Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) bundan 15 yıl önce "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin" (Bildirge) 50. yıl dönümü nedeniyle başlattığı kampanyada, Bildirge'yi "Dünyanın En Fazla Gizlenen Sırrı!" olarak nitelendirmişti. Buna gerekçe olarak da Bildirge'de ve kaynaklık ettiği sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlükleri korumak için söz veren devletlerin, taahhütlerini yerine getirmemiş olmasını göstermişti.
Açıkçası, UAÖ'nün gerekçelendirmesini makul bulmakla birlikte, başlangıçta nitelendirmesini fazlasıyla ezoterik ve abartılı bulmuştum, ta ki Türkiye'nin Bildirge ile olan tarihi münasebetini, Rona Aybay hocanın kaleminden okuyuncaya kadar!
Bilindiği üzere Türkiye Birleşmiş Milletlerin (BM) kurucu üyelerinden biri. Bildirge 10 Aralık 1948'de BM Genel Kurulu'nun gündemine geldiğinde, Bildirge'ye ilk imza atan ülkelerden biri de Türkiye olmuş. Ancak, nedendir bilinmez, Türkiye Bildirge'nin giriş kısmında belirtildiği gibi Bildirge'de yer alan hak ve özgürlüklerden kendi halkını haberdar etmek konusunda unutkan bir tavır takınmış.
Türkiye Bildirge'yi imzaladıktan yaklaşık 15 yıl sonra, 1960'ların ortalarında hatırlayıp Türkçeye çevirmeye kalkışmış, onu da eksik ve yanlış bir biçimde gerçekleştirmiş, dolayısıyla yayınlamayı da düşünmemiş.
UAÖ'nün ifade ettiği gibi, adeta bir "sır" olarak saklamış. Bildirgenin ilk tam ve doğru çevirisi 1982 yılında, yani yaklaşık 34 yıl sonra, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından gerçekleştirildi. Kuşkusuz 12 Eylül darbesinin karanlık yıllarında gerçekleştirilen bu çevirinin de gerektiği gibi yaygınlaştırılabildiği söylemek pek mümkün değil.
Bildirgenin Türkiye'de hak ettiği ilgiye kavuşmasının İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 1986'da kurulmasıyla birlikte gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Türkiye Devleti'nin 38 yıl önce yapması gerektiği halde yapmadığı işi, İHD 1980'lerin ikinci yarısından itibaren yapmaya çalıştı ve böylelikle önemli bir hizmetin de yolunu açtı. Geçmiş yıllarda üyeleri ve yöneticileri öldürülen veya öldürülmekten son anda kurtulan, kapatılma tehlikeleri geçiren, beğenilmeyen, tehdit edilen ve günümüzde çok sayıda yöneticisi sudan sebeplerle cezaevinde olan İHD, bugün hala insan hakları için onurlu mücadelesini devam ettirmeye çalışıyor.
Günümüzde Türkiye'de Emniyet Müdürlükleri dahil, çok sayıdaki devlet binasında ve internet sitesinde Bildirge'yi görmek mümkün. Bununla birlikte Türkiye'nin yaklaşık yarım asırlık unutkanlığı ya da daha doğru bir ifadeyle ser verip sır vermemesi, Türkiye'nin demokratikleşme ve insan hakları pratiği açısından oldukça pahalıya patlamıştır diyebiliriz.
Bundan beş yıl önce, geçtiğimiz günlerde Türkiye'de yasal bir statüye kavuşmasının 10. yıl dönümünü kutlayan UAÖ Türkiye Şubesi, Bildirge'nin 60. yıl dönümü nedeniyle bir araştırma yapmıştı. Tahmin edeceğiniz üzere araştırmanın sonuçları pek de parlak değildi. Araştırma 18 farklı kentte, farklı yaş ve cinsiyetler gözetilerek yapılmış ve sonuç olarak Türkiye nüfusunun yüzde 60,3'nün Bildirge'yi hiç duymadığı, duyduğunu söyleyenlerin yüzde 87,1'nin de hiç okumadığı ortaya çıkmıştı. Hal böyleyken yapılagelen onca reforma ve ilerlemeye rağmen, Türkiye hali hazırda insan hakları sicili de oldukça kötü.
