Fotoğraflar: Yağmur Karagöz
Sırtımıza çantaları takıp Nepal’e gitme kararı aldığımızda içimizde ufak da olsa bir tedirginlik vardı. Hiç bilmediğimiz topraklarda, sürekli yolda olacaktık. Ancak yıllar önce çalışmak için Katmandu’dan Antalya’ya taşınan Şerpa olan bir arkadaşımız Nima, sözleri ile içimizi rahatlattı: “Atithi Devo Bhava”. Yani “Misafir Lütuftur”.
“Nepal’de güvendesiniz, tadını çıkarın”.
Gerçekten de her gün beşte uyanıp yollara düştüğümüz, günde 7- 8 saat yürüdüğümüz Nepal’de kendimizi hiç tedirgin hissetmiyoruz.
İlk gün yedi saatlik bir uçuşun sonunda Katmandu’ya iniyoruz ve eşyalarımızı bırakır bırakmaz kendimizi sokağa atıyoruz. Katmandu bizi tozları ve kalabalığı ile karşılıyor. Tanıştığımız ilk Nepalliye şehrin neden bu kadar tozlu olduğu soruyoruz; Himalayalar’dan kente içme suyu getirebilmek için yıllardır altyapı çalışmaları yapıldığını, iktidardaki parti sürekli değiştiği için de bu çalışmaların bir türlü bitmediğini anlatıyor.
Siyasi mücadelenin ardından
Nepal’de 1991 ile 2002 yılları arasındaki on bir yılda on bir kez hükümet değişmiş. 1996 yılında Maoist Nepal Komünist Partisi NKP(M) silahlı direniş ilan ediyor ve “Nepal İç Savaşı” başlıyor. On yıl süren savaşın sonunda Maoist gerillalar silahlarını bırakıp sivil siyasete katılıyorlar ve muazzam bir zaferle oyların çoğunluğunu alarak monarşiyi yıkıp Federal Demokratik Nepal Cumhuriyeti’ni kuruyorlar. Ancak 2008 seçimlerinden sonra, bu defa Nepal Cumhuriyeti’nde 10 kez başbakan değişiyor. Şu an ülkenin Başbakanı Nepal Komünist Birleşik Marksist Leninist Partisi (CPN UML) lideri Khadga Prasad Oli. Cumhurbaşkanı ise Birleşik Komünist Parti üyesi ve kadın hakları mücadeleleri ile tanınan Bidhya Devi Bandari.
“Namaste”
Şehri turlarken Garden of Dreams’in önünde buluyoruz kendimizi. Burası, Katmandu’nun ünlü Thamel çarşısının girişinde 6 bin 895 metrekarelik alana yayılmış, yeşillikler içinde, Neo-klasik tarzda düzenlenmiş bir bahçe. 1920 yılında Kaiser Sumsher Rana tarafından yaptırılan Garden of Dreams’de tozdan bunaldığınızda kaçıp kuş sesleri içinde çimlere uzanabiliyorsunuz.
