Hannah Arendt, umutla karamsarlığın, bezginlik ile yeniden başlayabilme heyecanının bir arada yaşandığı siyasal ve toplumsal çalkantılarla dolu uzun 20. yüzyılın en kıymetli ve ufuk açıcı kalemlerinden biri şüphesiz.
Kadim Yunan'dan modern çağa 'insan'a ve 'politik olan'a dair süregelen ve de elbette kimi zaman dönemin rüzgârına göre yön değiştiren, yenileri eklenen temel soruları ve meseleleri, alışagelmedik bir üslup ve hiçbir kategoriye sığmayan geniş yorumlama ve tahlil etme kudreti ile "anlama"ya çalışan, birlikte düşünmeye inanan "dünya aşkı" ile dolu bir siyaset teorisyeni.
Prof. Dr. Fatmagül Berktay'ın Dünyayı Bugünde Sevmek adlı yeni kitabı, böylesine bir ismin politika tasavvurunu ve ondan mülhem "sahici politika"nın ve kamusal etkileşim ile sorumluluğun önemini analiz eden çok değerli bir referans kaynağı.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde uzun yıllardır Siyaset Teorisi ve Siyasi Düşünceler Tarihi dersleri veren Berktay, özellikle doktora derslerinde Hannah Arendt'i bizlere, eski doktora öğrencilerine tanıttı ve sevdirdi; şimdi sırada akademia içinden ve dışından yeni öğrenciler var.
Kişisel tarihimde Arendt okuma maceram Fatmagül hocanın sayesinde bundan yaklaşık dokuz sene öncesine kadar uzanır. O yıllarda Hannah Arendt, benim ve birçok arkadaşım için keşfi oldukça meşakkatli ama aynı zamanda zihnimizdeki karamsarlık bulutlarını dağıtan cazip bir kaynaktı.
Sonrasında kendi derslerimde başvurduğum referanslardan biri oldu. Hal böyleyken Dünyayı Bugünde Sevmek benim için özgül ve müstakil bir öneme sahip.
Eminim, Fatmagül Berktay'ın bu kitabı ile Türkçe literatürde halen hakkında sınırlı bilgi ve çalışma olan Hannah Arendt yeni okuyuculara, siyaset talebelerine ulaşacak, merak uyandıracak ve üzerine yeni çalışmalar filizlenecek.
Fatmagül Berktay'ı Hannah Arendt üzerine düşünmeye ve yazmaya iten neydi sorusuna yanıt bulmak, Dünyayı Bugünde Sevmek'i anlamak için uygun bir başlangıç noktası kanımca.
Dönüştürücü politika olanakları üzerinden düşünmek ve "başka türlü olabilecek olanı" tasavvur etmek, bunu yaparken de insanın eyleme ve söz söyleme potansiyeline güvenmek, yazarı ve Arendt'i ortak bir zeminde buluşturuyor.
Ben bu noktada Berktay'ın şu veciz ve içten sözlerinin çok aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum:
"Neyi okuduğumuz kadar neyi aktarmayı seçtiğimiz de kuşkusuz tarihsel geçmişimiz ve bugünümüzle çerçeveli. Anlamak, dışsal gözleme dayanan açıklamanın aksine, yaşanmış deneyime dayanır. Sonuç olarak benim Arendt okumam da kendi içinde yaşadığım toplumun sorunlarından kaynaklanan kaygılarımın, entelektüel birikimimin, yaşam deneyimlerimin ve bunların zihnimdeki izdüşümlerinin sınırlamalarını taşıyor.
''Her türlü koşullanmışlığımla, olduğum insan olarak okuma ve anlama çabamı... Ben de Robert Fine gibi "anlamak ediminin bizatihi endoktrinasyona ve kayıtsız şartsız itaate direnen bir şey" olduğuna inanıyorum. Ve kendimle birlikte okuru da "anlama"ya çağırıyorum. Dolayısıyla elinizdeki kitap 'benim Hannah Arendt'imi' yansıtıyor, ele aldığım temalar kadar dışarıda bıraktıklarımla..."