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) bekleyen başvurular bakımından, en fazla başvurunun yapıldığı ülkeler içinde ikinci sırada. AİHM'in hakkında en fazla ihlal kararı verdiği ülke sıralamasında ise birinci. Her geçen gün bu ihlal kararlarına bir yenisi eklenirken, Türkiye'nin tazminat ödeyip ihlallere devam etme ve alternatif olarak da ihlaller nedeniyle yapılacak başvuruları zorlaştırma politikası olağan bir hal almış durumda. Avrupa Birliği'ne uyum süreci kapsamında 1999-2005 arasında yapılan demokratikleşme ve insan hakları konusundaki reformların önemli bir kısmı neredeyse çöpe atıldı ya da askıya alındı. Oysa ki, Türkiye bu sıralamada 1999-2005 yılları arasında gerçekleşen Avrupa Birliği uyum reformlarının da hatırı sayılır etkisiyle, AİHM'de bekleyen başvurular bakımından 2005'de 6. sıraya kadar gerilemişti. Ancak, Türkiye son 5 yıldır ikinciliği neredeyse garantilediği gibi, AİHM'in hakkında ihlal kararı verdiği ülkeler sıralamasında da henüz birinciliği kimseye kaptırmış değil. AİHM'in Türkiye hakkında verdiği ihlal kararlarında birinci sırada adil olmayan ve uzun süren yargılamalar nedeniyle 6. Madde'nin ihlali var. İkinci sırada Ek Protol 1'in 1. Maddesi yani mülkiyet hakkının ihlali, üçüncü sırada kişi özgürlüğü ve güvenliğinin ihlal edilmesi nedeniyle 5. Maddenin ihlali, işkenceye sıfır tolerans söylemine rağmen dördüncü sırada işkence ve kötü muamele nedeniyle 3. Maddenin ihlali var. Kısacası hükümetin demokratikleşme ve insan hakları söylemi retorik olmaktan çıkıp, pratikle bir türlü buluşamadı. Siyasetin üzerinde askeri vesayetin kaldırılması demokratikleşme açısından olumlu görülse de, siyasi iktidarın sınırlı demokrasi anlayışı insan haklarının da kısmi yorumlanmasına ve uygulanmasına neden oldu
Bu yıl 10 Aralık gününde Bildirge 65. yılına giriyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği bu yılki temayı, demokratik bir toplumun işlevselliği ve etkili bir insan hakları koruması için temel olan "kamusal yaşama katılma hakkı ve sosyal bütünleşme" olarak belirledi.
Herhangi bir ayrımcılık ya da engelleme olmadan karar verme süreçlerine herkesin özgürce katılabilmesi ise konunun, önemli bir boyutu. Utanç, korku ve tehdit olmaksızın tüm karar alma süreçlerine ve kamusal tartışmalara katılıp, görüşlerimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir dünya hepimizin hakkı. Ancak bu hakkı Türkiye'de ne derece kullanabildiğimiz de oldukça tartışmalı bir konu. Yazıkları ve düşüncelerini açıkladıkları için tutuklanan gazeteciler, akademisyenler; yaptıkları eylemlerden dolayı tutuklanan öğrenciler, açılan soruşturmalar; kamusal alanda yapılan barışçıl gösterilerde polisin göstericilere karşı kullandığı yersiz ve aşırı şiddet; örgütlenme özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar; halkın kendi oylarıyla seçtiği temsilcilerine, siyasi duruş ve eylemlerinden dolayı yapılan baskılar, tutuklamalar, tehditler; internet üzerindeki sansür uygulamaları derken kamusal yaşama katılma hakkını duyan bilen varsa bile kullanamaz bir halde. Sosyal bütünleşme konusu ta fecaat niteliğinde. Ana dilde eğitim ve savunma konusunda yapılan tartışmalar ise bunun en sout göstergesi niteliğinde.
Gelinen noktada, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum bana Goethe'nin şu sözlerini anımsatıyor: "İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum."
Goethe'nin bu serzenişini, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi ahvaline uyarlayacak olursam, beni de bir devlet olarak Türkiye'nin insan haklarını ihlal etmesi artık hiç şaşırtmıyor, ama bu yüzden devlet yetkililerinin hiç utanmadığını görünce hayretler içinde kalıyorum.
* Hakan Ataman, İnsan Hakları Savunucusu