "ırkçı bir önyargı" olur.
Toplumcu Şiir
Türk Şiiri içinde gerçek ve köklü bir kopuş vardır: Nazım Hikmet. Nazım Hikmet şiiri, hem bu modernleşme sürecinin tarihsel -nesnel- ürünü, hem de biçim ve içerik olarak ötesidir. Demek ki, Türk Şiiri Nazım Hikmet'ten sonra iki temel kanala ayrılır; uluslaşma sürecinin parçası ve ürünü olanlarla, toplumu modern sınıflaşmalar temelinde algılayan şairler:
Uluslaşma sürecinin ürünü olmakla birlikte daha ileri bir toplumsal formasyona çağıran biçim ve içerikte şiirler yazan, Nazım Hikmet'in yarattığı devrimle Türk Şiirinde yasaklanmalarına rağmen dönem dönem ilk kanalın şairlerinden daha çok okunan toplumcular. Bu ayrım, dikkat edilirse, sıradan bir "ilericiler- mürteciler" ayrımı değildir. İlk kanal, Hececiler tarzı oyalanmalardan sonra Garip şiiriyle halklaşır; İkinci Yeni'yle içine kapanır. Toplumcu şiir ise, Nazım'la birlikte yasaklanır ve yer altına itilir. Kırklı yılların acılı kuşağının izini sürdüğü toplumcu damar, 1960'lı yıllarda Nazım'ın ezberlerdeki şiirlerine yenilerinin eklenmesiyle yeniden canlanır ve kendi içinde kanallara ayrılır.
Toplumcu Şiirin Kanalları
Nazım Hikmet'ten sonra, Can Yücel ve Atilla İlhan gibi nevi şahsına münhasır -ancak eserleri anonimleşmeye yatkın- şairler dışta tutulursa, benim tespit edebildiğim üç temel kanal vardır toplumcu şiirde; yerelleşme, destanlaşma ve güncelirizm... Yanlış adlandırmış olabilirim, verdiğim adların değişmez olduğunu öne sürmüyorum ama kanalları doğru tespit ettiğimi düşünüyorum. Yerelleşme, Ahmet Arif ve Enver Gökçe kanalına bulduğum addır.
Bu kanalın özelliği, yalnızca toplumcu şiirimize yerel söyleyişleri değil aynı zamanda kimi yerel -kapitalist üretim tarzına eklemlenmiş feodalizmin üstyapısal tezahürü olan- ahlaki, kültürel motifleri de taşımasıdır. Daha sonra Nihat Behram da bu kanala öykünür; Yaşar Miraç ise tam olarak bu kanalın içinde kalmaz, destanlaşma adını verdiğimiz kanalla bu kanalın arasında kalır. Destanlaşma Hasan Hüseyin şiirinin tipikleştirdiği toplumcu şiir damarının adıdır. Bu şiirde de yerel söyleyişler vardır ama duyarlılık artık kentlidir. Ben buna bir yazımda "şehirleşmiş yerellik ya da işçileşmiş köylülük" demiştim.
Güncelirizm ile de Kemal Özer şiirinin tipikleştirdiği kanalı kastediyorum. Ben daha önce Kemal Özer'in tipikleştirdiği kanala "evrenselleşme" demiştim. Kemal Özer üzerine olan çalışmamda bunun üzerine detaylıca durmuştum. Daha sonra, bu kanalın başka şairleri de olabileceği kanısına vardım ama bunun için hala kapsamlı bir çalışma yapamadığımdan o şairlerin ne kadar bu çizgi içinde değerlendirilebileceklerini ve ne kadar bu çizginin tipikleşmesine katkıda bulundukları üzerine özgül bir tezim yok. Ancak, Kemal Özer'in toplumcu şiirimizde "ayrı bir kanal" olduğu ve açtığı bana göre kesindir. 1999 yılında yayınlanan bir yazımda belirtiğimden beri bu kanalı Talat Sait Halman'ın doğru buluşuyla güncelirizm olarak adlandırmayı tercih ediyorum. Burada hem "evrenselleşme" ve hem de "güncelirizm"i aynı anlamda, Kemal Özer şiirinin tipikliğini nitelemek için kullanıyorum.
