“Dünyanın en güzel çiçeği”, “dünyanın en hoş kokusu”, “dünyanın en iyi insanı” gibi ifadeler, söyleyenin biricik dünyasına dair gerçeklikler oldukları için, doğruluğundan şüphe edilemeyecek ifadelerdir. Elbette ki, “hayır o değil, dünyanın en güzel çiçeği bu” diyenin sözünün doğruluğundan da şüphe edilemez. Mazlum Doğan* dünyanın en güzel arkadaşı, en iyi dostuydu; şüphesi olanları şüpheleriyle baş başa bırakalım.
Mazlum otuz iki yıldır, Mazgirt’e bağlı Goman Köyü’nün Seyidan Mezrası’nda, otuz dört yıldır orada olan civanmert kardeşi Delil’le** yan yana yatıyor. Mezarlar, eski evlerinin az üzerinde yeni yapılmış evin karşısında, bir meyve bahçesinin içinde, başuçlarında sadece isimleri ve doğum-ölüm tarihlerinin yazılı olduğu iki siyah taşla, ayakuçlarında, göklere yükselmiş iki kavak ağacının arasında. Mütevazı mezarlarını çevreleyen kimi yerlerinden çatlamış mermerlerin ayakucu kısmında, içi hiç boş bırakılmayan oyuktan arılar, kuşlar su içiyor. Seyidan’ın altından akan dere kurumuş. Dersim dağlarını bir HES cehennemine çevirmek isteyenlerin zulmünden ilk pay arılara, tilkilere, sincaplara, yaban domuzlarına, geyiklere, kuşlara düşmüş.
Mazlum her ne kadar geleneği reddetmiş olsa da, bir seyid ailesinden geliyor. Baba Mansur Ocağı’ndan bir seyid olan babaları Kâzım, sabah kahvaltısında, “Su yok” diyor, “dere de kurudu, kuşlara su koyun.” Anneleri Kebire’nin, balkondaki sohbetler sırasında sessizce söylediği Kürtçe türküler oğullarına ağıt mıydı yoksa Dersim coğrafyasının, bugün Haydar Karataş’tan öğrendiğim ünlü aşk türküsü Çaye Berbena (Neden Ağlarsın) gibi geleneksel türkülerden biri mi, soramadım, utandım sormaya.
Meyve bahçesinin, mezarların bulunduğu üst köşesindeki çitin hemen dibinde, sık sık ziyarete gelenlerin mum yaktığı bir köşe var; mumlar bazen mezarların üzerine de bırakılıyor. Hava kararınca, iki mezarın üzerine yerleştirilmiş solar lambalardan iki küçük ışık parlıyor; kendine göre kuvvetli, beyaz bir ışık saçan iki küçük ateş böceği gibi.
Karşıda, kuş uçuşu bin metre ya var ya yok tepede, gündüzleri iki gri kule, geceleri üçü sarı üçü beyaz parlak ışıklarıyla görünen kalekol; sanki iki küçük mezarı gözlemek için kurulmuş; ama gece yıldızlar neredeyse yeryüzüne indiğinde, insanın gözü durmadan kayan yıldızlarla bahçedeki ateş böceklerine takılıyor.
Mazlum Karakoçan’da doğmuş; ölümünden otuz iki yıl sonra, Karakoçan Belediyesi, 2-4 Ağustos günlerinde, onun adıyla “Kültür Sanat ve Çevre Festivali” düzenlemiş bu yıl. Programda çevre konulu paneller, konserler ve doğa yürüyüşleri yer alıyordu. İlk akşamki konserde, sahneye çıkan ilk grubun söylediği birkaç şarkısını dinlemek dışında Festival etkinliklerine katılmadım. Konser başladıktan bir süre sonra, Asiye Abla ile birlikte, yeni üniversite öğrencileri, sınıf arkadaşları olarak tanıştığımız yıllarda yaşadıkları mahallenin sokaklarında yürüdük, şimdi yerinde bir küçük bakkal dükkânı olan eski evlerini gördük. Bahçesinde de Mazlum ve Delil dedikleri, çocukluklarında dikilmiş iki çam ağacını.
İnsan, dünyanın en güzel arkadaşı, en iyi dostunun adını, kültür, sanat ve doğa gibi barışı çağrıştıran kelimelerle bir arada görmekten mutlu oluyor. Anlaşılan, “Mazlum Doğan Kültür Sanat ve Doğa Festivali” önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Şimdiye kadar üzerinde hiç düşünmemiş olsa da, tıpkı Karadeniz vadileri gibi, Istranca ormanları gibi, Cebel-i Bereket’in sedir ormanları gibi, Dersim coğrafyasını gören birinin doğanın korunması hakkında güçlü fikirleri olacağı çok açık. Karakoçan Belediyesi’ne, naçizane, önümüzdeki yıllarda düzenlenecek festivallerde doğa meselesine biraz daha ağırlık vermelerini öneririm. Dersim dağlarında, Karadeniz vadilerinde, Cebel-i Bereket koyaklarında, Istranca dağlarının longoz ormanlarında, tilkiler, keklikler, dağ keçileri, ayılar, kediler, vaşaklar, cümle kuşlar ve de insanlar, daha çok su, daha çok gölge bulabilsin diye.
Daha çok su olsun ki, Mazlum’la Delil’in mezarının ayakucunda daha çok su bulabilsin arılarla kuşlar. Ablaları, yeğenleri, kuzenleri rahat rahat sulasın bahçedeki meyve ağaçlarını. Yolu geçen suyunu içsin, bir meyve koparıp yesin ağaçtan, gölgesinde oturup soluklansın. Kebire Anne ile Kâzım Baba oğullarını daha yeşil bir bahçe içinde görebilsinler… (SÜ/HK)
* 1955 yılında Karakoçan’da doğdu. İlk ve Orta eğitimini burada tamamladı. Ankara Hacetepe Üniversitesi Ekonomi bölümünde okurken PKK kuruluş çalışmalarına katıldı. PKK merkez komite üyesi iken 1979 Kasım ayında Urfa ile Mardin arasında bir takside yolculuk yaparken üç arkadaşı ile birlikte gözaltına alındı. Kürtlerin ulusal bayramı olan Newroz günü 21 Mart 1982'de kendi yaşamına son verdi.
**1958 Karakoçan doğumlu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Öğretmen okulunda öğrenci iken grubun kuruluş çalışmalarında yer aldı. Öğretmenlikten istifa ederek Kürdistan’ın pek çok ilinde örgütleme faaliyetlerine katıldı. 1980 tarihinde Türk askerleri ile girdiği bir çatışmada yaşamını yitirdi.
Bilkent Üniversitesi'nde yarım zamanlı "Türkiye Tarihi" dersi veriyor. İmzasını taşıyan üç kitabı var: “Mardin: Aşiret, Cemaat, Devlet” (Suavi Aydın, Oktay Özel, Kudret Emiroğlu ile birlikte), Tarih Vakfı, İstanbul, 2000; “İnşaatçıların Tarihi: Türkiye'de Müteahhitlik Hizmetlerinin Gelişimi ve Türkiye Müteahhitler Birliği” (Kudret Emiroğlu ile birlikte), Tarih Vakfı-TMB, Ankara, 2006; Milli Mücadele'den Cumhuriyet'e: İkazcı Mehmet Şükrü Bey, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007. |