Nepal’de hayat erken başlıyor, sabah beşte uyanıyoruz. Günaydın, merhaba ya da hoşça kal yerine ellerimizi kalbimizde birleştirip eğilerek “içindeki tanrıyı selamlıyorum” anlamına gelen Namaste diyoruz. Masala çayı ile güne başlıyoruz. Neredeyse gittiğimiz her yerde bu bol baharatlı süt ile kaynatılarak yapılan muhteşem çayın tadına bakıyoruz. Genellikle kakule, tarçın, karabiber, siyah çay zencefil ve Hindistan cevizi tohumunun karışımdan oluşan masala çayını şekersiz istediğinizi belirtmezseniz şekerli ikram ediliyor. Ve size bir Nepalli çay içer misiniz diye soruyorsa bilin ki siyah çay değil masala çayını kastediyor. Nepal’de çeşitli baharatlardan oluşan karışıma ‘masala’ deniliyor. Ve aklınıza gelebilecek her yiyeceğinin masalalı versiyonu var: masalalı çorba, pilav, paket cipsleri…
Ertesi gün beyaz, görkemli Budist stupası Boudhanath'ı ziyaret ediyoruz. Beyazın anlamı huzur ve saflık. Buddha her şeyi gören gözleri ile selamlıyor bizi. Kötü karmadan arınmak için göğüs hizasında yer alan dua tekerleklerini saat yönünde çevirerek tapınağın etrafında dönüyoruz. Buddha’nın bir lotus çiçeği üzerinde oturduklarına inandıkları için lotus çiçeği kutsal. Boudhanath'a girdiğimizde içinde Om Mani Padme Hum/Lotus Çiçeğinin İçindeki Mücevher yazılı mantra denilen kağıt ruloların olduğu büyük dua çemberlerini görüyoruz. Dua tekerleklerini çevirdikçe acı çeken tüm varlıkların iyiliği için Om Mani Padme Hum yazılı mantraları evrene salıyoruz.
Ruhlar Ganj nehriyle buluşuyor
Budist tapınağından çıkıp Hindu tapınağı doğru yol alıyoruz. Kutsal nehir Bagmati kıyısında yer alan Tanrı Şiva'nın tapınağı Pashupatinath’da Hindular törenle ölülerini yakıyor. Bagmati’nin kutsal sularına bırakılan küller Ganj nehri ile buluşuyor ve bütün kötülüklerden arınıp huzura kavuştuğumuza inanıyoruz. Pashupatinah’aya ağır bir koku hakim. Nehrin bir kıyısında insanlar sevdikleri için son görevlerini yerine getirirken diğer kıyısında onları izlemeye gelen insanları fotoğraflarını çekiyor. Biz sonra makinemizi bıraktık, fotoğraf çekmekten utandık. Sadece biraz hüzünle biraz da hayranlıkla izledik. Bir son görev ancak bu kadar muazzam yapılabilirdi.
Pokhara’ya doğru
Katmandu’dan çıkıp Pokhara’ya doğru sekiz saatlik bir yolculuk yapıyoruz. Şehirden çıktıktan yarım saat sonra ülkeye sihirli bir değnek dokunmuş gibi tüm çehre değişiyor. Tozlu ve pis yollar yerlerini yemyeşil dağlara, ovalara, köylere bırakıyor.
Bu yolda Herman Hesse’nin Siddhartha’sı okunmalı işte. Yemyeşil Nepal köylerini geçerken kayıkçı Vasudeva’nın öğütleri insanın ruhuna dokunmalı: “Geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez.” Yolun sonunda Himalayalar’ın eteklerinde, dağların yansımasının suya vurduğu kayıklarla kaplı Fewa Gölü’ne ulaşıyoruz. Akşamları ateş böceklerinin toplandığı göl kenarında yürürken Himalayalar mı daha güzel, göl mü, karar veremiyoruz.
Nepal’in köyleri
Ve sonrası Himalayalar… Pokhara’dan Himalayaların eteklerinde trekking için yola koyuluyoruz. Nepal’i bir uçtan bir uca saran bu ihtişamlı dağlar tüm heybeti ile karşımızda dururken 60’lı yıllarda Çiçek Çocukların neden cenneti bulduk dediklerini anlıyoruz. Günde bazen altı bazen sekiz saat yürüyoruz, Nepal köylerinden geçiyoruz: Tikhedhunga, Nayapul, Ghorepani.
Üç gün süren yürüyüşün sonunda 3 bin 210 metre yükseklikteki Poon Hill’e varıyoruz, 360 derece Himalayalar ile çevrili bu tepede memlekete dönmemiz gerektiğini unutuyoruz. Ve en güzeli, yürüyüş boyunca öyle insanlarla da tanışıyoruz ki... Sanki o kocaman, ihtişamlı dünyanın en büyük zirveleri, bu küçük ve sevimli Nepalli insanların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor. (YK/HK)