İkinci Yeni Dönemi
Türk Şiiri'nin uluslaşma sürecine tümüyle bağlanmış kanadı, Gariple girdiği serüveni İkinci Yeni ile sürdürdü. Burada uzunca değinme olanağım yok; İkinci Yeni, Garip'in inkarından ziyade devamıdır. Ataç'ın ikisine de ilgi göstermesi boşuna değil, ikisi de aynı kanalın sürdürücüsüdür. Ataç, daha öncede bir iki kez yazdığım gibi, toplumcu şiirin yeraltına itilmesinde katkısı olmuş, uluslaşma sürecine hizmet edecek akımları desteklemiş, bilinçli bir burjuva eleştirmenidir.
Kemal Özer şiire İkinci Yeni içinde başladı. İkinci Yeni şiiri benim beğeni alanımda değil. Bu konuda Bedrettin Cömert'in iyimser yorumlarını da benimsemediğimi söyleyebilirim. Cömert, Eleştiriye Beş Kala'da İkinci Yeni şiirinin toplumcu şiirin toplum düzleminde başlattığı sorgulamayı birey düzleminde sürdürdüğünü öne sürer. Halbuki bana göre, "İkinci Yeni kaçış şiiridir; tezsizdir, bir sorgulamaya girişemeyecek kadar anlamsıza yönelmiştir. Kelimeler çığrından çıkmış, savruk imgeler dizeleri kurmuş, şiir sayıklamaya dönüşmüştür." Felsefi bakımdan varoluşçuluktan etkilendikleri söylenebilir.
Suskunluk Dönemi
Kemal Özer şiiri İkinci Yeni içinde başladı ama benim Kemal Özer şiiri dediğim şiir ile İkinci Yeni Kemal Özer arasında on yılı aşkın bir suskunluk dönemi var. 1960'lı yılların görece demokratik ortamında, genel olarak İkinci Yeni şairleri, şiir biçemlerini bozmadan toplumcu içerikli şiirler yazmayı denediler. Bu şairler, İlhan Berk hariç, İkinci Yeni şiirine toplumcu içerik şırınga etme arayışını yetmişli yıllarda da sürdürdüler.
Bana göre de Cemal Süreya, Edip Cansever ve Turgut Uyar'ın bu dönemde yazdıkları toplumcu şiirleri vardır. Ama bir bütün olarak bu arayışın başarılı olduğu söylenemez. Cemal Süreya, her toplumcu mesajı şiirine içerme denemesinde Garip tadı verir; bu, hem İkinci Yeni'nin edebiyattaki Türk Modernleşme sürecinin devamı olduğunu hem de güçsüzlüğünü gösterir. Kemal Özer ise, İkinci Yeni biçimiyle toplumcu içerikli şiirler yazılamayacağını sezer. Bu yüzden, toplumcu fikirlerle tanışıp bu fikirleri benimsediği zaman şiirine ara verir. Aktaracağı yeni içeriğe uygun bir biçim aramaya başlar. Daha sonra Talat Sait Halman'ın güncelirizm olarak adlandıracağı, benim ise "evrenselleşmiş güncel" diye nitelediğim şiir biçimine yönelik denemeler yapar ve Kavganın Yüreği 1973 yılında gelir.
İkinci Yeni'den Kopuş ve Halkın Dostları
İkinci Yeni biçimiyle toplumcu şiirler yazılamayacağı açıktı. Bazı eleştirmenler, Halkın Dostları'nı buna örmek gösterirler. Halbuki Halkın Dostları, daha çok Ahmet Arif - Enver Gökçe etkisinin ürünüdür. Bunlar yaşayış olarak kentli/batılı, duyarlık olarak doğulu -metafizik- unsurlardı. Şiirde metafizik her zaman parlar. Örneğin Yahya Kemal ya da İkinci Yeni Sezai Karakoç. Ama toplumcu şairin sorunu, şiiri parlatmak değildir; toplumcu şiirler üretebilmektir.