Bu satırlardan hareketle kitabın bölümlerini oluşturan ana başlıkların ve kavramların haritası da ortaya çıkıyor.
Dünyayı Bugünde Sevmek başlığı, hem Arendt'i hem de kitabın ruhunu anlatma bağlamında çok açıklayıcı bir niteliğe haiz.
Zira Hannah Arendt'i çağının birçok düşünüründen ayıran en temel niteliklerinden biri Fatmagül Berktay'ın ifadesiyle onun daima "dünyadan yana ve onun için" tavır almasıdır. Her doğumu bir başlangıç olarak görmesi de bunun en güzel kanıtlarından biridir.
Çoğulluğun, insan ilişkiselliğin, eylemliliğin ve bu özellikleriyle Arendt'in politikasının neşet ettiği uzam olarak "dünya", aynı zamanda hepimiz için ortak sorumluluk konusudur; bir başka deyişle "ona özen gösterme mükellefiyeti" bize ait birşeydir.
Dünyadan yüz çevirmemek, çoğulluğun yasa olduğu dünyaya minnet duymak, politik eylemi onun çağrılarına yanıt verecek şekilde dönüştürür. Geçmişi inkâr ya da onu ihya etme gibi bir hedefin peşinde koşmaz Arendt. İyi bir geleceğin hayaline sığınarak eylememeye de bir köşeye geçip buyurmaya da karşıdır şüphesiz.
Fatmagül Berktay'ın yazdığı gibi Hannah Arendt "içinde yaşadığı dönemi düşüncede yakalamak" arzusundadır.
Fatmagül Berktay kitabında Arendt düşüncesiyle yolculuğa giriş niteliğindeki "benim Hannah Arendt'im" sonrasında "politika: bir özgürlük vaadi" adlı bölümle başlıyor.
Arendt'in perspektifinden bireylerin birbirleriyle etkileşim içinde eyleyerek inşa ettiği özgürlük ve çoğulluk uzamı olarak kamusal alan kavramsallaştırması ve politika ilişkisi bu bölümün hareket noktası. Arendt'in her biri biricik yurttaşların eşit konumda birbiriyle karşılaştıkları ve şiddetten uzak bir biçimde yeni ilişkiler kurdukları kamusal alanlarda özgürlüğün tezahür edeceğine dair duyduğu inanç, çoğu zaman bir metafor olarak da kullandığı Kadim Yunan'a göndermelerle ele alınıyor.
"Kamusal insan" ve kamusal alanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zaman aralığının sadece totaliter rejimlerle sınırlı olmadığını düşündüğümüzde bu tartışma daha da hayati bir kimliğe bürünüyor.
Berktay, tefekkür ile eylem arasındaki bağın kopartılmasını eleştiren Hannah Arendt'in eylem ve özgürlük kavramlarının içini nasıl doldurduğunu anlatıyor. Elbette bu eksende Arendt'in emek, iş ve eylem'i birbirinden nasıl ayırdığını analiz ediyor. Eylemin öngörülmezliğinin ve farklılık içinde özgürleşmenin başka bir dünya tahayyül etmek için bize perspektif sunduğunu ifade ediyor ve ekliyor:
"Farklı bir dünya tahayyülü idealar evreninden yeryüzüne düşmüş bir şey değil, içinde yaşadığımız dünyada var olan ama henüz gerçeğe dönüşmemiş olasılıklardan ve insani potansiyellerden türetilir; bugünün "ütopyası" yarının hakikatidir."
Berktay'ın Dünyayı Bugünde Sevmek içinde yer verdiği bir diğer başlık ise "totalitarizmin paradigması olarak toplama kampları".
Totaliter rejimlerin yıkımlarına tanıklık eden Arendt'in totalitarizmi sınıfların ve ulus-devletlerin çökmesi ile irtifa kazanan kitle toplumunun bir ürünü olarak gördüğünü biliyoruz.
Bu başlık altında Fatmagül Berktay, Arendt'in çığır açan totalitarizm çözümlemesine ve eleştirilerine, totalitarizmin kamusal alanı ve politikayı berhava eden yönlerine ve insan doğasını değiştirme çabasına yer veriyor.
