Kore’nin Sabuk adlı kömür madeni kasabasında işçiler fazlasıyla kötü şartlarda çalışmaktadır. Madendeki senelik ortalama iş cinayeti 100 ila 200 işçi arasındadır. Ağır mesai dışında maaşların düşüklüğü, işçi ailelerinin barındığı mekânların ilkelliği, devamlı kontrol ve baskı altında tutulmaları, alışverişlerini fahiş fiyatlara mal satan tekelden yapmak zorunda olmaları katlanılır gibi değildir.
1980 yılında 3 binden fazla işçinin katıldığı isyanda stratejik konumlanma sayesinde güvenlik kuvvetleri pasifize edilir. Vaziyetin daha fazla ciddileşmemesi için yöneticiler anlaşma yolunu tercih ederler.
Fakat her şeyin yoluna girdiği sanılan bir anda işçiler tuzağa düşürülür ve isyanlarının bedelini ödetmek amacıyla işkenceye tabi tutulur.
Geçtiğimiz eylül ayında Kore’de düzenlenen DMZ Docs belgesel festivalinde yarışan 1980 Sabuk adlı film zengin arşiv malzemesiyle olduğu kadar günümüzde olayın ağır izlerini taşıyanlarla yapılmış röportajlarla da seyirciyi şoke ediyor. Uzunca belgesel festivalin Kore filmleri bölümünün büyük ödülüne layık görüldüğü gibi FIPRESCI ödülünü de kazandı. Yönetmenliğini mevzuya hâkim Park Bongnam’ın yaptığı 2024 Güney Kore yapımı 124 dakikalık belgesel iktidarın propaganda filmlerinin aksine vaziyetin madenlerde ne kadar berbat olduğunu bir kez daha gözümüze sokuyor.
İntikam için işçi evlerinin basılması, işçi ve yakınlarının tutuklanması, hapse atılması, işkenceye tabi tutulması ve daha birçok muamele belgesel boyunca sanki resmigeçitte. İşçi haklarının korunmasına yönelik faaliyetleri patronun kendi aile fertlerine yaptırmaya kalkışmasından işçilerin iftiraya uğrayarak lekelenmesine varan geniş skalada kurbanların bir kez daha suçlu pozisyonuna düşürülmelerine şahit oluyoruz. Güney Kore’nin tabu vakalarından Sabuk’un üzerindeki perde, işkenceden dolayı hayatı kararmış, 40 seneden beri hadisenin travmasıyla yaşayan insanların kameraya konuşmasıyla ortadan kalkıyor ve benzer vakalara misal oluşturması temennisini akla getiriyor…
“İsviçreci İtalyalılar”
Türkiye’den Avrupa’ya çalışmaya gitmiş işçiler misali İtalya’dan İsviçre’ye aynı gayeyle göç etmişlerin ayrımcılığa, ırkçılığa, binbir türlü haksızlığa, sonu gelmez sömürüye maruz bırakılması gayet renkli bir belgeselin mevzusunu oluşturuyor. Filmin yönetmenliğini Irak’tan çocukken ailesiyle göç etmiş Samir’in üstlenmesi mevzunun aslında ne kadar evrensel olduğunu bir kez daha ispatlıyor.
Dünya prömiyerini Locarno’da gerçekleştirdikten sonra İtalya’da, Almanya’da, Mısır’da ve gene İsviçre’de muhtelif festivallere katılmış olan İşçi sınıfının ecnebiliğe fevkalade evrimi (La prodigiosa trasformazione della classe operaia in stranieri/The miraculous transformation of the working class into foreigners) 130 dakika boyunca seyircinin dikkatini ayakta tutmayı başarıyor. 2024 İsviçre-İtalya ortak yapımı filmde arşiv malzemesi, aile albümleri ve animasyonlar günümüzde gerçekleştirilmiş röportajlarla harmanlanıyor, Avrupa’nın kalbindeki fazlasıyla ırkçı tablo teferruatıyla teşhir ediliyor.
