Ada'nın tüm plajlarına denize çıplak girmenin yasak olduğunu belirten gıcır gıcır tabelalar dikilmişti. 20 seneyi aşkın bir süredir turistin tatillerini geçirdiği Ege’nin ortasındaki kayalık adada çıplaklık bilhassa hippi döneminin yadigârı olarak uzun yıllar problem teşkil etmemiş, Yunanistan’ın muhafazakârlık hezeyanları tekrar baş gösterince tukaka olmuştu.
Tamam, Yunanca ve İngilizce yazılı tabelalarda çıplaklık dışında malum işaretlerle çadır kurmanın da yasak olduğu belirtiliyor, sahili temiz bırakmak gerektiği de ayrıca hatırlatılıyordu. Nüfusu takriben 500 kişiden oluşan fazlasıyla rüzgârlı adanın küçücük belediyesi sanki yememiş içmemiş, her bir sahilin adının yazılı olduğu, sahile özel tabela üretmeyi bile ihmal etmemişti.
Genel turist güruhunun ismini bile duymadığı adeta lanetli ada komşunun Osmanlı’dan bağımsızlık savaşı sırasında eşine az rastlanan bir cesaret destanı yazmıştı; dolayısıyla her sene yapılan sansasyonel anma töreni dışında, bir avuç kalmış ahalisi tarafından da terk edilmesin diye tahsis edilen muhtelif devlet ödenekleri belli ki adaya nezih bir imaj kazandırmak için hoyratça harcanıyordu.
(Yunanistan halkının Naziler’e karşı gerçekleştirdiği, aslında daha taze mukavemet şahikası diğer destanın kahramanlarını, yani gerilla veya partizan adıyla betimlenenleri layıkıyla anmak hâlâ birilerinin işine gelmediği için daima ikinci planda kalır ya, neyse…)

Çıplaklık yasak !
Derken Ada'nın müdavimi anarşist ruhlu turistin kiraladığı sayfiye evinin manzarasına halel getiren sözkonusu tabelalardan biri günün birinde direğinden koparcasına zedelendi. Fakat malzeme o kadar sağlam, yerleştirme o kadar güçlüydü ki, aşırı rüzgâra rağmen tabela uçup gitmemek için direndikçe sessiz koyda direnen teneke sesinin hâkimiyeti bir Spaghetti Weastern’e evriliyordu.
Derken evin sahibi vaziyetin farkına vardı ve ertesi gün, sabahın köründe belediyenin ilgili yetkili memuru sahile gelip tabelayı biraz yamulmuş olmasına rağmen eskisinden sağlam şekilde tamir etti. Çöp bırakanlara, kampçılara ve bilhassa çıplaklara tüm adada olduğu gibi sözkonusu koyda da fanatik şekilde tahammül edilmemeye devam edilebilecekti.
Aradan birkaç hafta geçtikten sonra küçücük bakkalda iki köylü kadın ve malum turist sohbet ediyorlardı. Kadınlardan 70 yaşını aşmış olan dükkân sahibesi gayet sevecenken, 40’lı yaşlarındaki kıvırcık kızıl saçlı müşteri kadın mevzubahis turiste alakayla yaklaşmakla beraber şüpheciliği de elden bırakmıyordu.
“Dün sahilde çırılçıplak bir adam gördük!” dedi. Yarası olan gocunur lafını doğrularcasına turist dün o koyda olmadığını sölerken çıplağın kendisi olmadığını tipine o anda yakından ve dikkatlice bakarak teyit edebileceğini belirtti. Kadın teatral bir tavır takınarak başını eliyle yana doğru çevirmek suretiyle gözlerini kaçırdı ve sahildeki adamı kastederek, adeta tiksintiyle, “Bakamadım ki!” dedi.

Vücudumuzdan niye utanalım ki?
Derken tam o anda rutubet kokulu, küçücük ve karanlık dükkâna Amazon kadınlarını andıran, bu sefer 30’larında bir kadın daha daldı ve “Çıplaklıktan niye o kadar korkuyorsunuz ki?” diye yüksek sesle muhabbete anında müdahale etti. Aslında dahil olduğu konuşma cilveleşme de sayılırdı, fakat boylu poslu kadını kimse durduramıyordu. Buyurgan tavrını sürdürerek “Siz hiç çıplak vücut görmediniz mi?” diye sordu.
Adaya bir süre önce Arnavutluk’tan gelip yerleşmiş bir ailenin kızı olduğu için belli ki adanın riyakâr muhafazakârlarından çok çekmişti ve dedikodularından fazlasıyla muzdaripti.
“Nesi kötü çıplak vücut görmenin?”
Laik devlet sisteminden nasibini alamamış Yunanistan’da her daim ön planda olan dinî otorite temsilcilerinin, aslında çıplaklık ve erotizm hususunda dünyaya misal oluşturmuş nadide coğrafyayı kısırlaştırmaya katkıda bulunduğu kesindi. Acaba Arnavutluk’un daha Kuzey’de ve daha Batı’da olmasının kerametiyle, Miçotakis’in küflü ve paranoyak rejimi altında ezilen Yunanistan tüm dünyadaki trende uygun olarak daha gerici bir memleket haline gelip zihin açıklığı açısından küçük komşusunun gerisinde mi kalmıştı?