Kemal Özer, gerçek bir şiir işçisidir, üstelik metafizik değil materyalisttir. Aşk ve insan gerçektir çünkü; umut ve özlem, yaşam ve ona bağlılık, kahramanlık ve fedakarlık gerçektir. Halkın Dostları'nın hepsini tek tek saymayacağım ama nereye ve ne şekilde gittikleri biliniyor. En iyi kalemleri olarak adından söz edilenlerden biri İslamcı, diğeri ise Kemalist olmuştur. Başka deyişle, Halkın Dostları şairleri, zaten toplumcu şiir içinde sürdürülemeyecek olan yerelleşme kanadının dönemin yükselen toplumsal muhalefetinin etkisiyle gelebileceği son aşama olarak toplumcu şiir içindeki tarihsel yerlerini almışlar ve sonra da sönümlenmişlerdir.
Yetmişli Yıllar
Yetmişli yıllar şiiri toplumcular açısından Kemal Özer şiiri dışında yeni bir kanalın çıkışına yataklık etmedi. Bu dönemde, toplumsal moral koşullar, devrimci bir iç savaşın yakıcılığında şekillenmişti ve böyle bir ortamın şiiri de, ancak Kemal Özer şiiri olabilirdi: umudun, sevdanın ve kavganın şiiri... Bunların gündelik heyecanlar olarak değil, tarihsel bağlılıklar olarak dinginleştiği toplumcu şiirler. Bu biçemi kaba bir partili sanat arayışıyla karikatürize edenler de olmuştur.
Ama genel olarak Türk Modernleşmesinin ürünü olan aydınlar Türk Dil Kurumu'na sığınmışlar ve yaşadıkları hayatın şiirini yazmaktan kaçınmışlardır. Bunlar ancak sermayenin "kültür" dergilerinde sayfa bulabildikleri oranda "şair"liğe devam ederler ama Cumhuriyet bağlaşığı aydın konumlarını da yitirmezler. Yeniden tarih sahnesine çıkışları da 12 Eylülden sonradır. Özellikle de Erol Simavi'nin Gösteri'si bunlara kucak açmıştır.
Seksen sonrası şiirine ise değinmek istemiyorum; içim kararıyor. Seksen sonrası, tek tek toplumcu şiirler yazılmıştır ama dönemin özelliklerini taşıyan bir toplumcu şiir geleneği ya da kanalı şekillenmemiştir. Bunun çeşitli nedenleri var; cezaevi dinamiğinin şiiri gerçek bir üretici olarak devam ettirememesi, toplumcu şairlerin egemen şiir pratiğine teslimiyeti, yenilgi buhranının yarattığı "budalaca yenilik merakı" gibi... Edebiyat Dostları'nın bana göre talihsiz serüveni de seksende bir sentezin, dönemin koşulları içinde şekillenen toplumcu bir şiir geleneğinin yaratılamamasına neden oldu; ama burada değinme olanağım bulunmuyor.
Güncelirizm
Kemal Özer'in toplam beş yapıtı üzerine daha önce ayrı ayrı yaptığım eleştirel incelemeler şiirini tipik kılan üç temel özelliği ayrıştırmamı sağladı: güncellik, evrensel sınıf duyarlılığı ve yalınlık. Bunların her biri ayrı bir incelemeyi gerekli kılacak nitelikler olmakla birlikte, ben bu niteliklere dair kısa açıklamalar yapacağım.
Güncellik, günlük olayların şiirleştirilmesi demek değildir. Güncellik, toplumcu şiirin üzerinde yükseldiği temellerdendir. Toplumcu şiir çağının tanığı olmaya çalışır. Bu anlamda bütün toplumcu şairler güncel şiirler yazmışlardır. Ama burada sözü edilen güncellik, o günkü o anki bir olayı, durumu tarihsel bütünlüğü içinde kurup olanaklı bir geleceğe bağlayan bir şiir bilincini ve bu bilinç üzerinde yükselen bir şiir duyarlılığını gösterir. Kemal Özer şirinin tipikleştirdiği budur. Evrenselleşmiş olan güncel ya da tarihsel tanıklık; Güncelirizm.
Kemal Özer, büyük bir işçilikle şiirini kurar; şiir mutfağını açtığı güncelerinde şiir yazmanın anlık bir şey olmadığını çalışmaya dayalı bir süreç, özcesi emek işi olduğunu gösterir. Ozanın şiirlerinde fazla bir dize hatta sözcük yoktur. Özellikle deha, ilham gibi kategorilerle konuşan estetik kuramlardan etkilenen genç şairler, şiirin ilhamla yazıldığı kanısındadırlar. Halbuki, şiir, ilhamla yazılmaz; bu, bir şiirin köşe taşları bazen bir anda, bir deneyimle, bir hisle, bir tanıklıkla kurulmaz anlamına gelmiyor elbette. Ama bu şiire dönüşecekse bir şairin emeğiyle işlenmesi gerekir. Şiirin olgunlaşıp bir şiir halinde okuyucuya sunulması gerçek bir çaba, çalışma sonucudur. Şairliğin bir yetenek olduğunu düşünen gençlere verilecek en iyi öğüttür bu; şiir, ancak çok çalışarak kazanılabilecek bir dünyadır. Şair, öncelikle bir dil işçisidir. Dilini iyi kullanmayı bilmelidir... Kemal Özer bir dil işçisidir. Şiirinde hiçbir sözcüğü çarçur etmez, her sözcük, güçlü bir imge düzeneğinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Kemal Özer şiiri, imgesel kuruluşunu yapıtın bütünselliği içinde sürdürür. Ozanın şiirindeki bütünsellik, bu yolla yapıtta da sürer.
Kemal Özer'deki güncellik gazete haberine bağlı değildir, tarihseldir. Güncellik, şiire onu toplumsallaştıracak bir nesne olurken, şaire bu nesneyi tarihselleştirecek bir toplumsal bildiriyi şiirleştirme imkanı verir. Güncellik, bazen doğrudan gazete haberlerinden alınan ilhamla, bazen daha doğrudan tutulan şiir-günceyle, bazen gezi notları olarak, bazen de sahne şiirleri tarzında, bazen bir resim altyazısı, bazen de Zonguldak Direnişi ya da Sivas Katliamı gibi tarihsel olayların şiirleştirilmesi olarak Kemal Özer şiirinde kendi özgül biçimini bulur.
İşçi Sınıfının Şairi
Kemal Özer şiiri, işçi sınıfının evrensel duyarlılığıyla yazılmıştır. Bu duyarlılık, ozanca bir bilgelik ve dinginlik içinde Kemal Özer şiiri içinde harlar durur. Kemal Özer şiiri, gündelik heyecanların, acıların, kavga coşkusunun, yani öfke ve sevincin belirtik duygular olarak sloganlaştığı şiirlerden değildir. Tarihselleşmiş bilincin dingin etkinliği olarak belirir bu tür duygular. Kemal Özer şiirinin tipikliği; gerçekliği, işçi sınıfının tarihsel bilinci içinde kurarak üretmesinden kaynaklanır. Ozan, kendisini yalnızca toplumsal kurtuluşçuluğun genel ilkeleriyle bağlı kılar, güncelliği bu temelde şiirleştirerek onu evrensele bağlar.
Bu çerçevede, örneğin son yapıtlarından Sevdalı Buluşma'da şair, her neden söz ederse etsin, dostları, sevdası, biz okurları, hepimiz, hem bir Sevdalı Buluşma'ya aday hem de "Emek kardeşliğinin rüzgarı bir daha alnımızdan eksilmesin" diye bu buluşmaya mecbur olduğumuzu söyler. Yaşadığımız günler içinde, bu buluşma, 1 Mayıs'tır, emeğimizi bu buluşmanın hizmetine sunmamızdır ama daha fazlası vardır; bu buluşmanın bir de adı vardır: İnsanlığın geleceğidir o, doğayla barışık özgürlük ve eşitlik toplumudur, ve o topluma kapıları açan insanlığın tarihsel eylemidir, bana göre Devrim'dir. Ben bunu anlıyorum.
Yalınlık
Kemal Özer şirinin önemli niteliklerinden biri de yalınlığıdır. Bu, her iki anlamda da şiirin yalınlığıdır: hem bir anlam örgütlenmesi olarak hem de bir anlam aktarım aracı olarak... Anlam örgütlenmesi olarak yalınlık, Della Volpe'ye göre, şiirsel söyleyişin kurulabilmesi için gerekir olandır, zorunlu şarttır.
Bana göre de eğer bir sanatsal bilgiden söz etmek kaçınılmaz ise, şiirin bir anlam örgütlenmesi olduğunun kabulü de kaçınılmazdır. Ama burada sadece bu anlamda yalınlıktan söz etmiyorum. Yalınlık, anlaşılırlığa ya da açık bir dili kullanmaya indirgenirse benim söylemek istediklerimi bütünüyle karşılamayacaktır. Kanımca yalınlık, bununla birlikte şairin ya da yazarın okuruyla kurduğu iletişim köprüsünün bir niteliğidir.
Yalın bir anlatım tarzı, örneğin ağdalı bir dil kullanmayarak değil söylediğini okuruna sanatsal bir imge düzeneği içinde aktaracak en dolaysız formu inşa ederek geliştirilebilir. Kemal Özer şiiri her iki anlamda da yalındır. Örneğin Sevdalı Buluşma'da yalınlık, o tek fotoğraf yoluyla sağlanır. O tek fotoğrafı kapakta gören okurun ilk tepkisi ne olur bilemiyorum, kendi inanışı nedeniyle "rahmetli" sıfatı ile anacağım Ahmet Kabaklı sağ olsaydı, herhalde, Kemal Özer iyice abarttı, şiirini Marksist eylemciliğin hizmetine koşmakla yetinmiyor, bir de kendi katıldığı eylemin fotoğrafını kitabının kapağına koyuyor derdi. Ancak Sevdalı Buluşma'yı okuyan okur, o fotoğrafın neden konduğunu kolaylıkla anlayacaktır; o fotoğraf, okuru yapıttaki anlam örgütlenmesinin içine çekmek için konmuştur, şiirin yalınlığının resmidir o.
Elbette yalındır derken, yoksuldur demiyorum; eksiktir hiç demiyorum, fazlasıyla bir şiirdir diyorum. Keza, soğuktur hiç demiyorum; ben çok ısındım Kemal Özer şiiriyle...
Eserleri
İkinci Yeni döneminde üç ayrı kitap yayınlamıştır: Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960) ve Tutsak Kan (1963).
Kavganın Yüreği (1973), Asım Bezirci'ye göre İkinci Yeni izleri taşır. Bana göre ise iyi bir sentezdir. Kemal Özer bu Asım Bezirci eleştirisinden etkilenmiş mi bilemiyorum ama ondan sonraki yapıtını tümüyle farklı bir içerikte, tam bir günce formunda yazar: Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974). Daha sonra TDK ödülünü de alan, bana göre de toplumcu şiirimizin en önemli yapıtlarından biri olan Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975) yayınlanır.
Bu yapıt, Kemal Özer şiirinin bütün tipikliğini taşır. Okuru saran güçlü bir söyleyişi vardır: İndirsin duvaklarını gelinlik kızlar / işte hazır sarmak için bunca yara / işte emeğin düşmanı, celladı tohumun / hesap sor karanlıktan, acıya alışma / dök ortaya gücünü, sıyrıl varsa kaygılarından / baskıyı boğ, zulme diren, şafağı savun. 1978'de Geceye Karşı Söylenmiştir'i yayınlar Kemal Özer. Bu yapıtta, Haliç adlı destansı bir şiir vardır.
Ozanın toplumcu duyarlılığının Haliç'e bakışıdır bu şiir: Haliç'i emekçi gözüyle, içinde yaşayan emekçilerle betimler. Egemenlerin Altın Boynuz'u değildir ozanın gördüğü, emekçilerin yoksunluğu ve değişime olan ihtiyaçlarıdır; devrimci rüzgardır. Kabarır: Anlıyoruz / durduramayacak Haliç'in akışını / ... /Durduramayacak anlıyoruz / akışını denize doğru / bakınca galata kulesi'nden / görünce yeniden yaratılmış / gün ışığını akşam olurken / yorgun yüzlerinde emekçilerin / görünce ışımaya hazır / çalışkan ellerinde yeniden." 12 Eylül askeri cuntası gelip, devrimci kalkışmayı bastırınca, ozana umudu hatırlatmak düşer. Kimlikleriniz Lütfen (1981) ve Araya Giren Görüntüler (1983) bu yılların ürünüdür.
Her iki yapıtta da Kemal Özer şiirinin artık iyice belirginleştiğini görürüz. Ozan, arayışını artık yeni biçemlere doğru değil, kendi biçeminin derinleştirilmesine doğru sürdürmektedir. Her iki yapıtta da "gezi şiirleri" vardır. Kimlikleriniz Lütfen'de Bir Uzunyol Sürücüsü, ilginç ve başarılı bir deneme olarak belirir. Araya Giren Görüntüler ise, ozanın toplumcu düşünme yetisinin gücünü, tarihsel sınıf bilinci ve duyarlılığı edinmiş bir aydın olduğunu açıkça gösterir. Ozanın her dizesi, yenilginin tarihsel bir son olmadığının altını çizer. Bunu cunta yıllarında yapar ozan...
Devamla, Sınırlamıyor Beni Sevda (1985) yayınlanır. Sınırlamıyor Beni Sevda, adından anlaşılacağı üzere Kemal Özer şiirini sürdürür. Ondan sonra gelen İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (1990) ise deneysel bir çalışmadır. Kemal Özer, daha önce de fotoğraf altı yazmayı denemiştir ama bu yapıtta, konu bütünlüğü içinde şiirine bir sergi gezdirir ozan. Bana göre başarılıdır. Bu çalışmayı Bir Adı Gurbet (1993) izler. Daha sonra, Oğulları Öldürülen Analar (1995) yayınlanır. Ozan, kendi biçemini "sahne şiirleri" biçiminde ileriye taşır.
Onların Sesleriyle Bir Kez Daha yayınlandığında yıl 1999'dur, bir kent -Zonguldak- ve ona adını veren sınıf bir şiir yapıtına seslerini verir: "Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde / susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar / diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla / yüreklerinin. (...) Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni / yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı, / yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent oldular sonunda / ve adını değiştirdiler ülkenin."
Son Çalışmaları
Her ikisi de masamın üzerinde duruyor: Sevdalı Buluşma (2005) ve Temmuz İçin Yaralı Semah (2008)... Temmuz İçin Yaralı Semah, Sivas Katliamını konu ediniyor. Yazılması yıllarca sürdü.
Sevdalı Buluşma ise, iki ana bölümden oluşuyor. İlki, kitaba da adını veren bölüm, Sevdalı Buluşma. İkincisi, İki Kişilik Portre. İlk bölümün her şiiri günümüze tanıklık eder.