Toplama kamplarında hukuki ve ahlâki kimliği ve nihayetinde bireyselliği yok edilerek biyolojik varlığa indirgenmek istenen bireyler ve bu bireylerin ellerinden kendi ölümlerine sahip olma hakkının dahi alınmasının yansımaları Berktay'ın bu bölümde değindiği temalardan sadece birkaçı.
Bu satırlar "zamanımızın tehlikeleri: ideoloji, yalan, hakikat" adlı bir sonraki bölüm ile birlikte okunduğunda okuyucuya meselenin sadece Nazizim ile sınırlı olmadığı, bugüne dair bizi bekleyen tehlikelerin de var olduğu gerçeğini anımsatıyor.
Kitabın ilginç bölümlerinden bir diğeri ise "kadınların Arendt'i". Türkiye'deki feminist literatürün gelişmesinde çok değerli katkıları olan Fatmagül Berktay'ın kaleminden Arendt'i ve Arendt'e yöneltilen feminist eleştirilerin çözümlenmesini okumak bir başka keyif.
Arendt belki hiçbir zaman kendini feminist olarak görmemiştir ancak kadın hareketinin mücadelesinden elbette haberdardır. Bilindiği üzere Hannah Arendt, kamusal ve özel alan arasında net ayrımı muhafaza eden bir düşünürdür.
Bu özelliğiyle 1970'li yıllarda "özel alan politiktir" şiarı üzerinden kurulu düzene meydan okuyan feministlerin ilk başta tepkisini çekmiştir. Hatta kimi yazarlar, Berktay'ın tespit ettiği üzere Arendt'in kamusal/özel alan ayrımının oldukça yüzeysel bir okumasını yaparak onu "cinsiyetlendirilmiş kamusal alanı" savunmakla itham etmişlerdir.
Ancak Arendt'in düşüncesine daha derinden nüfuz edildiğinde onun siyaset kavramsallaştırmasının feminist hareket için de önemli referanslara sahip olduğu fark edilebilir; bugün keşfedilen de budur zaten.
Fatmagül Berktay'ın dediği gibi "artık Arendt'in yapıtı tam da böyle bir proje açısından yararlanılan ve özel/kamusal ayrımını totaliter eğilimlere karşı koruyucu işlevinin daha fazla farkına varılan bir okumaya tabi tutuluyor.
Üstelik en çok eleştirilen kamusal alan kavramsallaştırmasının liberal ve cumhuriyetçi paradigmaların ötesine geçerek feminizm için anlam taşıyacak biçimde yurttaşlığın yeniden tanımlanması, politikanın ve iktidarın dönüştürülmesi açısından olanaklar sunduğu tespit ediliyor".
Peki, farklılığımızla özgürleşmek mümkün mü? Şiddetten arınmış bir politika mümkün mü? İktidar tahakküm yerine "birlikte eylemek" gibi olumlu bir kavramsallaştırmaya evirilebilir mi? Aynılaştırmadan, "özcülük"e kapılmadan, "mutlak hakikat" peşinde koşmadan beraber mücadele edilebilinir mi?
Bu sorular ve daha nicesine yanıtlar aramak için Dünyayı Bugünde Sevmek'i, yine Berktay'ın Politikanın Çağrısı ile beraber okumak gerek...
Öyle ki; Fatmagül Berktay'ın Dünyayı Bugünde Sevmek'i, siyasetin tümden "teknik" bir meseleye çevrilmek istendiği, demokrasinin formalist ve bürokratik bir krize girdiği, insanın politik eyleminin "oy verme" rutinine indirgenmek istendiği bir dünyada okuyucuyu "sahici politika"ya, eylemin ve sözün dönüştürücü gücüne davet ediyor.
Birlikte düşünmek, tartışmak, eylemek ve dünyayı bugünde sevmek, ona ihtimam göstermek için...
* Fatmagül Berktay, Dünyayı Bugünde Sevmek: Hannah Arendt'in Politika Anlayışı, Metis Yayınları, İstanbul, 2012
** Yrd. Doç. Güven Gürkan Öztan, İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi