Bu hafta İç Ses’te bir hikaye paylaşmak istedim sizlerle. Çocukların maruz kaldıkları tecavüzü-tacizi yazmaya çalıştığım kitabın içinden seçtiğim “Dünyanın Çivisi” adlı hikayeden bir bölüm... İlk okuyucularıyla erkenden buluşsun istedim.
...
Benim adım Yasemin…
Okula henüz başlayacak yaşım gelmemiş, öyle diyorlar. “Daha yaşını doldurmadı” diyorlar. Sokaklarda oynamak da güzel ama bir an önce şu doldurulması gereken neyse, dolsa da okula başlasam ben de diye bekliyorum. Çünkü okula başlarsam artık büyümüş olacağım. Ötedeki evde oturan Zübeyde teyzenin kızı Sümeyra abla kadar büyümek istiyorum. Sümeyra abla, kolalı dantel yakalığıyla, pileleri jilet gibi ütülenmiş siyah önlüğüyle, önlüğün üst cebinde daima tertemiz duran ucu işlemeli mendiliyle, kısacık bir telin dahi disiplinsizliğine imkan vermeyen sıkı sıkıya iki yana örülmüş kömür karası saçlarıyla benim yaşımdaki herkesin gıpta ile baktığı bir okulluydu çünkü… Herkes Sümeyra abla gibi olmak istiyordu. Ama Sümeyra abla kendi olmaya o kadar istekli değil gibiydi. Çünkü hep ağlıyordu, içine içine… Çoğu zaman okula geç kaldığı için koştur koştur gittiği okuldan ağlayarak geri geliyordu. Eve gitmeye çekindiği için de bizim evin duvarının dibinde bekliyordu. Beklerken ağlıyordu ama hiç sesi çıkmıyordu. Ağladığı al al olmuş yanaklarının ıslaklığından anlaşılıyordu. İçine içine ağlıyordu hep… Annem onu balkondan görünce üzgün mü kızgın mı anlamadığım bi ifadeyle “bak gene duvarın dibinde bu kız” diyordu. Ara ara balkona gidip geliyor, tesadüfen gözleri duvarın dibinde ağlayan Sümeyra ablaya değmiş gibi cıkcık’lıyordu. Eğilip yüzüne doğru bakıyor, yüzü ıslaksa “yine dayak yemiş” diyordu.
“Anne Sümeyra abla kimden dayak yemiş”
“Öğretmeninden… Öğretmen geç kalanları, ödev yapmayanları sevmez; dersine geç gidersen, ödevlerini yapmazsan öğretmen döver”
Okulda dayak yendiği fikri hoşuma gitmedi.
Allah da böyleydi! Namaz kılmayanları, oruç tutmayanları sevmiyordu. Dediklerini yapmazsak bizi ateşe atıyordu. Neyse ki öğretmen ateşe atmıyordu ama yine de kuralların tek taraflı belirlendiği bir antlaşma vardı ortada. Mecbur uyacağız. Hem zaten ben okulu severdim, yaramazlık etmez, derslerimi yapar, okula vaktinde giderdim. Hele bi başlasam…
“Anne peki öğretmen nasıl dövüyor Sümeyra ablayı?”
“Parmak uçlarını birleştiriyor böyle, sonra da cetvelle vuruyor”
Kim bilir ne acıyordur Sümeyra ablanın ince parmakları…
Sümeyra abla, ucu işlemeli o güzel mendilini neden kullanmıyorsun? Neden göz yaşlarını silmiyorsun mendilinle? Neden hep ağlıyorsun, neden bu kadar kederli ağlıyorsun Sümeyra abla? Neden bu mahalleyi, bu evleri ve okulu da sırtında taşıyorsun? Neden hep üşüyorsun? Neden ellerin hep kırmızı, parmakların da…Gözyaşların ne güzel Sümeyra abla. Kara kaşın-gözün, o ıslak kirpiklerin, kar beyazı yüzünde o kıpkırmızı dudakların ne güzel Sümeyra abla. Sen ne kadar güzelsin abla…
Sümeyra abla izlendiğinden habersiz, iki bina ötedeki evine rağmen gidecek yeri yokmuş gibi içine içine ağlayarak öylece dikiliyordu ayakta.
Annem bir iki daha balkona gidiyor-geliyor bu bekleyiş çok uzun sürünce balkondan sesleniyordu “Sümeyra kızım hadi bekleme orda üşüyeceksin, geç eve” Sümeyra abla her defasında bu sesle irkiliyor gizli saklı bir şey yapıyormuş da yakalanmış gibi utanarak seri hareketlerle gözlerini silip isteksiz bir iki adım atıyordu. O yürümeye başlayınca annem “noldu evdeki işler yüzünden mi geç kaldın yine” diyordu sorar gibi değil de bildiği bi şeyi teyit eder gibi. Sümeyra abla dudaklarına zorla yerleştirdiği bir gülümseme taklidiyle kafasını kaldırmadan “hı hı” diyordu, mahçup mahçup ilerlerken…
Sümeyra abla evdeki işler neden hiç bitmiyor? Neden bu işleri hep sen yapmak zorundasın? Neden bu kadar çabuk büyüdün de abla oldun? Yoksa sen büyümeden mi abla oldun Sümeyra abla? Yoksa sen zaten doğduğundan beri abla mıydın?
Öyle sahtecikten gülme Sümeyra abla, gülme öyle içim çok acıyor… Öyle utanma, öyle mahçup bakma! İçim parçalanıyor, kalbim patlıyor, öyle ağlama Sümeyra abla…
Sümeyra abla pek memnun değildi kendinden veya okuldan ama ben onun kadar güzel büyümek ve onun gibi okula gitmek istiyordum. Hem duvar dibinde beklemem gerekirse, bizim evin duvarı değil miydi geçer Sümeyra ablayla beklerdim. Ama şimdi daha var, daha dolmadı yaşım. Henüz sokaklarda oynuyorum. Bircan oynuyoruz, tombala oynuyoruz, ip atlıyoruz… Hep oynayacak bi şey buluyor, sokağın tozunu dumanına katıyoruz. Evlerin camları-kapıları açıksa teyzeler bağırıyor “toz kaldırmayın yeter, gidin biraz da başka yerde oynayın” gidip biraz da başka yerde oynuyoruz ama evlerimizin kapısından çok uzaklaşınca bu defa da annelerimiz bağırıyor “gözümün önünden uzaklaşma kız Zehraaa!”
Annelerimiz haklı. Evden uzaklaşınca başımıza bi hep iş geliyor. Düşüp dizimizi kanatıyoruz, kaşımızı-gözümüzü yarıyoruz. Taşlıklarda dikenlerin arasına düşüyoruz, dikenler elimize batıyor ömür boyu derimizin altında iz bırakarak.
Hep bi canımız yanıyor…
Mesela bi gün…
Bi gün…
…
Sümeyra abla meğer ne zormuş içine içine ağlamak. Ne zormuş gözyaşların yanaklarından süzülürken hıçkırmadan durabilmek. Sümeyra abla senin de boğazında birikiyor mu nefesin, biriktikçe acıtıyor mu? Nefesini tuttukça boğazında taşlaşıyor mu? Yutkunmak ne zor geliyor Sümeyra abla…
(YÖ/AS)