Sanatsever Paşa
İmparatorluğunun son dönemlerinde Osmanlı’nın ise Avrupa’ya göre geride kalmak istemediği kesindi.
Devlet adamı ve diplomat Halil Şerif Paşa erotik tablolar koleksiyonuna bir yenisini katmak üzere Gustave Courbet adlı Fransız ressama sipariş vermiş ve ortaya "Dünyanın Kökeni (L’Origine du monde)" resmi çıkmış. Sereserpe uzanmış bir kadının vulvasını ön plana çıkaran tablonu hala kimliği tartışılan modeli, kimilerine göre Halil Paşa’nın metreslerinden ya Paris operası eski dançılarından Constance Quéniaux’ydu ya da metresliği meslek olarak sürdürdüğü iddia edilen Paşa’nın bir diğer gözdesi Marie-Anne Detourbay idi. Lakin kesin olan bir şey varsa, o da mevzubahis tablonun yalnız resmedildiği yıllarla kısıtlı kalmamak üzere, hakkındaki münakaşaları ve skandal üretme kapasitesini üçüncü bir asra taşımış olması.
Daha geçen sene kadın performans sanatçısı Deborah De Robertis tarafından yönlendirilen iki kadın aktivist, Pompidou-Metz’de sergilenen resmin büyük bir kısmını kırmızı boyayla ME TOO yazarak örtmüşlerdi. Bunun sebebinin vulvayı sansürlemeye yönelik bir hareket olduğu sanılmasın. Anarşist jest, sanat dünyasındaki erkeklerin ve bilhassa tablonun yer aldığı serginin küratörü Bernard Marcadé’nin avcı ve sömürücü tavrına yönelik bir protestoydu.
Almanya doğumlu Taner Ceylan’ın resme yeni bir boyut katan 1879 adlı manidar tablosunu da unutmamakta fayda var.

Vulva korkutuyor mu?
Halen devam etmekte olan 82. Venedik film festivalinde yer alan "Dünyanın Kökeni (El origen del mundo/The origin of the world)" adlı kısa filmin kadınlardan müteşekkil kadrosu işi biraz daha da ileriye götürerek seyirciyi takriben 11 dakika boyunca canlı bir mankenin vulvasıyla karşı karşıya bırakıyor.
Kadın vücudunun bilhassa bazı organları gün geçtikçe özgürleşirken vulvanın tabu olmayı sürdürdüğü insanlık medeniyetine inat, tablonun bileşenleri aynen oluşturulmuş, en tabii ve cömert haliyle bir vulvaya sabit olarak bakmamız sağlanmış.
Filmin yönetmeni Jazmin Lopez başta olmak üzere ekibin sesini muhtelif yorumlar yaparken duyuyor, tablodaki meçhul modelin yerine geçen, bir memesini kısmen gördüğümüz Leila’nın ise derin nefes alıp verişlerini dinlerken karnının usulca yükselip alçalışını izliyoruz.
2025 Arjantin yapımı, takriben 12 dakikalık filmin çekirdek ekibi resmin yaratılış süreci hakkındaki spekülasyonlara yenilerini katıyor, tablonun düşünür Lacan’ın oyuncağı haline geldiği dönemlere nispeten geniş zaman ayırıyor.
Lopez’in resme, çizildiği erkek egemen dönemden farklı bir perde arkası boyutu katmak istediğini de duyuyoruz. Zaten çekim sona erdiğinde yüzünü asla görmediğimiz Leila usulca yataktan kalkıyor, “Bir bardak su ister misin?” sualine “Mate isterim” diye cevap veriyor ve kadınların hâkimiyetindeki çekim esnasında ne kadar rahat ettiğini açıklıyor.

Sansüre geçit yok
Fakat film ekibi anladığım kadarıyla memleketlerinin başındaki “başıbozuk” kılıklı devlet başkan Javier Milei’den o kadar muzdarip olmuş ki Courbet’nin sansasyonel eseri Dünyanın Kökeni görüntüsüne google aramalarında artık sansürlü şekilde ulaşıldığını ifade ediyorlar. Hatta filmin tanıtım sayfasında mankenin meşhur tablodaki olası yüzü var. Tabii ki muhafazakârlaşmış piyasada dışlanma, hatta sansüre uğrama ihtimalini gözetmeleri anlaşılır, ne de olsa Facebook’un mazisinde “skandal” resim birçok kullanıcının en azından bir süreliğine engellenmesine sebep olmuştu.
Bianet’te yayınlanan bir yazıda resmi resmen gördüğümü hatırladığımdan hemen kontrol ettim ve ayrıca Dünyanın kökeni’nin görüntüsüne google’da hâlâ sansürsüzce ulaşılabildiğini gördüm.
Lakin yaptığım küçük araştırmada ressam Courbet hakkında Vikipedi’nin Türkçe sayfası aktif olmasına rağmen “tehlikeli” tablonun kendisine ayrılmış hususi bir sayfaya rastlayamadım.
Wikipedia’nın 48 ayrı dilde malumat versiyonu olan mevzubahis tablonun bir Osmanlı Paşası tarafından ısmarlanmış ve dünya kültürüne kazandırılmış olması çağdaş Türkiye’de tercih edilen bir mevzu değilmiş gibi duruyor.
(RL/EMK)