Tecrübeli sinemacı Samir bunu yaparken hem şahsi hikâyesini paylaştığından hem de mizahi bir ton tutturduğundan seyirci ağır içeriği hazmetmekte hiç zorlanmıyor.
İşçilerin emek sömürüsü amacıyla kısa süreli kontratlarla çalıştırılması, ailelerinin yanlarına gelmemesi için çıkarılan binbir müşkülat ve daha birçok haksız bürokratik kural, projenin devlet ve işverenler tarafından yönetilen kısmıydı. İlkel insanlar olarak aşağılanan İtalyalılar’ın gündelik hayatta maruz kaldıkları muamele de içlerine kapalı bir millet olarak İsviçreliler’in ne kadar ırkçı olduğunu teyit ediyordu.
Yıllar içinde büyük direniş ve mücadelelerle elde edilmiş haklar, sendikal kazanımlarla birleşecek, fireler verilmesine rağmen İsviçre yüksek sayıda İtalyalı komşusunu sevse de sevmese de kalıcı olarak kabul etmeye mecbur olacaktı.
Bir zamanlar Pazar günleri İtalyalı işçilerin veya ailelerinin göl kıyısında gezintiye çıkması aşağılanırdı; artık herkesin özümsediği bir âdet haline geldiğini kim inkâr edebilir?
Bir zamanlar bazı mekânların camına “İtalyanlar giremez” yazısı asılırken günümüzde İtalya mutfağının en popüler restoranların mönüsünü oluşturduğu da gün gibi belli, daha ne?
Köylü kadınlar artık bağımsız!
Ataerkil sistemde ailenin erkekleri tarafından okula gönderilmemiş, kendini geliştirmelerine izin verilmemiş, ezilmiş, kötü muamele görmüş Tzotzil kadınları Zapatistalar’ın adeta sihirli dokunuşuyla rahat bir nefes alabiliyorlar. Meksika’nın Chiapas eyaletinin muhtelif mıntıkalarında yaşayan bölgenin kadim halkının kadın temsilcileri artık çalışabiliyor ve bundan sonraki nesillere misal oluşturma ümidini hakkıyla taşıyorlar.
Öldüm (Li cham/Morí) adlı belgeselin yönetmeni Ana Ts’uyeb annesi dahil üç kadına kamerasını yöneltip bizi Meksika kırsalında layıkıyla misafir ediyor.
2024 Meksika yapımı 74 dakikalık belgeselde onları mısır, fasulye ve kahve yetiştirirken izliyor, kaybolmakta olan mesleklerden dokumacılıktaki becerilerini takdir ediyoruz.
Zapatista hareketi onlara iş imkânı sunduğu gibi kendi ayakları üzerinde durmanın ayrıcalığını sağlıyor, mahrum bırakıldıkları özgüveni edinip bağımsız yaşamanın tatminini doya doya özümsüyorlar.
Mazilerinde hepsinin unutmak istediği, yarasını taşıdıkları karanlık hadiselerin izi var fakat klişeleri ve tabuları yıkmak onlara kesinlikle iyi geliyor; istikballerine şahsen yön vermekten ve başrolünde olmaktan çok hoşnutlar.
Morelia film festivalinde En İyi Meksika Filmi Ojo ödülüne layık görülmüş film itinalı sinematografisiyle seyirciyi yakalarken yönetmenin bölgeye ve geleneksel kültürüne hâkim olması sayesinde etnografik nüanslar hiç rahatsızlık vermiyor. Annesi ve diğer kadınlara yakın olması filmin samimiyetini artırırken inandırıcılığının da garantisi oluyor.
Kadınların kolaylıkla kurban olduğu ataerkil sistem çökerken daha önce küçümsenen, “yapamaz” denen, bu yüzden de örselenen kadınlar güçlenerek ortaya çıkıyor ve yollarında emin adımlarla ilerliyorlar.
Meksika kırsalından tüm dünyaya ilham vermeleri dileğiyle…
(MT/RT)