Işığın Nabzı şiiri, umudu yitirmeden bugün de süren yaşadığımız hak ihallerini konu edinir; O Halde şiiri, Kürt Sorunu üzerinedir; Seçim şiiri sosyalist solun son dönem birleşik seçim taktikleri üzerine şairin gözlemlerini içerir; Canlı Siper şiirinde, ABD öncülüğünde yeniden açılan emperyalist açık işgal çağı görünür kılınır ve şair, insanlığı bir kez daha emperyalist işgallere karşı barış hareketine çağırır, "Biz de zincir örmeliyiz, her halkası / bu sevdalı buluşmanın direnciyle yenilenen / Bir zincir, tetikten geri çekene değin o parmağı / o gemiyi boşaltana değin alevli yükünden"; Tecritten Gelen Mektup şiiri, cezaevlerindeki tecrit ve tretman uygulamaları ile doruğa ulaşan hak ihlallerine karşı tepki duymaya, direnmeye çağırır, "Öyleyse yetmiyor sevgilim aşmaya bu tecriti / yine şiirde kalıyor şiirle haykırdığımız / Bir sevdalı buluşmada mayalayıp tepkimizi / öyleyse biz kendimiz bir çığlık olmalıyız"; son şiir Fotoğraf, hem bütün bu izlekleri harmanlar hem de kitabı, öyle ki, kitabın kapağında bir fotoğraf vardır, şairin ve sevdiğinin fotoğrafı ve kitabın ikinci bölümü onlar üzerinedir, İki Kişilik Portre. Burada anlatmakta güçlük çekiyorum, bir kitap var elinizde, bir şiir kitabı bu, kapağında bir fotoğraf şair ve sevdiğinin bir eylem fotoğrafı, bir 1 Mayıs eylemi bu, ama bu fotoğraf sadece kapakta yok, kitabın ilk bölümünü ikincisine bağlayan şiir aynı zamanda ve aynı zamanda ikinci bölümde de başlı başına bir şiir:
İlk 1 Mayıs, "Biz de tanıştık o coşkuyla, ilk kez ve birlikte / 1 Mayıs yürüyüşüne katıldığımız gün, sen / sebahattin ali'yi tutarak elinde, ben asım bezirci'yi". Tasarlanmamış, ustaca kurgulanmamış ne tek bir dize var ne de tek bir sözcük, ve kitaptaki tek fotoğraf da buna dahil. Benim için daha önemlisi şu ki, Sevdalı Buluşma bölümünü bitiren Fotoğraf şiiri, bu bölümün ilk şiirine Yarına Selâm'a doğrudan gönderme yapıyor ve diyor ki bu fotoğrafta, "ona bakan yalnız bizi değil, bizde ışıyan o yıldızı görsün". O yıldız, "yarına bir selâm, kızıllığı yıllar sonra da ışıyacak yıldız"dır.
Taslak halinde nice şiirin masasında durduğuna eminim; üzerinde çalışmasını son ana kadar sürdürdüğüne de...
Ardından...
"Ne ise geride kalanlara esinlediğin / kuruyup tükenecek değil bağrımızda, / ister bir dağın doruğunda düşüp kal / ister dört duvar arsı bir avluda / nerde öldüysen yetişecek oraya / her adımda biraz daha çoğalarak. / Gözlerin açık gitmesin."(****)
İşçi sınıfımızın ve ezilenlerin sesini, yürüyüşlerinin yankısını dizelere nakşeden güzel Türkçe'mizin şiir ustasını, Kemal Özer'i, ardından saygıyla selamlıyorum.
Ayağa kalkın efendiler!(MBM/EÜ)
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Kavganın Yüreği'nden... Ozan'ı yitirmenin yarattığı "o telaş" içinde, eski yazılarımdan ve yaptığım sunuşlardan derlenmiş bir yazı bu.
(**) Mustafa Bayram Mısır, Toplumcu Şiirimizde Bir Kanal: Kemal Özer, Yordam Yay, 1996.
(***) Bu konuda daha geniş açıklamalar için İnsancıl'daki incelemelerime başvurulabilir: "Türk Modernleşmesi ve Toplumcu Edebiyat", "Türk Modernleşmesi Üzerine Notlar" vd. Bazıları, Demode Denemeler, Kül Yay., 2004, Ankara içinde yer alıyor.
(****) Kemal Özer, Vurulan Bir Savaşçının Ardından. Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya içinde...